1908'de beraber yürümek

01.08.2018 - 16:57
Haberi paylaş

Onur Öztürk, Türkiye tarihi açısından bir dönüm noktası olan 1908 Devrimi'ni yazdı. 

Geçtiğimiz haftalarda 23 Temmuz tarihinde II. Meşrutiyet Dönemi olarak anılan 1908 Devrimi’nin 110. yıldönümünü yaşadık. Acaba tarih kitaplarında es geçilen bu dönemin önemi neydi?

1908 yılı Türkiye tarihi açısından bir dönüm noktasıdır.  O yıl Temmuz ayında anayasa yeniden yürürlüğe girmiş ve Osmanlı tekrar bir meşruti monarşiye dönüşmüştür. Anayasanın ilanı ve parlamentonun tekrar devreye girmesi alttan gelişen özgürlükçü bir dinamiği harekete geçirmiş ve dolayısıyla toplumda demokratikleşme talebi daha fazla yankı bulmuştur. Lakin bu süreç çok kısa sürmüş ve birkaç yıl sonra rejim İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tek parti diktatörlüğü ve toplum mühendisliği projesine dönüşmüştür. Dolayısıyla 1908 yılını ve hemen onun öncesi ve sonrasını incelemek bu topraklardaki mücadele tarihini anlamak açısından önem kazanmaktadır. Resmi tarih 1908 Devrimi’ni sadece İttihat ve Terakki’nin faaliyetlerinin bir başarısı olarak görür oysa Aykut Kansu ve bazı yazarların da iddiasına göre öncesinde bazı kentlerde protestolar ve isyanlar da yaşanır.

Demokratik devrimler çağı

20. yüzyılın ilk çeyreği dünyada ciddi alt üst oluşlara sahne olmuştur. Kapitalizmin gelişmesi ve bir ölçüde kapitalizmin bir çocuğu olan ulus devletlerin ortaya çıkması transetnik, çok-uluslu, pre-modern imparatorlukların da tarihsel olarak sonunu getirmiştir. İster istemez söz konusu imparatorluklar gelişen kapitalizmin dinamikleri karşısında boyun eğmek zorunda kalmışlardı.

Osmanlı da benzer süreçler yaşar.  Gelişen dünya dinamiklerine ayak uyduramayan İmparatorluk içten içe çürür.  Osmanlı toprakları içerisinde yer alan çeşitli halklar ise bağımsızlık  için ayaklanmaya başlar. Önceleri Osmanlı aydınları gelişmeler karşısında devleti nasıl ayakta tutarız sorunsalı üzerinden konuya yaklaşırken, bir taraftan da Batı’da gelişen fikir akımları söz konusu genç aydınları da etkiler. Dolayısıyla Batı’daki kurumların bir bölümünün benimsenmesiyle “kötü gidişin” önleneceği görüşü hasıl olur.

Aslında Osmanlı aydınlarının bu tutumu baştan çelişkiliydi. Çünkü dünyadaki pek çok aydın o dönemde devleti kurtarmaktan ziyade onu dönüştürmek telaşı içerisindeyken Osmanlı’da temel kaygı dağılmanın nasıl önlenebileceğiydi.

İşte 19.yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda yapılan reformlar bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Bu reformların zirve noktası ise 1876’da anayasanın ilan edilmesi olmuştur. Ancak bu dönem çok kısa ömürlü olmuş ve 1878 yılında Padişah II. Abdülhamid o zamanki Osmanlı-Rus Savaşı gerekçesiyle  Anayasa’yı rafa kaldırmış daha sonra da pek çok aydın sürgüne gönderilmiş, azınlık milliyetler üzerinde yoğun baskı uygulanmıştır.  Bu durum kimi aydınların İttihad-ı Osmaniye adlı gizli bir örgüt kurmalarıyla sonuçlanmıştır.  Bu dernek daha sonra İttihat ve Terakki adını alacaktır. Dönemin İttihatçıları özellikle Ermeni sosyalist örgütleri ile de ortak hareket edecektir. İttihatçılar özellikle 1900’lerin başında Selanik başta olmak üzere Makedonya çevresinde örgütlenmiştir. Örgütlendikleri bölge ulusal sorun ve buna bağlı çatışmaların yaşandığı önemli bir alandır. 1908 yılına gelindiğinde Anadolu’da da hoşnutsuzluklar iyice artar Aykut Kansu, 1908 Devrimi adlı çalışmasında 1908 yılı içerisinde Anadolu’nun pek çok ilinde valilerin görevden alınmasına kadar giden bir dizi ayaklanmanın yaşandığından bahsetmektedir. Diğer yandan Rus Çarı ve İngiliz Kralı, Ravel’de Makedonya sorununu görüşmek üzere bir araya geleceğinin duyurulması İttihatçıları da harekete geçirecek ve Haziran ve Temmuz ayı içerisinde Resneli Niyazi başta olmak üzere Makedonya ve Selanik ve çevresinde bir dizi ayaklanma çıkacak ve Abdülhamid’in ayaklanmayı bastırmak için gönderdiği subaylara suikastler düzenlenecektir.  Daha sonra 22 Temmuz 1908 tarihinde Jön Türkler Selanik’te anayasayı tekrar ilan edecekler, gelişmeler karşısında çaresiz kalan Abdülhamid ise 23 Temmuz tarihinde Payitaht İstanbul’da anayasanın tekrar yürürlüğe girdiğini ilan etmek zorunda kalacak ve ertesi gün de sansür kalkacak, gazeteler nüshalarını Sansür Komisyonu’na göndermeyeceklerdir.

Devrimin getirdiği dinamik

Meşrutiyetin yeniden ilanı aşağıdan gelen kitle dinamiğini ve özgürlükçü havayı da tetikleyecekti.  İnsanlar sokaklara dökülüp, “Yaşasın hürriyet” sloganlarıyla çeşitli kutlamalar yapacak, farklı eğilimlerde yüzlerce yeni dergi ve gazete ortaya çıkacak, yüzlerce dernek ve farklı politik çizgilerde onlarca siyasi parti kurulacaktı.

Bu ortamı 1908 sonrası oluşan parlamentonun seçimle gelen Meclis-i Mebusan kanadında da görmek mümkün (Bu dönemde genel oy söz konusu değildi. Kadınlar ve belirli miktarda mülke sahip olmayanlar oy kullanamıyordu).Oluşan denklemde farklı milliyetler ve siyasi görüşlerden milletvekilleri vardı.

 1908 hareketliliği sosyalist fikirlere ve işçi hareketine de ivme kazandıracaktır.  İlk sosyalist partiler federasyonlar (Sosyalist Cemiyetler Federasyonu, Osmanlı Sosyalist Fırkası, İştirak, Beşeriyet gibi dergiler) kurulacak ve grev kavramı da toplumun gündemine girecektir. Örneğin 1908 yılında özellikle İstanbul’da geniş bir grev dalgası başlayacaktır. Grev dalgasının ardından modern sınıfsal çelişkiler hemen kendini gösterecek ve İttihat Terakki yönetimi grev dalgasına cevap olarak, grev hakkını büyük ölçüde kısıtlayan “Tatil-i Eşgal” kanunu ile cevap verecektir.

Özgürlükçü ortamdan İTC diktatörlüğüne

Önceleri doğrudan iktidar yerine dolaylı olarak yönetime müdahale eden İttihat Terakki yönetimi. Giderek iktidardan daha fazla pay almaya çalışacaktı. Bunun dışında önceleri Osmanlı’daki bütün etnik unsurları bir arada tutma esasına dayalı politika yerini Cemiyet içerisinde giderek güç kazanan “Türkçü-Turancı” eğilime bırakacak, söz konusu eğilim Balkan Savaşları sonrası resmi görüş hâline gelecek, bunun bir sonucu olarak Türk-Sünni Müslüman unsurlar için “Millet-i Hakime” görüşü ağır basacak ve ülke için zararlı görülen unsurlar tasfiye edilecek, ayrıca Müslüman burjuvaziye dayanan bir milli burjuvazi yaratma fikri hakim olacaktır.

Çoğulcu anlayış da terk edilir. 1909 yılında muhalif gazeteciler Ahmet Samim ve Hasan Fehmi’nin öldürülmesi, 1912 sopalı seçimleri ve nihayet Balkan Savaşları esnasında Bab-ı Ali baskını ve ardından Mahmut Şevket Paşa’ya yönelik suikast bahanesiyle neredeyse muhalefetin en önemli isimlerinin Sinop’a sürgün edilmesi İttihat Terakki’nin tek parti diktatörlüğüne giden yolun taşlarını döşemiş olur.  Böylece ülke tarihindeki kısa süreli en önemli özgürlükçü dönem fiilen sona ermiş olur  ve demokratik bir sistem oluşturma konusundaki beklentiler de gelecek bir bahara ertelenir.

Onur Öztürk

Bültene kayıt ol