Felsefelogos dergisi yayın yönetmeni Sinan Özbek ile günümüzdeki ırkçılık üzerine konuştuk...
Röportaj şöyleydi:
Genel olarak ırkçılığın kökenleri nerede, hangi toplumsal çelişkilerde şekilleniyor ve ırkçılıkla milliyetçilik arasında kökenleri açısından nasıl bir ilişki var?
Sinan Özbek: Çok yalın bir ifadeyle söyleyeyim, ırkçılığın kökeninde sömürgecilik vardır. Kimi yazarlar, tarihin derinliklerinde, antikçağlarda ırkçılık görmeye çalışsa da bu yerinde bir yaklaşım değildir. Irkçılık sömürgecilik döneminin başat ideolojisidir. Beyaz adamın işgal eylemine eşlik eden ideolojidir. Irkçı ideoloji, yerli halkların “aşağı” ve “gelişmemiş” olduğunu söyler ve bu nitelemelere bir de “yozlaşmışlık” eklenir. Dikkat edilirse, bu sonuncu ahlaki bir yüklem de taşır. Böylelikle beyaz adamın yerlilerin topraklarına yerleşmesinin ve işgalin meşrulaştırılması sağlanır. Plantaj aristokrasisinin ideolojisi olarak ırkçılık, kapitalizm içinde köle emeği kullanmayı açıklamayı başarır. Zira kapitalizm köle emeği üzerinde yükselen bir sistem değildir. Bu söylediğim hâli ırkçılığın tarihsel kökenine ilişkindir. Buradan hareketle hemen ırkçılıkla kapitalizm arasındaki bağı görmek mümkündür. Çağımızda ırkçılık daha çok yabancı işçi, göçmen işçi üzerinden işler. Emek gücünün fiyatının daha aşağı çekilmesini sağlamanın kaldıracı olur. Sermayenin terkibinde, değişken sermaye giderlerini sabit sermaye karşısında daha ucuza getirerek, kapitalizm için özsel bir işlev üstlenir.
Şimdi bu söylediklerimin milliyetçilik olmadığı açık. Milliyetçilik temel olarak ulus devlet inşa etmenin ideolojisidir. Bir teritoryumu, bir milletin vatanı hâline getirme işini üstlenmiştir. Milli sınırlar dışındaki insanlara yönelmiş bir ideolojidir. Geniş kitleleri savaşa teşvik edebilmenin kaldıracı olur. Şimdi iki ideoloji arasında asıl ortak nokta, kapitalist üretim sistemi içinde ortaya çıkmalarıdır ve de egemen sınıfın egemenliğini sürdürebilmesinin başat görüşleri olmalarıdır. Ama bu, aynı ideoloji oldukları anlamına gelmez. Milliyetçilik ve ırkçılık, kapitalizmin farklı sorunlarını aşmak için işlev yüklenen farklı iki ideolojidir.
Türkiye’de ırkçılık devlet tarafından nasıl ele alınıyor? Irkçılığın devletle ilişkisi nasıl kuruluyor?
Ben Türkiye’de ırkçı ideolojinin şekillenmesinin gelişmiş kapitalist ülkelerden farklı olduğunu düşünürüm. Nasıl ki Türkiye’de kapitalist ekonomi devlet eliyle geliştirilmişse, yani bir tür devlet kapitalizmi olarak inkişaf etmişse, tıpkı bunun gibi ırkçılık da devlet eliyle geliştirilmiştir. Daha net söylemek gerekirse, Türkiye’de ırkçılık bir devlet ırkçılığı şeklinde gelişmiştir. Bu devlet ırkçılığını, Foucault’nun tanımladığı anlamda öldürme hakkını geri alma girişimi olarak tanımlamıyorum. Çok net olarak devlet eliyle inşa edilen bir ırkçılıktan söz ediyorum. Bu ırkçılık temel olarak Müslüman Türk bir burjuva sınıfı yaratmaya eşlik ediyor. Gayrimüslim halkların sermayelerinin ve varlıklarının ellerinden alınması, sermayenin el değiştirmesi sürecine eşlik ediyor. Sermayenin Müslüman Türklerinin eline geçmesinin her türlü manevrasına bu ırkçılık eşlik ediyor. Dolayısıyla Türkiye’de ırkçılık, soykırım tartışması olmaksızın düşünülemez. Ama ırkçılık; en çıplak, en kitaba uygun formunu, Yahudilerin sermayedeki etkin konumlarından uzaklaştırma süreçlerinde gösteriyor. Çünkü Ermenilerin mallarına el koyup sermayenin el değiştirmesini sağlarken, ideolojik ikna kalıbı olarak “ihanet etme, arkadan vurma” retoriği iş görebiliyordu. Rumlar için de benzer bir retorik iş görebilirdi. Oysa Yahudi sermayesine el koyma süreci hiç de bu retorikle izah edilebilir gibi değildir. Burada özellikle Ermeni mallarına el konulma sürecinde Müslüman bir halk olan Kürtlerin de devletle işbirliği içinde olduğunu hatırlamak gerekir. Paradoksal bir şekilde Kürt halkının hak taleplerinin başladığı noktada, bu talepleri reddetmenin manivela aracı olarak ırkçılık devreye giriyor. Bu kaçınılmazdı, zira ırkçılık ulusal teritoryum içinde farklı olan halkları dışlamanın, sıkıştırmanın, haklarını kesmenin ideolojisi olarak işler.
Kürt sorununun gündeme geliş biçimleri ırkçılığı nasıl etkiliyor? Sizce Suruç katliamından sonra hızla içine yuvarlandığımız savaş sürecinin ırkçılık üzerinde güncel etkileri nelerdir?
Azınlıklar, ezilen halklar kendilerine biçilen rolü -ki bu rol en iyi ihtimalle ikinci sınıf insan olmaktır- kabul etmeyip eşit haklar talep ettiğinde ırkçılık azgın bir hâl alır. Azınlıkların, ezilen halkların “normal durumu” bu ikinci sınıf oluşa boyun eğmiş olmaktır. Bu “normal durumda” ırkçılık da normal karşılanır. Dahası, ırkçılığa maruz kalan halklar, ırkçılığa maruz kaldığını dahi göremez. Irkçılığa maruz kalanların iş piyasasındaki rolü ucuz emek gücü olmaktır. Ne zaman ki ırkçılığın kurbanları, kendisinin maruz kaldığı durumun farklılığını ve haksızlığını kavrar ve “hayır” derse, işte bu anda azgın, saldırgan bir ırkçılık devreye girer. İşte bu noktada “onlar da rahat dursunlar” ifadesinden başlayıp mübadeleye, oradan da “hepsinin soyunu kurutmak lazım”a kadar öneriler ortaya saçılır. İşte şimdi Kürtleri hem ikinci sınıf vatandaş yapmış hem de ikinci sınıf vatandaş olarak bir yerde tutmaya hizmet etmiş ırkçılık, Kürtlerin “hayır” demesiyle azgınlaşıyor. Burada asla unutulmaması gereken, sorumlunun “hayır” diyen olmadığıdır. Aksine ırkçılığa “hayır” demek onurlu tutumdur. Ancak burada bir ek yapmak gerekiyor: Faşist örgütler, böylesine bir durumu örgütlenmesi için verimli bir ortam olarak görür ve adımlarını buna göre atar.
Suruç’ta öldürülenler, Kürtlerle dayanışma içinde olduklarını ilan eden Türk solcu gençler oldu. Sadece Türkiye’de değil, Arap ve Iran ellerinde yaşayan Kürtlerin, kendilerini yeniden tanımlaması öylesine derin bir öfke yaratıyor ki, onlarla dayanışma ilan eden kesimler bile azgın saldırıların hedefi hâline geliyor. Burada karmaşık bir durum var: Klasik anlamda ırkçılık, teritoryal sınırlar içinde bir savaşın harekete geçiricisi olarak iş görür. Milliyetçilik ise teritoryal sınırlar dışındaki bir savaşın harekete geçirici ideolojisi olarak iş görür. Buraya dikkat etmek gerekir: Kürt meselesinde teritoryumun hem içi hem de dışı mevzu bahistir. Yani azgın bir ırkçılığa eşlik eden azgın bir milliyetçilik bombardımanı söz konusudur.
Irkçılıkla nasıl mücadele etmeliyiz?
Bir kere ırkçılık yapanın bahanesi olamaz, mazur görülebilecek hiçbir tarafı yoktur. Soruna böyle bakmak, ırkçılığa karşı son derece kararlı bir hat oluşturmanın önünü açar. Bu kararlı hattın geniş kitlelere anlatılabilmesi çok büyük öneme sahip. Bundan bir an olsun vazgeçilmemelidir. Ama unutmamak gerekir ki ırkçılık teorik mücadeleyle, eğitimle yenilebilecek bir ideoloji değildir. Geniş kitlelerin ırkçılığa maruz kalanlarla birlikte sokağa çıkması, ırkçıların topladığı kalabalıklardan daha büyük kalabalıklarla karşılarına çıkması son derece önemlidir.