Çık, mel'un leke! Çık, diyorum! Bir. İki. Eh öyleyse yapmak zamanı geldi. Cehennem karanlıkmış. Ayıp size efendimiz, ayıp! Hem asker olun, hem korkun! Kimin bildiğinden ne çekinelim nasıl olsa kudretimiz sorgu suale gelmez. Yine de, kim ihtiyarda bu kadar kan bulunacağını zannederdi?
Fife Beyi'nin bir karısı vardı; şimdi nerede? Ne, bu eller hiç temizlenmeyecek mi? Artık yeter; böyle ürkmekle her şeyi bozuyorsunuz.
İşte hâlâ kan kokuyor. Arabistan'ın bütün ıtırları şu minicik elin kokusunu tatlılaştıramaz. Ah! Ah! Ah!
Ellerinizi yıkayın, geceliğinizi giyin, öyle benzi uçuk durmayın. Tekrar ediyorum, Bangue gömüldü, mezarından çıkamaz ki.
Yatağa, yatağa. Kapı vuruluyor. Gelin, gelin, gelin; verin bana elinizi. Olan bir şey bozulamaz. Yatağa yatağa yatağa!
Oyunun adı :MACBETH
Yazan: William SHAKESPEARE
Türkçesi: Orhan BURİAN
Siz hiç bu ülkede birilerinin ya da bir şeylerin eksik olduğu hissine kapılmadınız mı? Terk edilmiş yarısı yıkık ya da cemaatsiz kalmış kiliseleri, yaşadıkları evlere, mahallelere yabancı insanları görmediniz mi? Satılığa çıkarılan virane halindeki kiliseleri duymadınız mı? İnsanlar uzak ülkelerden yeni gelmiş de şehre yeni yeni alışıyorlarmış gibi değiller mi? Yüz yıl öncesine dair büyük kahramanlık hikayeleri dışında bir tarih var mı bize anlatılan? Son yüzyılın kültürel dokuyu görmezden gelip hoyratça bir yenilenme çabası içerisinde geçtiğini düşünmediniz mi hiç? Bir yandan ülkenin yeniden inşası ile övünülürken, geçmişin bir kısmı sürekli örtülmeye çalışılmadı mı? Bunun sadece son on yıla mahsus olduğunu düşünmeyin; Cumhuriyetin kuruluşundan beri var olan bir durum. Cumhuriyetin kazanımları acaba birilerinin kayıpları üzerinden mi yükseliyor? Coğrafyanın tarihi ve (üretim) kültürü ile üzerinde yaşayanlar arasındaki kopukluğu hiç fark etmediniz mi? Sürekliliğin kırıldığını görmüyor musunuz? Hep yeninin arayışında olan muhafazakar bir toplumun içinde değil miyiz?
Yeninin peşinden koşarken, yıkılıp kimliksizleştirilen kentler; yapılar. Baştan aşağı “yapılmış” “tasarlanmış” bir başkent. Üzerinde yaşadığı toprakları rant uğruna baştanbaşa yağmalayan bir toplum. Anlamakta zorluk çekiyordum, çünkü batı ülkelerinde kültür bir süreklilik içeriyordu ve gelişiyordu. Burada ise devlet eliyle zorlama bir sanat ve kültür hayatı yarım yamalak hayat buluyordu. Kültür ve yaşam gerçeğin yakın ancak uyumsuz bir kopyası gibiydi. Gözüm hep bu eksikliği tamamlayacak ipuçlarını aramakla meşguldü. Yaşım ilerledikçe eksilenin Rumlar, Ermeniler, Anadolu’nun kadim Hristiyan halkları olduğunu fark ettim. Ortada silik izler bırakarak kaybolmuşlardı. Bazı narin evler, cemaatsiz kiliseler, daha çok gözüme batmaya başladı. Sonraları ise iz olmamasının silik izlerin olmasından daha belirleyici olduğunu fark ettim.
100. yıl önce bu topraklarda Ermeniler, Rumlar, Süryaniler de yaşamaktaydı, hem de o zaman ki nüfusun neredeyse beşte birini oluşturuyorlardı. Ekonominin ise neredeyse dörtte üçü yine Hristiyanların elindeydi. Çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu, kaybettikleri topraklardan gelen Müslümanların göçü etkisinde sıkışıyordu. Milliyetçilik denen anlamsız ideolojinin yükseliş dönemiydi. 1908 yılında ikinci meşrutiyet ile eşit vatandaşlık hakkı kazanmış Hristiyanlar ise bıçak sırtında olduklarını, iktidarda olan İttihat ve Terakki partisinin milliyetçi hedeflerinin kurbanı olacaklarını henüz idrak etmemişlerdi. Sürecin tarihini anlatacak değilim çünkü yıllarca kafamdaki soruları yanıtlamak için açlığını çektiğim kaynaklar artık kısmen ulaşılabilir durumda. Ben sadece 1900'lü yılların başından beri meydana gelen kırımların bir dökümünü yapmayı ve günümüze kadar gelen kronikleşen kabusun altını çizmeye çalışacağım. Bu döküm aslında sadece yerleşen bir geleneği açıklamak için yapılmakta, azınlıkların öldürülmesi sadece onların maddi varlığının yok olmasını değil, aynı zamanda Anadolu kültürünün nasıl değiştiğini, bu kırımın toprakları nasıl fakirleştirdiğini de anlatmaktadır. Sadece insanlar ölmemiş cezasız kalan bu kıyım diğerlerine de yol açmış ve adalet duygusunun da tamamen yok olmasına sebep olmuştur. Üretim ağır yaralanmış, senelerce dillere pelesenk edilen ve suçu sadece emperyalistlere yıkılan fakirlik de bu topraklara yerleşmiştir. Emvali metruke komisyonları aracılığı ile haksız zenginleşmiş insanlar, toplumda anlamsız bir rant ekonomisinin verimsiz sarmalında hala çırpınıyor. Üretmeden kazanma beklentisinin bu ülkeye ne zaman yerleştiği hakkında aklınıza hiçbir soru gelmiyor mu?
Kültür birikimi yok olmuş bu topraklarda devlet eliyle suni bir batı taklidi ortam oluşturulmaya çalışılmadı mı? Cumhuriyetin başından beri besteler operalar konserler balolar ve giyim tarzı ile taklide dayalı batılı tarzı bir yaşam stili dayatıldı. Burjuva kültürünü üreten Hristiyan azınlıklar yok edildikten sonra, eğreti bir şekilde benzer bir kültür oluşturulmaya çalışıldı. Şapka giyenleri öldürüp, yerine yerleştirdiğiniz farklı kültüre sahip insanlara zorla şapka giydirerek modernleşme sağlayamazsınız. Sadece toplumun bir kısmını yok edilmekle kalınmadı, kalanı da baskı altında yeni bir tek tip yaşama yönlendirildi. Devlet eliyle belirlenmiş tek tip vatandaşa “mutlu” olmaktan başka hiçbir seçenek tanınmadı. Mutlusundur veya değilsindir, ancak cesaretin varsa mutsuzum de ve gör. Şapka taksınlar, vergi versinler diye Trabzon’a Hamidiye zırhlısını yollayıp bombalatmak nasıl bir anlayıştır? Ya da şapka giymeyenleri asmak? 1916 Ankara yangınında yanan seksen piyanonun çıkardığı sesler yok olan kültür için yakılan bir ağıttı ve sadece bize Karay'ın sayfalarından yansıyabildi. Acaba bu topraklarda duymadığımız başka ne ağıtlar var?
Siyasal ve sosyal hayatımızda bu kırımla budanmış bir sürü dalın olduğu da çok açık görülüyor. Hala demokrasi anlayışımız topal, sol ise kendini bu milli dalganın etkisinden kurtaramıyor hala…
Bize sunulan resmi tarihe başkaldırıp gerçeklere ulaşma vakti gelmedi mi? Bütün dünya bundan bahsederken biz burnumuzun ucundaki kanıtlara daha ne kadar gözümüzü kapatabiliriz ki? Sürekli üstünü örtmeye çalıştığınız bir gerçekle nasıl uyuyabilirsiniz veya yaşayabilirsiniz? Nasıl adalet ve demokrasi isteyebilirsiniz? Sürekli olarak sorgulayamayan, demokratikleşemeyen, rant getirisi bekleyen, hakkını arayamayan bir toplum olmamızın temelinde bu olaylar yok mu? Devletin tunç elinin sürekli kafamıza inmesi korkusu ile çoğunlukla sessiz kalmıyor muyuz? Dedelerimizin, canlarını mallarını alıp çocuklarını yetim bıraktığı, karılarını sattığı veya zorla evlendiği insanların yok oluş tarihinin gizli ezikliğini omuzlarımızda tüm ağırlığı ile hissetmiyor muyuz? 100 yıl önceki komşularımızın yüzüne utanmadan bakabiliyor muyuz? Kökenini bile anlamadan bilmeden lüzumsuzca bir düşmanlık duyulmuyor mu bu kadim halklara? Ya şimdiki komşularımız, onlar da bizim için aynı şeyi düşünüyor mu? Bir gün ötekileşip gırtlak gırtlağa gelmenin korkusu hiç mi yok içinizde? Günahlarımızdan arınmak için Lady Macbeth'in ölmeden önceki hali gibi sürekli ellerimizdeki kanı yıkama isteği, sürekli yenilenme isteği içinde değil mi bu ülke?
Hep o yüzden mi yıkıp yeniden yapıyoruz şehirlerimizi. Rant alışkanlığı ve bizim olmayana, haksızca sahip olmanın getirdiği toplumsal suçluluk, gerçek olana gözümüzü kapatıp, bilime medeniyete sırtımızı dönmemize yol açıyor olmasın sakın? Sürekli olarak cevapları tam olarak verilemeyen kırımların açıklanamayan faciaların ülkesi değil mi bu ülke? Kendimizi aklamak için sürekli başkalarını suçlamaya çalışıp hak ettiğimiz demokrasi ve barışa 100 yıldır ulaşamamızın sebebi bu değil mi? Her katliamla bizde biraz daha ölmedik mi? Nefretin ve suçluluğun yükünü içimizde taşımıyor muyuz? Aşağıdaki liste size bu yanlış devleti anlatmıyor mu? Adaletin kaybolduğu İlk katliam diğerlerinin yolunu açmadı mı? Kaç tanesinin gerçek suçluları biliniyor ve adalet yerini buldu? Daha ne kadar geçmişin hayaletlerini taşıyacağız içimizde? Macbeth'de olduğu gibi cezasız kalan ilk cinayetin diğerlerinin başlangıcı olduğunu göremiyor musunuz?
1894 Sason Olayları (Batman): Hem merkezi hükümete hem de Kürt ağalara vergi veren Ermenilerin ayrıca çetelerin yağmasına karşı durup ıslahat istemeleri üzerine Hamidiye Alaylarının ve merkezi kuvvetlerin önderliğinde Ermeni toplumunun kıyılması. 80.000 civarında Ermeni nüfusun kaybı ile sonuçlandı.
1909 Adana Olayları: İttihat ve Terakki partisini kışkırtmaları ve teşvikleri sonucunda bölgedeki Ermeni nüfusun üçte birine karşılık gelen sivil 22.000 kişinin katledilmesi ve mahallelerinin yakılması. Özellikle Hareket Ordusu gelecek diye Ermenilerin kendilerini savunmasının engellenip katliam sonrası ordunun bölgeye gelmesi…
1913-1914 Ege Kırımları: Rumları, yine İttihat ve Terakki partisinin milli ekonomi için Rum ve Ermeni nüfusunu Ege ve Trakya’dan sürülmesi mallarına el konması olaylarıdır. Sivil halk korkutulmuş kaçırılmış ve sürülmüştür. Bu 1915 olaylarının provası olarak adlandırılabilir.150-200 bin Rum sürülmüş kaçırılmış ve İzmir ve Foça’da katliamlar meydana gelmiştir. 1908 Meşrutiyetin ilanı ve Balkan savaşları sürecinde devlet dolayısı ile İttihat ve Terakki kendi Hristiyan vatandaşlarına savaş açmıştır.
1915 Ermeni Soykırımı: Görmekten ısrarla kaçındığımız olayların en büyüğü ve en acısıdır. Sadece Ermeniler açısından bir yok oluş hikayesi değil, aynı zamanda Anadolu’nun ve ülkemizin şu anda içinde olduğu durumun da en önemli tanımlayıcısıdır. 24 Nisan 1915'te Ermeni toplumunun önde gelenlerinin toplanıp önce sürülüp sonra öldürülmeleri ile başlamıştır. Sonrasında ise 27 Mayıs tehcir kanunu ile tüm Anadolu’da yaşayan Hristiyan sivil halkın önce erkeklerinin amele taburlarına alınması, sonra kadın ve çocukların Müslümanlaştırılması, direnenlerin ise sürülüp öldürülmeleri ile sonuçlanan süreçtir. Bu olayları Hristiyan mallarının el değiştirmesi ve birçok şehirde mahallelerinin yakılması takip etmiştir. Nüfusun %20 sine denk gelen bir burjuva, esnaf, çiftçi, işçi ve zanaatkar yok edilmiş ve mallarına el konulmuştur. İttihat ve Terakki'nin Türk milleti projesi Anadolu’nun yerlisi Hristiyan kanı ve gasp edilen malları üzerine kurulmuştur. 1.500.000 Ermeni öldürülmüş ve sürülmüştür. Sistematik olarak bir kırım uygulanmış ve bu kan ve cinayetler toplum barışı ve huzurun en önemlisi de içimizdeki adalet duygusunu öldürmüş, ikincil olarak ise haksız kazanç elde etme alışkanlığını topluma yerleşmiştir. Kendi vatandaşlarına kıyıp, onların kanı üzerine sistem kuramazsınız. Kurulmaya çalışılınca da şimdi yapıldığı gibi, sistemin çalışmamasının suçu Müslümanlara, emperyalistlere ve en kolayı Kürtlere yüklenir.
1915 soykırımı sorumlusu olarak Malta’ya sürülen sorumlular sürecin sonunda ülkeye döndüklerinde yeniden Cumhuriyetin kuruluşu sürecinde görev alırlar ve Ermenilerden el koyulan mallarla ödüllendirilirler. Cumhuriyetin kuruluşundaki kadroların önemli bir kısmı Ermeni Soykırımında aktif görev almış kişilerdir. Bu kadroların devamlılığı ideolojideki sürekliliğe de işaret etmektedir.
Ve sonra bu ilk cinayetlerin devamı günümüze kadar gelir.
1919-1921 Pontus Rum Soykırımı: 1914 Ege’de başlayan kırımın devamı niteliğinde 80.000 civarında Rum vatandaşın öldürülmeleri ile sonuçlanmıştır.
1921 Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası: Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katli ve bu katliamın suçlularının bilinen belirsizliği…
1921 Koçgiri İsyanı: Kürt hareketinin başlangıç noktası sayılabilecek Koçgiri isyanın daha önce de Rum ve Ermeni etnik temizliğinde görev alan Sakallı Nurettin Paşa ve Topal Osman emrindeki güçler tarafından kanlı bir şekilde bastırılması.
1922 İzmir Yangını: Resmi tarihin bize yıllardır ısrarla anlattığının aksine Yunan ordusu çekildikten sonra Sakallı Nurettin Paşa emrindeki güçler tarafından İzmir’in Ermeni ve Rum mahalleleri yakılmıştır. Hristiyan siviller denize dökülmüştür. Yangından arta kalan mülkler ise tabii ki el değiştirmiştir.
1920-1923 İstiklal Mahkemeleri: Bozgunculuk, vatan hainliği asker kaçaklığı, saltanat yanlısı olmak gibi suçlardan 60.000 civarında kişi yargılanmış, 48.000 mahkumiyet ve 1000 idam ile sonuçlanmış bir dönemdir. 1924 yılında ise 150’likler davası ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının tasfiyesi ve üyelerinin yargılanması ile devam etmiştir. Bir sürü düşman yaratılmış muhalifler temizlenmiştir.
1924 Nasturi Tenkil Harekâtı: Standart tek tipleştirme yaklaşımının az bilinen kırımlarından biri… Güneydoğunun kadim halklarından Hristiyan Nasturilerin, “ayaklandılar”, “bağımsızlık istiyorlar” gibi bahanelerle dayanarak sürülmeleri ve kırılmaları.
1925 Şeyh Sait İsyanı: Kürt hareketinin bu adımı da devlet tarafından bastırılıyor ve elebaşları asılıyor. Bize yıllarca irtica ayaklanması veya dış güçlerin oyunu olarak gösterilmesine rağmen; bilinmesi gereken temel nokta; Kürt sorununda günümüze kadar gelen olayların sadece 30 yıllık bir sürece bağlanmaması gerektiğidir.
1925 Raçkotan ve Raman Tedib (Terbiye) Harekatları: Şeyh Sait İsyanını takip eden süreçte devam eden temizlik ve ıslahat harekatları kaç köyün boşaltıldığı veya kaç kişini öldürüldüğü ile ilgili bir veri olmamakla birlikte bu terbiye harekatının amacı da çok belirgin.
1925 Şapka Devrimi: Dönemin fotoğraflarında herkesin şapkalı olmasına şaşırıyorsunuz ya, şaşırmayın. O şapkalar devlet zoruyla giyildi. İstiklal mahkemeleri bu konuyu 80 idam ve sayısız hapis kürek ve sürgün cezalarıyla taçlandırdı. Yok edilen, sürülen yerleşik burjuva kültürünün yerine Müslüman halka zorla şapka giydirerek yeni bir kültür oluşturmaya çalışmanın meyvesi ise bugün hala kimliğini arayan bir toplumdur.
1926 Koçuşağı ve Bicar Tedib ve Tenkil (terbiye ve ceza) Harekatı: Dersim bölgesinde yaşayan Koçuşağı aşiretinin ve Bicar bölgesinin terbiyesi ve ıslahatı için yapılan harekatlar sonucunda 280 civarı köy yakılıp 2000 kişi öldürüldü.
1927 Sason Islahat Planı: Bölgede ıslahat harekatı 1936 ya kadar sürmüş, birçok can kaybının yanı sıra yasak bölge olarak tanımlanan Sason’un halkının bir kısmı batıya sürülmüştür.
1927 Mutki Tedib ve Tenkil (terbiye ve ceza) Harekatı: Bitlis Mutki de 35 köyün nakledilmesi emrine karşı gelen halkın ayaklanması üzerine, köyler yakılıp boşaltılmıştır. Köylerin ahalisi ise imha edilmiştir.
1934 Trakya Pogromu: Trakya’da yaşayan 15.000 Yahudi‘nin faşist baskılara tabi kalıp 3.000 tanesinin bölgeyi terk etmesi ve birçoğunun mallarının yağmalanması ve el değiştirmesi... Yahudi düşmanlığının ve Nazizimin Almanya’daki yükselişi ile aynı zamana denk düşmesi de dikkat çekici bir durum.
1937 Dersim Katliamı: 1.Dersim harekatında Kürtleri Türkleştirme politikaları doğrultusunda önce bölge açık hava cezaevi haline getirilip bölge halkına baskılar arttırılır. Köyler yakılır yıkılır direnen Seyit Rıza ve 33 kişi idam edilir.
1938 - 2. Dersim Katliamı: 1937 harekatında başlanan katliam devam ettirilmiş mağaralara saklanan halk zehirli gazlarla öldürülmüştür. 1937-1938 katliamlarında 14.000 civarında insan öldürülmüştür.
1942 Varlık Vergisi: Ağırlıkla gayrı Müslim vatandaşlara uygulanan bu vergi, ödeyemeyenlerin Sivrihisar ve Aşkale’de çalışma kamplarına sürülmesi ile sonuçlandı. Milliyetçi ayrımcılık ve adaletsizliğin eşsiz bir örneği…
1955 6 - 7 Eylül Olayları: Temelinde Kıbrıs anlaşmazlığının olduğu, ancak 6 Eylülde Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evin bombalanması haberi üzerine devlet eliyle yönlendirilen pogromdur. Öncelikle Rum ve diğer gayrı Müslimlere ait işyerlerinin ve evlerin yağmalanması iki gün sürdü.15 ölü ve 200 tecavüz vakası… Sorumlular bulunup yargılanmadığı gibi, masum solcular tutuklanmıştır. Ülkemizin dış politikadaki sorunları kendi vatandaşlarına saldırarak çözme zekasına belirgin bir örnek oluşturur.
1960 27 Mayıs Darbesi: Darbenin iyisi olmaz. Ne olursa olsun seçimle işbaşına gelen başbakan ve iki bakanın asılmasının idam edilmesinin açıklanır bir yönü yoktur. Demokrasi içinde çözemediğimiz her olay karşımıza akan kan olarak çıkacaktır.
1964 Rum sürgünü:1963 Noel’inde Kıbrıs’ta yaşanan faşist EOKA-B cinayetlerini bahane ederek, İstanbul’da olaylarla ilgisi olmayan Rum Nüfusun sürgün edilmesi. Gazetelerde sürgün listeleri yayınlanmıştı. İnsanlar karakola çağrılıyor, bir kağıt imzalatılıyor ve 48 saat içerisinde ülkeyi terke zorlanıyordu. Sınır dışı edilenler yanlarına ancak 20 Dolar para ve 20kg ağırlığında şahsi eşya alabiliyordu.18 ay içerisinde 13.000 civarında Rum sürüldü.
1969 Kanlı Pazar: 16 Şubat tarihinde İstanbul Beyazıt meydanına ABD'nin 6.Filosunu protesto için düzenlenen antiemperyalist mitinge sağcıların saldırması üzerine iki solcu gencin bıçaklanarak öldürülmüş ve polis buna seyirci kalmıştır. Suçlular bulunup cezalandırılmadığı gibi, solcu gençler suçlanmaya çalışılmıştır.
1971 Muhtırası: Türk Silahlı Kuvvetlerinin baskısı ile hükümet istifa ettirilmiş ve teknokrat bir hükümet kurulmuştur.
1977 1 Mayıs - İstanbul Taksim Meydanı: Kanlı 1 Mayıs olarak hatırlanan 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamaları sırasında çıkan olaylarda 39 kişi hayatını kaybetti.
1978 16 Mart Katliamı: İstanbul Üniversitesi'nden çıkan sol görüşlü 100'e yakın öğrencinin üzerine bomba atıldı ve silahla ateş açıldı. Olayda 7 kişi öldü, 47 kişi yaralandı. Olayın failleri yakalanamadı.
1978 Kahramanmaraş Katliamı: Yedi gün süren olaylar sırasında 150 Alevi öldürüldü. Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yakıldı, 100'e yakın işyeri tahrip edildi. Yirmi üç yıl yıl süren davalar sonunda 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1–24 yıl arasında ceza almıştır. Katliamda önemli rol oynayan 68 kişiye ise ulaşılamadı. 12 Eylül Darbesi'ne sebep olarak gösterilen olaylardan biri olarak kabul edilmektedir.
1980 Çorum Katliamı: Mayıs ve Temmuz ayları arasında meydana gelen, siyasi ve dini temelli olarak katliam. Ülkücülerin, Alevi Mahallesine saldırması üzerine, çoğu Alevi olmak üzere resmi kaynaklarca 57 sol görüşlü yurttaşın ölümü ve yüzlercesinin yaralanmasıyla sonuçlanmıştır.
1980 Darbesi: Türk Silahlı Kuvvetleri ülkedeki gelişmelerden dolayı yönetime el koydu. Meclis ve siyasal partiler kapatıldı; parti başkanları ve aydınlarla birlikte çok sayıda mesleki ve siyasal örgüt yöneticisi tutuklandı. Bu darbenin kabataslak bilançosu ise şöyledir; 650bin kişi gözaltına alındı,230 bin kişi yargılandı. 517 kişiye idam cezası verildi, 50’si asıldı. 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitti. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü; 171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi; 43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi. Bu kayıpların sadece bir kısmı…
Ayrıca Kürt hareketinin önderleri ve ileri gelenleri Diyarbakır Cezaevinde ağır işkencelerden geçirildiler. Diyarbakır Cezaevinde yaşatılan zulüm, etnik direnişin canlanmasına ön ayak oldu. 1984 Ağustos ayında Şemdinli ve Eruh saldırıları ile başlayan bu yeni süreç, günümüze kadar çeşitli evrelerden geçerek sürmektedir. Kaynaklara göre 36.000 kişi bu süreçte hayatını kaybetti. 8.000 kamu görevlisi 22.000 PKK’li ve 5.000 sivil… Binlerce köy ve yerleşim devlet eliyle boşaltıldı, 311.000 kişi göç ettirildi.
1986 Neve Şalom Sinagogu: İstanbul'daki Neve Şalom Sinagogu'na düzenlenen saldırıda 21 Musevi öldürüldü, 4 kişi yaralandı.
1993 Sivas Katliamı: Çoğumuzun yakından bildiği Madımak Oteli Katliamı. 33 aydınımızın ve 2 otel çalışanının Pir Sultan Abdal şenlikleri sırasında yakılarak katledilmesi… Sorumluları hakkıyla cezalandırılmadığı gibi, bir kısmı ödüllendirildi bile…
1995 Gazi Mahallesi Olayları:12 Mart akşamı Alevilerin çoğunlukla yaşadığı Gazi Mahallesinde dört kahvehane ve bir pastanenin taranması sonunda 1 kişi öldü ve 25 kişi yaralandı. Takip eden günlerde çıkan protesto olaylarında güvenlik güçlerince vurulan 40 kadar kişi öldü ve yüzlerce kişi yaralandı.
2000 Hayata Dönüş Operasyonu: Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlüler F tipi hücre sistemine ve tecrit uygulamasına direnmek için açlık grevi ve ölüm orucu eylemi başlattılar. Buna karşı 19 Aralık 2000 tarihinde, 20 cezaevine birden operasyon yapıldı.30'u tutuklu ve 2 asker öldü, yüzlerce kişi ise yaralandı. 10.000 güvenlik görevlisi eşliğinde hayata dönüldü.
2007 Zirve Yayınevi Katliamı: Malatya’daki Zirve Kitabevi’ne yapılan baskında biri Alman ikisi Türk üç Hıristiyan boğazları kesilerek öldürüldü. Suçlular yakalansa da azmettiricileri sisler arasındadır. Geleneksel anti Hıristiyan temizlik hareketinin bir parçasıdır. Laik ülkede Sünni Hanefi İslam'dan başka dine inanı misyonerlik suçundan kesme alışkanlığı...
2011 Uludere Katliamı: Irak’tan mazot ve sigara kaçakçılığı yapan bir kafilenin hava kuvvetleri tarafından bombalanması üzerine 34 kişi hayatını kaybetti. Sorumlular ortaya çıkartılmadı.
2015 Suruç Katliamı: Kobane dayanışması için yola çıkmadan önce basın açıklaması yapılırken canlı bomba ile yaşamlarını yitiren 34 genç… Sorumlular bulunamayacak…
2015 Cizre Kuşatması: 8 gün süren sokağa çıkma yasağı ile birlikte öldürülen 23 sivil…
Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e öldürülmüş yüzlerce aydını veya devlet eliyle kaybedilmiş her Cumartesi Galatasaray’da anaları tarafından beklenen ve bir daha dönmeyecek olan kayıpları sayamadım bile. Kadın cinayetleri ve cinsel veya her türlü farklılığın ölüm ile cezalandırılması görmezden gelinebilir mi? Biliyorum ki benim dikkatimden kaçan ve sizin aklınıza gelen daha bir sürü olay da var. Ancak bu özet size durumumuzu anlatmıyor mu? Sürekli kanla yıkanan bu ülkede ellerimizi yıkamak ya da simgelere sarılmak bizi ne kadar rahatlatıyor. Milliyetçilik ve sürekli inkarın gölgesinden kurtulup, tarihimizle yüzleşip gerçekten özgürlük, eşitlik ve adalete sarılmak gerektiğini göremiyor musunuz? Öldüren sadece öldürmekle kalmaz, kendi içinden de bir parçası ölür. Huzur ve barış geçmişte kalır.
Yoksa Lady Macbeth gibi içimizdeki pişmanlıklarla ölmeye yatmaktan başka çaremiz yok mu?
Murat Erkman