Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur.
Dostoyevski
Türkiye adım adım savaşa sürüklenirken barışın sağlanması için omuzlarımıza ağır bir sorumluluk yükleniyor. Katliamlar, saldırılar, bomba ihbarları, gözaltılar ve infazlar arasında bir köşeye sinip umutsuzluğa kapılmak işten bile değil. Ne de olsa ortalık karışık, dikkatli olmak gerek; zaten bu karmaşa içinde ne olup bittiğini anlamamıza imkân yok; hem anlasak da biz ne yapabiliriz ki, gene hiçbir şey değişmeyecek, öyle değil mi?.. Oysa yaratılan bu kaos ve korku ortamının asıl hedefi bizleri tam da böylesine bir çaresizlik hissi ve kayıtsızlık içine sokmak. Böylesine ağır zamanlarda kendimizi daha yalnız, güçsüz ve karamsar hissederiz, yaşadığımız ülkenin geleceği öyle karanlık görünür ki kaçıp gitmek isteriz. O karanlığın içinde boğulmamak için yapabileceğimiz tek şey, öfkemizi paylaşan insanlarla bir araya gelmek, birbirimizden güç alarak acılarımızı paylaşmak ve baskılara karşı birlikte direnmektir. Dahası o karanlıkta bir ışık yakmak, zorunluluktan ziyade, insani bir görev ve sorumluluktur. Çünkü gözlerimiz bir kez karanlığa alıştığında, ışık artık rahatsız etmekten öte bir işe yaramaz ve bize dayatılan karanlığın sonuçlarına katlanmak zorunda kalırız. Çok geç olmadan savaşın kör karanlığından tek başına bir çıkış olmadığının, barışa giden yolun el ele inşa edilmesi gerektiğinin farkına varmalıyız. Bu da ancak örgütlü bir mücadele ile mümkün olabilir.
Suruç katliamının ardından, barış için tek ses, tek yumruk olma çağrısını Barış Bloku yaptı. 26 Temmuz’da İstanbul’da ortak pankart ve ortak sloganlarla gerçekleşecek Büyük Barış Yürüyüşü öncesinde, Ankara’daki siyasi parti ve demokratik kitle örgütleri de çok kısa bir süre içerisinde örgütlenerek Barış Bloku’nun Ankara ayağını oluşturdular. Aslında çok geç kalınmış bir adımdı. Zira Nazan Üstündağ’ın belirttiği gibi “Suriye savaşı elbet Türkiye’ye bulaşacaktı. Bulaşmasının engellenmesi için örgütlü bir mücadele, tam bir şeffaflık, dayanışma, topyekûn bir iyi kalplilik, savaş hastalığını yok edecek derecede parlak bir ışık ve ona eş bir soğukkanlılık lazımdı”. Roboski’de çocuklar katledilirken, Kobanê eylemlerinde savaş alanına dönen sokaklarda insanlar öldürülürken, AKP’nin Suriye politikası ayaklanmanın iç savaşa dönüşmesine yol açarken savaş karşıtı güçlü bir toplumsal irade ortaya konmuş olsaydı, Kobanê’nin yeniden inşası için daha güvenli bir zemin sağlanmış olacak ve SGDF’li gençler belki de hayatta olacaktı. O yüzden hepimiz bugün bu topraklarda olan bitenlerden ve bundan sonra olacaklardan bizzat sorumluyuz. Ankara Barış Bloku’nun kuruluş toplantısında HDP Kars Milletvekili Ayhan Bilgen’in çok güzel bir şekilde ifade ettiği gibi, “barışın sadece çatışan tarafların üzerine yüklenmiş bir sorumluluk olmadığını ve kesinlikle iktidarlardan beklenecek, onların merhamet ve lütuf alanında görülecek bir değer olmadığını, ancak toplumsal mücadeleyle gösterebiliriz”.
Bunun için ilk yapmamız gereken, geç kalınmış bir adımı bir an önce atmak ve Barış Bloku’nun Ankara ve İstanbul eylemlerine geniş bir katılım sağlamak. Zira Kürdistan’da uzun zamandır barış için yükselen seslerin Batı’da da aynı şekilde yankılanması gerekiyor. Barışın sesini yükselttiğimiz zaman bu karanlığın ortasında bir türlü göremediğimiz umudu kendi ellerimizle yeşertmiş olacağız. Ve bu umut bundan sonraki mücadelede bize yol gösterecek. Savaş karşıtı mücadelenin toplumun geniş kesimlerine yayılan kitlesel bir barış hareketi olarak süreklilik kazanması için, mücadele alanının sokaklardan hayatın her alanına yayılması ve anti-kapitalist bir mücadele hattında örgütlenmesi gerekiyor. Bunun için de önümüzde uzun bir yol var ve biz daha yolun en başındayız. Atılması gereken ilk adımı el ele, hemen şimdi atalım ve daha da geç olmadan hep beraber en temel hakkımızı, yaşamı savunalım.
Esra Gem