Osmanlı Arşivleri’ndeki 400’e yakın resmî belgeyle 1915’in anlatıldığı ‘Bizzat Hallediniz’ sergisini, proje koordinatörü Salih Erturan, serginin küratörü Önder Özengi ve arşivlerin taranmasında önemli rol üstlenen Ahmet Yıldırım anlattı.
Agos'tan Vartan Estukyan'ın sunumu ve röportajı şöyleydi:
Ermeni Soykırımı’nın 100. yılı vesilesiyle başta ‘In Memoriam’ konseri olmak üzere, 2015 boyunca pek çok sergi, konser ve anma etkinliği düzenlendi. Yüzleşme politikalarını ele alan çalışmalarıyla dikkat çeken Babil Derneği de, soykırımın 100. yılına dair bir sergi düzenliyor. 1914-18 arası Osmanlı Devlet Arşivleri’ndeki Ermeni meselesine ilişkin telgrafların kamuoyuyla paylaşılacağı ‘Bizzat Hallediniz’ sergisinin açılışı, 2 Aralık Çarşamba günü Depo’da yapıldı.
‘Bizzat Hallediniz’ üzerinde ne zamandır çalışıyorsunuz?
Salih Erturan: 2014’ün sonlarından bu yana bu proje üzerinde çalışıyoruz. Bu sergide resmî belgeler üzerinden 1915’i anlatmaya karar verdik; çünkü bu belgeler üzerine bugüne kadar neredeyse hiç çalışılmamış. Devletin hep iki anlayışı oldu, bunlar “Tarihi tarihçilere bırakın” ve “Arşivlerimizi açtık”. Arşivler açık, evet; fakat bu arşivlere tarihçiler veya akademisyenler dışında birilerinin girmesi mümkün değil. 2015’te çok fazla iş yapıldı, ama devletin kendi arşivi üzerinden hiçbir çalışma olmadı. Soykırımı resmî belgelerle anlatan bir iş olmadığını gördük ve arşivlere de bunun için girdik.
Sergi, adını Talat Paşa’nın 1915 için kullandığı bir ifadeden alıyor. Neden bu ismi tercih ettiniz?
“Bizzat Hallediniz”, Talat Paşa’nın 1915 boyunca çektiği telgraflarda kullandığı bir ibare. Aslında bir şifre ibaresi bu ve birçok telgrafta da geçiyor. Biz de serginin adını biraz da ironi olsun diye ‘Bizzat Hallediniz’ koyduk.
S.E.: Evet, “Bizzat hallediniz”, Talat Paşa’nın 1915 boyunca çektiği telgraflarda kullandığı bir ibare. Aslında bir şifre ibaresi bu ve birçok telgrafta da geçiyor. Biz de serginin adını biraz da ironi olsun diye ‘Bizzat Hallediniz’ koyduk.
Sergiye pek çok kişi destek verdi. Geniş çaplı bir çalışma gerektirdiği için 20’ye yakın kişiyle beraber hazırladık bu sergiyi. Araştırma ekibinden danışma kuruluna, oldukça geniş bir liste var.
1915’i telgraflarla anlatma fikri, nasıl ortaya çıktı?
S. E.: Biz Babil Derneği olarak, sergilerimizde yüzleşme politikalarını ele alıyoruz. Geçen yıl da ‘20 Dolar 20 Kilo’ başlığıyla 1964’teki Rum sürgününü konu edinmiştik. Soykırımın 100. yılıyla ilgili mutlaka bir şey yapmak istiyorduk; ama kültür sanat çevresinde buna dair çok fazla iş olacağını düşünüyorduk, o yüzden farklı bir şey olsun istedik ve telgrafları seçtik.
1915’e dair Osmanlı Arşivleri’nde birçok belge var, tarama sürecinde bununla nasıl başa çıktınız?
Ahmet Yıldırım: Osmanlı Arşivleri’ne girerken, 1915’e dair özel bir alan belirlemek zorundaydık. Bu yüzden soykırımı idare eden merkez olan, doğrudan Talat Paşa’nın başında olduğu Dahiliye Nezareti’nin Şifre Kalemi’nin arşivini araştırdık ve Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde yayımlanmış 5 bin telgrafı gözden geçirdik. Ardından bu sayıyı ilk etapta 800’e, sonrasında 400’e indirerek bugünkü sergiye hazır hale getirdik.
Tarih Vakfı aracılığıyla bize yardımcı olan dört kişilik bir araştırma ekibi var. Bu insanlar Osmanlıca bilen, akademik bilgi sahibi uzmanlar; sergi için çok yardımcı oldular. Sergideki bazı telgraflar, daha önce Taner Akçam, Raymond Kevorkian, Vahakn Dadrian’ın araştırmalarında gözükse de, bir yüzde vermemiz gerekirse eğer, kullandığımız telgrafların yüzde 20’si daha önce kullanıldı, yüzde 80’i ilk kez kamuoyu tarafından görülecek, bilinecek. Tüm bu telgrafların günümüz Türkçesine tercümesi de sergide yer alıyor.
Telgrafların büyük çoğunluğunun ilk kez kamuoyuyla paylaşılacağını söylediniz. Kilit rol üstlenen telgraflardan örnek verebilir misiniz?
A.Y.: Sansür örneğini verebiliriz. 1915’ten sonraki yıllarda çıkan gazetelere baktığımızda, aslında hiç böyle bir olay yaşanmamış gibi bir durumla karşılaşıyoruz. Bu son derece merkezî bir sansürün göstergesi. Araştırma esnasında, doğrudan Talat Paşa yoluyla Trabzon vilayetine gönderilmiş bir telgrafla karşılaştık. Özetle şöyle diyor: “Trabzon’da yayımlanan Meşveret gazetesi, Ermeni sürgününün geçici bir tedbir olduğunu, sonuç olarak bu insanların yeniden memleketlerine döneceğine ilişkin yayın yapıyormuş; zinhar bu ve buna benzer yayınlar yasaklanmalı, böyle umutlar doğurulmamalı.”
Kadın ve çocuklara ilişkin de çok çarpıcı telgraflar mevcut. 1915’te, birkaç ayda çok sayıda çocuk yetim kalıyor. Niçin anne-babası olan binlerce çocuk, birkaç ayda yetim kaldı? Bu da 1915’le ilgili sorulması gereken en önemli sorulardan biri. Talat Paşa, bu çocukların Müslüman ailelerin yanına yerleştirilmesi ve Müslüman örf ve âdetlerine göre yetiştirilmesi talimatını veriyor. Başlangıçta Müslüman aileler, Ermeni çocukları kabul etmiyorlar; ancak Talat Paşa bu durumu aşabilmek için telgraflarla bir talimatname daha göndererek, çocukları yanlarına alan ailelere aylık bağlanacağını belirtiyor. Başka bir yasayla yetimlerin ailelerinden kalan mallar, evlat edinen ailelerin üzerine yazılacaktır, diyor. Özellikle bu son telgraf, herkesin yetim çocuklara akın etmesine neden oluyor. Sonuç olarak, o malın, mülkün, paranın kontrolü, elbette çocuklarda değil...
S. E.: Muhacirlerle ilgili bir telgraf da dikkat çekiyor. Bilindiği gibi Ermeniler tehcir edildikten sonra, o kasabalara ve köylere muhacirler yerleştiriliyor. Ancak bir süre sonra muhacirler, o köy ve kasabalarda yaşamayı reddedip oraları terk ediyorlar. Yetkililer bu durumu İstanbul’a, Dahiliye Nezareti’ne haber verdiklerinde, Talat Paşa bu defa muhacirlerle ilgili telgraf yağdırmaya başlıyor ve muhacirlerin orada kalması gerektiğini belirtip, kaçanların cezalandırılması talimatını veriyor.
Araştırma esnasında çok ilginç bir telgraf daha karşımıza çıktı. İttihat ve Terakki, soykırımın sebebi olarak sevk, iskân ve güvenlik politikalarını gösterir. Güvenlikten kasıt, Rus sınırına yakın doğu illerinde Ruslarla anlaşmış Ermenilerin oluşturabileceği tehlikelerdir. O yüzden, Talat Paşa telgraflarda Ermenileri sevdiğini, ama vatanını Ermenilerden daha çok sevdiğini anlatır. Öte yandan, tehcir, yalnızca doğu illerinde veya Rus sınırındaki illerde yaşanmadı; Ezine’de, batının da batısında bir yerde 500 Ermeni hakkında tehcir kararı çıkartılıyor. Nedeni ise saçma ve gülünç: Trablusgarp Savaşı’na sevinme ihtimalleri...
Talat Paşa’nın telgraflarının önemli kısmının, gönderildikten kısa süre sonra da yok edildiğini biliyoruz. Öte yandan, sergide gördüğümüz üzere pek çok belge de halen mevcut. Kısaca belgelerdeki farklardan bahsedebilir misiniz?
A. Y.: Bu çok önemli bir tartışma. Bilindiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, her fırsatta arşivlerinin açık olduğunu tüm dünyaya ilan ediyor. Evet, bu kısmen doğru. Var olan kısım açık. Ama bizim gördüğümüz belgeler, buzdağının sadece bir kısmı. Belli ki, ulaşamadığımız başka telgrafların ve yazışmaların bulunduğu bir arşiv söz konusu. Şahsen, bunların bir kısmının halen saklı olduğunu düşünüyorum; örneğin Genelkurmay arşivlerinde saklı olanlar var. İmha edildiğine dair önemli söylentiler var, Talat Paşa’nın kendisinin imha ettiğini, bir kısmını Teşkilat-ı Mahsusa’nın yurt dışına kaçırdığını biliyoruz. Tüm bunlara rağmen, arşivde araştırmalara başlayınca, bazı belgelerin gizlenip, bazılarının imha edilmesine rağmen, bir toplumun üstü kapalı şekilde yok edilişinin derin izlerini gördük.
Telgraflardan sergi oluşturmanın ne gibi zorlukları var?
Önder Özengi: Bir bütün olarak resmî belge ve yazılı doküman sergilediğimiz için oldukça zor. Genelde sergileri görsel ağırlıklı yaparız, ama burada yazılı doküman kullanıyoruz. Bu konuda daha önce de birtakım projelerde çalıştığım için bir düşünme şekli geliştirmiştim. Karşılaştığımız en önemli sorun, 300 telgrafla boğuşmamız gereğiydi. Ziyaretçilerin tüm telgrafları okumasını tabii ki beklemiyoruz, fakat mümkün olduğunca çok telgrafın insanlara ulaşmasını hedefliyoruz. Bu dokümanları belli başlıklar altında gruplandırıp birtakım açıklayıcı metinler kullanarak, biraz daha görselleştirmeye çalıştık.
‘Biyopolitik bir uğraş var burada’
Sergilenecek telgraflarda hangi temaları ele aldınız?
Ö. Ö.: Toplam dört tema üzerine yoğunlaştık. Bunlardan en önemlisi iskân siyaseti. İskân siyaseti derken, soykırımın başından sonuna kadar Talat Paşa’nın Ermeni nüfusunu öğrenmek için tüm bölgelere yazdığı telgrafları kast ediyoruz. Kişi sayısını, aile sayısını tespit etmek, o nüfusu gideceği yere kadar takip etmek ve bunları kontrol etmek üzerine yüzlerce telgraf var. Telgraf aracılığıyla, koca bir coğrafyayı, gayet modern bir şekilde yönettiğini görüyoruz aslında. Biyo-politik bir uğraş var burada. Merkezî otoritenin nüfusu kişi kişi kontrol altına almak istemesi, modern devlet kültürüdür. Talat Paşa, yalnızca Ermenileri değil, Kürtleri, Süryanileri, Ezidileri de kontrol ediyor. Biz de bu kontrol mekanizmasını, serginin merkezine oturttuk. Bu yüzden sergi mekânını bir göç haritasına çevirdik. Mekâna girenler, aslında bir haritanın içinde gezecekler. Soykırıma uğrayanların tek tek nerelere nasıl gittiğini merkez alarak sergiyi kurduk.
İskân siyasetinin yanında işleyen başka bir süreç de var: Mülklerin el değiştirdiği Emval-i Metruke Kanunu. Bununla ilgili telgraflar da serginin önemli bir bölümünü oluşturuyor.
Bir diğer önemli bölüm de yetim çocuklar ve kadınlar. Bütün bir coğrafyayı Türkleştirme ve Müslümanlaştırma politikasını, yetimler ve kadınlarla ilgili merkezden vilayetlere giden telgraflar ile vilayetlerden verilen cevaplarda çok net bir biçimde görebiliyoruz.
Bir diğer temamız da telgrafları, yöneten ve işleyen kurumlar üzerinden okumak. Her telgrafın üstünde, telgrafın çekildiği kurumun ismi var. Telgrafları araştırınca soykırımın 1915’te başlamadığını, 1916’da da bitmediğini gördük. 1915 her ne kadar bizim odak noktamız olsa da, biraz önceye gidip 1914’teki telgraflara da baktık. Bunun yanı sıra, soykırımın devamlılığını da araştırmak için 1917, hatta 1918’deki telgraflara kadar taramaya devam ettik.