Erdoğan'ın çarkı: AKP'nin Ortadoğu politikasının iflası

02.10.2015 - 21:35
Haberi paylaş

Sosyalist İşçi gazetesinin son sayısında Suriye'de ABD ve Rusya'nın müdahil olduğu son gelişmeler ışığında AKP'nin Ortadoğu politikasının iflası ele alındı.

Yazı şöyleydi:

AKP, yaz aylarında çözüm sürecini “buzdolabına” kaldırarak Kürt halkına karşı savaş ilan ettiğinde, Kandil’deki PKK üslerini bombalama karşılığında Ortadoğu politikasını değiştirerek İncirlik Üssü’nü ABD uçaklarının kullanımına açmış ve IŞİD’e karşı kurulan emperyalist koalisyona fiilen katılmıştı.

Bundan önceki süreçte, hükümetin özellikle IŞİD politikası işletilemez hâle gelmişti. Başta Kobanê direnişi olmak üzere, AKP’nin sınırında Kürtlerdense IŞİD’i yeğlemesi, sınırlardaki geçiş rahatlığı, başta Batılı devletler olmak üzere tüm uluslararası güçlerin tepkisini çekiyordu. AKP biraz da bunun basıncıyla IŞİD’e karşı daha sert bir tutum takındı, asıl hedef ise Rojava’da Kürtlerin kendi kendilerini yöneteceği bir durumun oluşmasının önünü kesmekti.

Esad’a onay

Geçtiğimiz hafta içinde ise Tayyip Erdoğan ile Vladimir Putin arasında yapılan görüşmeden sonra bu durum iyice değişti. Erdoğan, Suriye’de Esad’ın yer aldığı bir geçiş hükümetinin olabileceğini söyledi. Bu açıklama, ABD’nin Esad’la müzakerenin olabileceğini söylemesinin, Merkel’in Suriye’nin diktatörüyle ilgili bu tutuma onay vermesinin, Avustralya gibi bir dizi devletin de bu pozisyonu benimsemesinin arkasından geldi. 

Dünya lideri perperişan

Tayyip Erdoğan, “dünya lideri” safsatalarının sonunu, Türkiye’nin Ortadoğu’da büyük emperyalist güçlerden bağımsız bir şey yapamayacağını ilan etmiş oldu. 2003’te Irak tezkeresi savaş karşıtı hareket tarafından durdurulduğunda, Irak işgalinde yer alamadıkları için “Oyunun dışında kaldık” diyerek üzüntüye boğulan ve Kuzey Irak’ta bir Kürt bölgesinin oluşmasını seyretmek zorunda kalan Erdoğan, bu kez Suriye’de aynı sonla yüzleşmemek için ABD’nin Ortadoğu politikasına boyun eğdi.

2013 yılında “Biz başka devletlere, başka milletlere benzemeyiz. Biz dengeler adına, çıkarlar adına susacak bir devlet değiliz” diyen Erdoğan, efendileri tarafından susturuldu.

“Stratejik derinlik” neydi?

Oysa Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde geliştirilen Ortadoğu politikası, AKP’li yazarlar tarafından yere göğe sığdırılamıyordu.

Bu politika, ABD’nin Ortadoğu’daki hegemonyasının zayıfladığı ve böylelikle Suudi Arabistan, İran ve Türkiye gibi altemperyalist güçlere manevra alanının açıldığı bir dönemde, bir yandan da Avrupa’nın krize girmesiyle Türk ekonomisindeki büyümenin ihtiyaçlarının karşılanması için, AKP’nin Ortadoğu’nun liderliğine oynamasını öngörüyordu.

AKP bu doğrultuda, henüz Arap Baharı başlamamışken, Baas diktatörlüğüyle işbirliği yapmayı planlıyordu.

“Kardeşim” Esad

2008 yılında AKP hükümeti Suriye ile İsrail arasındaki “barış” görüşmelerinde arabulucu oldu, 2009’da TSK ile Suriye ordusu ortak tatbikatlar gerçekleştirdi. 2009 Ekim’inde Antep ve Halep’te iki ülkeden toplam 10 bakanın katılımıyla Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Bakanlar Ku-
rulu toplantıları yapılmış, bu toplantılardan sonra Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye-Suriye ilişkilerinin sloganını “ortak kader, ortak tarih, ortak gelecek” olarak belirlemişti.

Suriye’deki ayaklanma başlamadan henüz bir ay önce, 2011 Şubat’ında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Asi Nehri üzerine inşa edilmesi planlanan Türkiye-Suriye Dostluk Barajı’nın temel atma töreninde Beşar Esad’a “kardeşim” diye hitap etmiş, “Bizler tarihin bizi birbirimize kardeş kıldığı ve eylediği milletleriz. Tarih boyunca bizim kaderimiz hep ortak oldu, hep birlikte yüreğimiz attı” diye konuşmuştu. Bu dönemde Erdoğan ile Esad’ın aile dostluğu olduğu, birlikte tatile dahi çıktıkları biliniyordu.

Bütün hamleler boşa düştü

Arap Baharı’yla birlikte AKP, devrimler sonrası işbaşına gelecek iktidarlarla aynı işbirliğini sürdürme hedefindeydi. Mübarek devrildikten sonra Mısır’a 250 patronla birlikte “çıkartma” yapan Erdoğan, Suriye’de ise Esad’ı “halkını katlettiği” gerekçesiyle eleştiriyordu.

Baas rejimiyle diyaloğun kopması üzerine AKP liderleri önce “Şam’da namaz kılma” hayaline kapıldı. Bu süreçte, muhalefeti manipüle etmek ve Türkiye yanlısı güçlerle işbirliği yapmak için çeşitli hamlelerde bulunuldu. AKP, Suriye’deki Müslüman Kardeşler örgütüne yakın bir çizgi izleyerek, Baas rejiminin eski Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı yardımcısı Faruk Şara’yı Esad sonrası yönetimin başına önerdi. Çeşitli muhalif gruplarla toplantılar yapıldı. 

Hiçbiri tutmayınca, AKP, Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge talebini dile getirdi. AKP’nin kara harekâtı veya uçuşa yasaklı bölge talepleri Batılı devletlerden destek görmedi. Kobanê’de IŞİD’e direniş günlerinde Erdoğan kent için “düştü düşecek” derken, ABD havadan silah yollayarak PYD’ye destek verdi. AKP’nin “Güçlü Türkiye”si Suriye’deki hiçbir arayışına müttefik bulamıyor, kendisi ise tek başına hiçbir şey yapamıyordu.

En gerici rejimlerle ittifak

Bütün bu sürecin sonunda, AKP bugün bir yandan İsrail ile yeniden “ılımlı” ilişkiler kurmaya çalışıyor, AKP içinde Mısır’daki Sisi cuntasıyla tekrar ilişki kurulup kurulamayacağı tartışılıyor. Erdoğan bir yandan Kürtleri durdurabilmek için ABD’nin yörüngesine girerken, diğer yandan Mina’daki Haç katliamında dahi Suudi rejimini savunuyor. 

Bundan birkaç yıl önce hem siyonizme karşı Filistin halkından yana hem de diktatörlere karşı Arap halklarındanyana gözükmeye çalışarak “Ortadoğu’da sokağın kahramanı” olmayı hedefleyen Tayyip Erdoğan, bütün bunların sahte ve Türk egemen sınıfının çıkarları doğrultusunda girişilmiş hamleler olduğunu ispatlamış oldu.

Zaten Roboski’den Cizre’ye Kürtleri katleden, Gezi’de barışçıl protestolara polis terörüyle yanıt vererek gencecik aktivistleri katleden bir partiden başka türlüsü de beklenemezdi.


Rusya-ABD çözümü mü?

Rusya’nın Baas rejimine askeri desteğini artırmasından sonra diktatör Esad halkını artık Rus uçaklarıyla bombalıyor. Bu durum ABD ile Rusya arasındaki gerginliği artırırken, bir yandan da iki büyük emperyalist devlet askeri olarak karşı karşıya gelmekten kaçınıyor. Rusya, müttefiki Esad’ı korurken ABD ile çatışmamak için IŞİD karşıtı uluslararası koalisyona Baas rejiminin de dahil edilmesini ve böylelikle Rusya ve ABD yanlısı güçler arasında koordinasyonu öneriyor.

Suriye halkının tepesine bombalar yağdıran bu iki gücün varacağı uzlaşma sonucunda çıkacak herhangi bir kararın ise Suriye halkı için “çözüm” olmayacağı kesin.

Mülteciler AKP'ye göre "tehdit"

2 milyon Suriyeliyi “misafirlerimiz” diyerek kabul eden, ancak “mültecilik” haklarını tanımayarak onları Türkiye’de yoksulluğa ve ırkçılığa mahkûm eden AKP, son günlerde bu konuda da tutumunu değiştirdi. AKP’nin “misafirleri”, Türkiye’deki kötü koşullardan kaçmak ve Avrupa’ya gitmek istiyor. 

AB’nin “demokrasi” yalanları, mültecilere örülen duvarlar ve uygulanan polis şiddetiyle çökerken; Batı’yı bu konuda eleştiren AKP de Edirne’de eylem yapan Suriyelilere karşı devlet terörünü devreye soktu. Mülteciler otobüslere bindirilerek zorlakamplara ve diğer şehirlere yollandı, buna itiraz edenler gözaltına alındı, mültecilerle dayanışan aktivistler AKP’nin paçavralarında hedef gösterildi.

Edirne Suriyeli mültecilerden “temizlenirken”, 29 Ağustos tarihinde dönemin İçişleri Bakanı Sebahattin Öztürk’ün imzasını taşıyan bir genelgede AKP’nin Suriyelileri “kamu düzeni ve kamu güvenliği açısından tehdit” olarak gördüğü de ortaya çıktı.

IŞİD'e karşı hepimiz aynı gemide miyiz?

Mezhepçi katliamlarla Ortadoğu’yu kana bulayan güçlerden biri olan IŞİD, büyük güçler tarafından “herkesi birleştiren” bir tehdit olarak sunuluyor. Oysa bu örgütün yükselişini, ABD’nin Irak işgali sonrası ülkede tırmanan mezhepçi çatışmalar ve Suriye’de Arap Baharı’nın birçok farklı dış gücün müdahalesiyle boğulması sağladı.

Üstelik, 2014 yazında Suriye’yi bombalamak için kurulan “IŞİD karşıtı” emperyalist koalisyon, örgütü zayıflandırmadığı gibi giderek güçlendiriyor. IŞİD, bombardıman başladıktan birkaç ay sonra, elindeki toprakların yalnızca %1’ini kaybetmişti. Amerikan istihbarat servislerine göre, milyarlarca dolar harcanan ve on binden fazla IŞİD militanının öldürüldüğü, bir yıldan uzun süredir süren saldırılar, IŞİD’i zayıflatmadı. Aksine, son bir yılda örgüte katılım iki katına çıktı.

IŞİD’in geriletilmesinin yolu Ortadoğu halklarının katilleriyle kurulacak ittifaklar değil, Arap Baharı’nda olduğu gibi, geniş işçi kitlelerin katıldığı özgürlük mücadeleleridir. IŞİD’in güçlendiği mezhepçi bataklık ancak böyle sınıfsal temelde hareketlerin inşasıyla kurutulabilir.

Baas rejimi ve Türkiye'nin ortak noktası

İsmail Beşikçi, Türkiye’nin Rojava’da bir Kürt yönetimine karşı bugünkü hamlesinin Suriye devletinin sömürgecilik ve ulusal baskı politikalarıyla ortaklığını şöyle anlatıyor:

“Bölgenin nüfus yapısı, 1960’larda, 1970’lerde ve sonrasında Baas yönetimi tarafından, devlet terörü eşliğinde değiştirilmiştir. 

1966-1970 arsında Cumhurbaşkanı Nurettin Atasi, Cizre Kobanê arsındaki Kürdleri, örneğin Girê Spî’de yaşayan Kürdleri Suriye’nin güneyine, çöl bölgelerine sürgün etmiş, Arap aileleri, Kürdlerden boşalan alanlara yerleştirmiştir. 

Kobanê-Afrin arasındaki alanlarda örneğin Azez’de, Cerablus’da da aynı operasyonlar gerçekleştirilmiştir. 

1970’den sonra, Hafız Esad da bu süreci derinleştirerek, yaygınlaştırarak sürdürmüştür ve bölgeye Arap Kemeri demişlerdir. Hâlbuki bölge Kürd Kemeri’dir. 

Bu süreci, Baas Partisi’nin, Irak’ta ve Suriye’de Kürdleri asimile etme politikaları çerçevesinde değerlendirmek gerekir.”

Bültene kayıt ol