(Özel) Emekçiler krize ilişkin ne diyor?

10.09.2018 - 11:58
Haberi paylaş

Sosyalist İşçi gazetesinin son sayısında, farklı işkollarından emekçilerin krizle ilgili mektupları yer aldı:


"Krize emekten yana bir çözüm mümkün"

Kriz tarif edilirken bunalım devalüasyon, resesyon gibi anahtar kelimeler kullanılır. Oysa ki çalışanların sözlüğünde işsizlik, yoksulluk enflasyon, alım gücünün düşmesi, güvencesiz çalışma, uzun çalışma saatleri, düşük ücret anlamına gelir kriz.

Her kriz koşulları ortaya çıktığında ‘’Aynı gemideyiz, fedakarlık, milli birlik’’ safsatalarını dinlerken ‘’Ya tabii’’ diyoruz; Kurtuluş Savaşı benzetmelerini bizlere nasıl yutturmaya çalıştıklarını saçımızı başımızı yolarak izliyoruz.

Her krizde gözler çalışanların ekmeğine dikiliyor, faturayı bizim ödememiz isteniyor. Krizden kurtuluşu çalışanların lehine olmayan bir düzenlemeyle çözmeye çalışıyorlar. Oysa ki kriz onların krizi. Faturasını da onlar ödemeli. Krize neden olan koşulları yaratan, ekonomiyi yönetemeyen onlar.

2001 krizinin yaşandığı yıllarda bir mitingde yaratıcı bir döviz taşıyordu işçilerden biri. ‘’Fedakarlığın ‘feda’sı bize ‘kar’ı onlara’’diye.

Fedakarlık yapmayacağız, kemer sıkmayacağız, acı reçeteleri içmeyeceğiz. Onların borcunu ödemeyeceğiz. Borçlu olan bizler değiliz. Aksine alacaklıyız. Vaad edilen sözler tutulmadığı için, taşeron konusunda yalan söylendiği için, enflasyon karşısında eriyen ücretlerdeki kayıplarımız telafi edilmediği için, üstelik kazandığımız haklarımız gasp edildiği için hesap sormalıyız.

Türk-İş raporunda da açıklandığı gibi, değil dört kişilik bir aileyi çalışanın kendisini bile geçindiremeyeceği asgari ücretin hemen arttırılması, kriz bahane edilerek toplu işten çıkarmaların engellenmesi, tam tersi işsizliğe çözüm olarak istihdamın arttırılması, adil bir vergi sistemi, yolsuzluğun önüne geçilmesi, sorumsuz harcamalara bir son verilmesi, eğitim ve sağlık harcamalarından sürekli kesinti yapılıp kaynakların silahlanma için değil barışa yatırım yapılmasını iç ve dış politikada barışçıl bir söylem kullanılması, ranta ve betonlaşmaya dayalı olmayan çevreden yana çözümler üretilmesini istiyoruz.

Krize emekten yana bir çözüm mümkün çünkü.

Karşımızda kriz karşısında ne yapacağını bilemeyen, ekonomiyi yönetemeyen, birlikte bütünlük sağlayamayan bir koalisyon hükümeti ve acımasızca işçi sınıfına her koldan saldırmaya hazır bir egemen sınıf var.

Ama onun da karşısında gücünü kendi birlik ve beraberliğinden alan bıçak kemiğe dayandığında ve kaybedecek başka şeyleri kalmadığında sokaklara dökülebilecek bir işçi sınıfı da var. Henüz kitlesel eylemler olmasa da irili ufaklı lokal direnişler var. Demoralize olmuş, KHK’ larla yıldırılmış ama çok güçlü bir mücadele hafızasına sahip bir KESK hala var. LGBT bireylerinden Cumartesi Anneleri’ne, sigortasız ve çok kötü koşullarda çalıştırılan göçmen işçilerden sendikaya üye olduğu için işten atılan Flormar işçilerine kadar toplumun her kesiminde adaletsizliğe ve yok sayılmaya karşı bir öfke var. Bu öfke sokakta. Bu öfkeyle dayanışmayı örgütlemeliyiz. Toplumun başka kesimleri de sokağa çıkmaya başlayacak. Bu kaçınılmaz bir şey. Emekçilerin krize karşı taleplerini ciddiye almak zorunda kalacaklar.

Dünyadaki krizin bir uzantısı olan Türkiye kapitalizminin krizinin emekçilere fatura edilmesine karşı bizim buradaki mücadelemiz, egemen sınıfa attırdığımız her geri adım dünyadaki diğer emekçilere de moral verecek.

Ebru, İstanbul’dan bir öğretmen


Acı ilacı içmeyeceğiz!

“Kesintiler başladı”

Krizin faturası bizlere şimdilik artan masraflar olarak yansıyor. Birkaç ay içinde gıdadan ulaşıma herşeye çok ciddi zam geldi. Zamlar maaşlarımızın erimesi, gündelik hayatımızda daha fazla kısıtlama olması anlamına geliyor. Son yıllarda var olduğu iddia edilen ekonomik büyümeden yeterince pay alamadığımız gibi krizin de faturasının bize kesilmeye çalışıldığı açık.

Siyaseten var olan kutuplaşma krize karşı da çalışanların birlik içinde davranmasını zorlaştırıyor. İş yerlerinde sendikalı sendikasız ayrımı yapmadan, kimin hangi sendikaya üye olduğuna bakmadan, kutuplaşmayı çağrıştıracak söylemlerden uzak durarak tüm çalışanları ortak bir tavır sergilemeye çağıran işler yapmak lazım. Çok acilen çalışanların bir arada davranmasını sağlayacak organizasyonlara ihtiyaç var.

Kamuda kesintiler başladı. Artacak da. Çalışanlara daha az ücret, daha kötü çalışma koşulları anlamına gelecek bu kesintiler. Belki bir kısmımızı daha işten çıkartacaklar. Sonuçta artık bu yetkileri var. İşten çıkartmalara, az elemanla aynı işi yapma girişimlerine karşı hazırlanmak, ücretlerin gerçek değerini korumak üzere hazırlanmak lazım.

Vergi affı ile işverenlerin korunması yerine dolaylı vergilerin kaldırılarak verginin daha adil bir hale gelmesi için, çok miktarda borç alarak kârlarını alabildiğine arttıranların ödeyemediği borçların ceremesinin bizlere ödetilmesine karşı hızla tüm çalışanların birliklerini oluşturmak üzere adımlar atmalıyız.

İzmir’den bir sağlık çalışanı


“Ücretler artırılmalı, alım gücü korunmalı”

Ekonomik krizin derinleştiği bugünlerde çalışanlar da her türlü tedbiri almak zorunda. Çünkü alım gücü düşmeye ve enflasyon karşısında ücretler erimeye başladı bile. Kamu emekçisinin kaybı yılbaşından itibaren dolar bazında yüzde 18, Avro bazında ise yüzde 11 olarak gerçekleşmiş.

Eğitim özellikle kriz zamanlarında en çok göz dikilen alanlardan biri. Hem veliler hem de hizmeti veren eğitim emekçileri için masraflar dağ gibi oldu. Öğrenci servis ücretlerine, yemek ücretlerine, zam geldi. Yeni eğitim-öğretim dönemine yine darlıklar ve sıkıntılar içerisinde daha da katlanarak başlanacak.

Ders araç ve gereçlerinden yoksun, faturalarını ve okul çalışanlarının ( memur, müstahdem vs.) maaşlarını velilerden gelen parayla ödemek zorunda kalan devlet okullarını daha da zor günler bekliyor.

Ücretlerin arttırılması ve alım gücünün korunması şu dönem için en acil talep olmalı ve eğitime ayırılan kaynak arttırılmalı. Bunun için de işyerlerinde bu talepler etrafında tüm sendikaların birlikte hareket etmesi için çalışmak önümüzdeki dönemin en önemli görevi. Yandaş sendika vs gibi kalıplaşmış önyargılardan uzak bir tutumla ortak hareket etmeli ve birleşik mücadeleyi örmeliyiz.

Berna, İstanbul’dan bir öğretmen


“Emekçilerin talepleri siyasal alana taşınmalı”

İnsanca yaşama isteğimiz ile zenginlerin servetini koruma kaygısı arasındaki uyumsuzluk krizle beraber sertleşeceğinden, görece istikrar olan dönemlerde iyi kötü lafla yürüyen milli mutabakat, çok daha sık şiddete başvurarak korunacak. Bu şiddetin siyasi meşruiyeti de gittikçe arsızlaşan ve yoğunlaşan bir ideolojik taarruz ile üretilmeye çalışılacak.

İşin kısası, şimdiden emekçilerin taleplerinin siyasi alana taşınmasının mücadelesini vermezsek, bedelini yalnız fakirlik ile değil, gittikçe sağcılaşan politik dünyamızın ömrünün uzaması ile de ödeyeceğiz.

İşçiler elbette bir noktada öyle veya böyle kötüleşen koşullara isyan ederler; burjuva siyasetinin, taleplerine çözüm üretmek diye bir endişesi veya kapasitesi olmadığı en çok kriz dönemlerinde görünür sonuçta. Fakat durumun bizden çok önce farkına varan yönetenlerin epeydir pişirdiği önlemlerine, yani şoven, ırkçı, komplocu ve nobran siyasetleri ile ördükleri, bir araya gelmemizi zorlaştırma taktiklerini geriletemezsek, bu radikalleşme ya parçalı ve kısa ömürlü olacaktır, ya da daha kötüsü, daha da sağ, daha da ırkçı ve daha da lumpen siyasetlerde ifadesini arayacaktır.

Tüm ezilenlerin talepleri arasında bağlar kurmamız gerekiyor. Bu gerekliliğin yeni olmadığı ortada. Ancak içişleri bakanının, 700. haftasında saldırttığı Cumartesi annelerine paçoz deme cesaretini bulduğu bir zamanda, ciddi ölçüde aciliyet kazandığını söylemek gerekiyor. Bunun için, kayıp yakınlarının, cenazelerinin iadesi ve hakikatin açığa çıkması taleplerini susturmaya çalışan sopa ile, yarın grev yapmayı vatan hainliği ilan edecek sopanın sahibinin aynı olduğunu teşhir edecek bir siyasete ihtiyacımız var.

Deniz, İstanbul’dan bir öğretim görevlisi

Bültene kayıt ol