#MeToo hareketi ve eskimiş tacizci aklama mekanizmaları

17.12.2020 - 12:35
Haberi paylaş

Melike Işık, tacize ve cinsel saldırıya maruz kalan kadınların ifşalarını hedef alan argümanları çürütüyor.

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada Hasan Ali Toptaş’ın ifşa edilmesiyle bir #metoo hareketi başladı. Tacizci şimdiye kadar taciz ettiği kadınları susturmayı başarmıştı. Bu ilk kıvılcımın yakılması, şimdiye kadar konuşmaya cesaret edememiş kadınların bir bir konuşmasını sağladı. Kadınlar, birbirinden güç alarak yaşadıkları şeyleri anlatmaya başladılar.  

Bu kıvılcım yalnızca Hasan Ali Toptaş’ın değil; özellikle yazarlar arasındaki diğer tacizcilerin de ifşa edilmesini sağladı. Kimi İslamcı, kimi solcu, kimi liberal tüm tacizcilerin ortak noktası, sahip oldukları itibarı ve gücü kadınları taciz etmek için kullanmaları, aralarındaki hiyerarşik ilişkiden faydalanıp kendisine “hayır” diyemeyecek olan çalışanlarını, öğrencilerini veya yaşça küçük kadınları hedef olarak seçmeleri. 

Tacizcilerin ve onların savunucularının iddia ettiğinin aksine bu eylemler anlık hatalar veya düşüncesizlik sebebiyle gerçekleşen masum ve bilinçsiz eylemler değil. Aksine, en savunmasız gördüğü kadınları seçmek, taciz etmek ve karşı taraf rahatsız olduğunu dile getirdiğinde susturmak için ona abarttığını söylemek, mağduru manipüle etmek gibi pek çok aşamayı içeren bilinçli eylemler. 

Kadınlar neden ifşa yoluna başvuruyor?

Failler ne zaman ifşa edilse kadınların ifşaya başvurmak yerine polise gitmesi, sorunu hukuki yollarla çözmesi gerektiğini, adaletin ancak bu yolla sağlanabileceğini öne sürüyorlar. Oysa bu ifşa hareketinin içerisindeki örnekler sağlanan “adaletin” mahiyetini gözler önüne seriyor.

Tacize uğradığında polise giden kadının bu sefer polisin tacizine maruz kalması, şikâyette bulunan kadınlara inanılmaması, mağdurların tacize fırsat vermekle suçlanması ve öldürülmüş bir kadının arkasından özel hayatının ortaya serilmesi gibi tecrübeler, kadınların polise ve yargıya güvenmemesinin nedenlerinden sadece bir kaçı. Kadınlar tacizcilerinin cezalandırılmasını istiyor, kendilerinin değil. Hesap vermek, özel hayatını ortaya dökmek, kendileri için travmatik olan süreçleri anlatırken bir de ciddiye alınmayarak bir kez daha travmatize olmak istemiyorlar. Bu yüzden kadın dayanışmasından başka sığınacak yer bulamıyorlar. Eğer Hasan Ali Toptaş’ın taciz ettiği kadınlardan herhangi biri yalnız başına şikâyette bulunsaydı Toptaş’ı özür dilemeye mecbur bırakan adalet talebi, bu kadar güçlü duyulur muydu, emin değilim.

Tacize karşı kadınların dayanışması güçlendikçe, tacizciler ve şiddet failleri de kendi aralarında bir çeşit dayanışma ağı kurdular. Sevan Nişanyan gibi şiddet faili ve tacizciler, kadınları bir “linç kültürü” başlatmakla suçladı.

Tacize, tecavüze ve şiddete “dur” demek “linç” değildir. Tabii bunu, bir şiddet failinin anlamaması oldukça normal. Linç dedikleri şey, yıllardır susturdukları, suçladıkları, şiddet ve taciz uyguladıkları kadınların birbirinden güç alarak arka arkaya gelen yardım çağrıları. 

Zırdeli kadınlar ve pek muteber edebiyatçı erkekler

İfşaların ardından tacizcilerin bir kısmı özür diledi. Hasan Ali Toptaş da bunlardan biriydi. Fakat çok geçmeden özrünün samimiyetine inanılmasını engelleyecek kadar çok sayıda kadının kendisinden şikayetçi olduğunu fark etti ve inkâr yoluna başvurdu. 

Tacizi inkâr eden erkeklerin başvurduğu yollar oldukça alışılmış, adeta bir klişe haline gelmiş bahaneler. Kimisi “Çok sarhoş olduğunu” iddia ediyor, kimi taciz ettiği kadınla ilişkisi olduğunu söyleyerek -ve muhtemelen bunun tacizi taciz olmaktan çıkardığını zannederek- taciz iddialarını yalanlıyor, kimisi ise kadın haklarına verdiği dillere destan önemi anlatıyor. 

Hasan Ali Toptaş, taciz ettiği kadının kendisine öykü ithaf etmesini bahane ederek taciz iddiasını yalanlayabileceğini sanmış olmalı ki bunu çok önemli bir hususmuş gibi taciz iddialarını yalanlamak için kullanıyor. Bununla birlikte taciz ettiği kadınları bir bakıma akıllarını yitirmekle, kendilerini kandırmakla suçluyor. Bir değil iki değil onlarca kadın aynı erkeğin tacizinden şikayetçi, fakat muteber bir erkek yazar olmanın verdiği cesaret öyle ağır basıyor ki Toptaş hâlâ bu kadınların hepsinin birden aklını kaybettiğini iddia edebiliyor. Bununla da kalmıyor, bu kadınların psikopat ya da zırdeli olabileceğini, halüsinasyonlar görüyor olabileceğini iddia ederek “Kadının beyanı esastır” ilkesini değersizleştiriyor. Bu ilke zaten bu yüzden var; yıllardır zırdeli muamelesi yapılan, şikayetçi olduklarında ciddiye alınmayan kadınlar sesini çıkarabilsin diye. Erkekler şiddet uyguladıkları, taciz veya tecavüz ettikleri kadınlara “zırdeli” damgasını yapıştırıp olaydan sıyrılamasın diye. Toptaş da bunun asıl anlamını, gayet iyi anlamış olmakla birlikte bunu “İsteyen istediğine iftira atabilir” şeklinde çarpıtmayı özellikle tercih ediyor gibi görünüyor.

Kadınları delilikle, abartmakla ya da olayı yanlış anlamakla suçlamak ifşa edilen faillerin neredeyse hepsinin başvurduğu, yıllardır da onlara serbest kaçış sağlayan oldukça alışılmış bir hareket. Ama artık kadın dayanışması, tacize karşı tepkisini o kadar güçlü bir şekilde ortaya koyuyor ki böyle iddialar ciddiye bile alınmıyor. Tacizciler şimdiye kadar taciz ettiği tüm kadınları ayrı ayrı deli olduklarına inandırmış olabilir, fakat kadınlar bir araya gelip yalnız olmadıklarını gördüklerinde, aynı tacizcinin aynı şeyleri başka kadınlara da yaşatmış olduğunu gördükçe tacizcilerin kendini aklaması da imkânsız hale geliyor.

Bültene kayıt ol