Koronavirüsle nasıl mücadele etmeli?

11.03.2020 - 18:24
Haberi paylaş

Koronavirüs, yeni adıyla Covid-19, salgınına karşı şu ana kadar uygulanmakta olan otoriter ve güvenlikçi yöntemler büyük toplumsal gerilimlere yol açıyor

Karantina altına alınanlara yönelik tepkiler ABD ve İtalya’da Asyalılara ve göçmenlere yönelik ırkçı saldırılara yol açmıştı. Ukrayna’da, İran’dan gelen uçakta virüs taşıdığı belirlenen Ukrayna vatandaşları hastaneye kaldırılmış ve bölge halkı hastane bahçesine barikat kurarak insanların dışarı çıkmasını engellemeye çalışmıştı. İran’da ise karantinaya alınanlar olduğunu öğrenen bölge halkı bir hastanenin karantina bölümünü ateşe verdiler.

İnsani koşulların tamamen terk edildiği, her türlü hak ve özgürlüğün yok edildiği karantina uygulamaları neredeyse tek yöntem haline gelmiş durumda. Oysa görüldüğü gibi bu uygulamalar sorunu çözmeye yardımcı olmadığı gibi aksine yaygınlaşmasına ve çok sayıda insanın ölmesine neden oluyor.

Koronavirüs en çok kimleri etkiliyor?

Virüsün öldürme oranının %2 gibi oldukça düşük bir düzeyde olduğu biliniyor. Ancak yayılma hızının yüksek oluşu sebebiyle binlerce insan hayatını 2 ay gibi kısa bir sürede kaybetti ve bu durum paniğe neden oldu.

Virüsün henüz bir ilacı yani tedavisi bulunmuyor. Önleyici bir yöntem olarak kullanılan aşı da henüz piyasaya sürülmedi. Virüs bulaşan kişiler çoğunlukla bağışıklık sisteminin normal işleyişi sayesinde hastalıktan kurtuluyor. Ancak 60 yaş üzeri ve bünyesi zayıf olan kişilerde ölüm oranları artıyor. Örneğin ölen ileri yaş grubu insanların önemli bir kısmı aynı zamanda diyabet veya başka hastalıklardan mustarip.

Virüsün bu hızda yayılmasının ana nedeni sağlıksız koşullarda yaşayan milyonlarca insanın dev kentlerde iç içe yaşıyor olması. Buna bir de yoksulluk, beslenme yetersizliği, sağlıksız çalışma koşulları ve sağlık sorunları eklenince virüsün etkileri daha da artıyor.

Salgının yayılmasında en zayıf halkalardan birisi göçmenler. Hemen her ülke de en kötü yaşam koşullarına sahip olan, en yoksul kesimi oluşturan, en fazla hareket halinde olan kesim olan göçmenler birinci risk grubu. Üstelik virüsten etkilenen bir göçmen aşırı sağın da hedefi haline geliyor. Trump, ABD’de virüs salgınının yaygın olmamasını Meksika duvarının “başarısı” olarak anlatmıştı örneğin. Oysa virüs taşıyan ilk hastalar ABD’nin kuzey eyaletlerinde görülmüştü. Türkiye’de de göçmenler birincil risk grubu olmasına rağmen göçmen karşıtı gruplar tarafından mağdur değil potansiyel salgın sorumlusu olarak ilan edilebilirler. Bir tek göçmende böyle bir hastalık çıkacak olması korkunç bir ırkçı linçin göçmenleri hedef alması anlamına gelebilir.

Dolayısıyla koronavirüs aslında kapitalizmin neden olduğu yaşam koşullarının bir sonucu olarak bu kadar büyük bir hızla yayılıp ölümlere neden oluyor. Zaten uzmanlar da koronavirüs salgını öyle ya da böyle yenilecek ama yeni salgınlar kaçınılmaz diyorlar. Küresel ısınma, beslenme yetersizliği yaşayan 820 milyon insan, yoksulluk, çarpık kentleşme, sağlık hizmetlerinden yararlanamama vb. durumlar var olduğu müddetçe salgınlar insanlığa ağır bedeller ödetmeye devam edecek.

Koronavirüsün işçi sınıfına etkileri

Salgınla mücadele adı altında uygulanan otoriter karantina uygulamaları işe yaramadığı gibi salgından korunma amacıyla uygulanan diğer yöntemler de işçilerin hak ve özgürlüklerine bir saldırı haline gelmiş durumda.

Öncelikle karantinaya alınanların hiçbir temel hakkı tanınmıyor. Aileleriyle görüşmeleri yasak. İşe gidemiyorlar. Maaşları ödenmiyor. Çoğunlukla uzun karantina uygulamaları veya doğrudan hastalıklı olmaları nedeniyle işlerinden atılıyorlar. Bu durum, dünya genelinde yüz milyonlarca işçi için bir kâbus. Bu nedenle işçiler, hasta olduklarını düşünseler dahi doktora veya hastaneye gitmiyor. Devletler; hasta ailelerine ekonomik destek, maaş garantisi, ücretli sağlık izni, kiralarının ödenmesi, iyileşme sonrası iş garantisi gibi destekleri vermiyor.

Hastanelerde ve kamusal alanlarda çalışanların hakları da göz ardı ediliyor. Toplu taşımada ve kamusal alanda virüsle mücadelenin ilk adımı hijyen. Temizlik işçileri virüse karşı mücadelede en önde yer alır durumdalar. Ancak temizlik işçileri, işçi sınıfının en örgütsüz, en düşük ücretli ve hakları en kolay tırpanlanan kesimi de aynı zamanda. Salgınla birlikte her yerde temizlik işçilerinin iş yükü artırılmış durumda. İzinleri de kısıtlanmış durumda. Üstelik virüsle birinci elden karşılaşma ihtimali olan bu işçilerin iş güvenliği de çoğunlukla sağlanmıyor. Özel kıyafetleri olmadığı gibi uzun saatler kimyasallara da maruz kalıyorlar.

Hastane çalışanları için ayrı bir kâbus yaşanıyor. Virüs konusunda yaşanan panik, büyük bir toplumsal tecrite dönüşüyor. O kadar ki Çin’de virüs taşıdığı bilinen hanelerin kapılarına komşuların tahta çakarak hane halkının dışarı çıkmasını engelledikleri görülüyor. Karantina hastanelerindeki doktor ve hemşireler aşırı uzun çalışmadan ve eve döndüklerinde çevrelerinde potansiyel virüs taşıyıcısı olarak görülme durumundan şikayetçiler. Çin’de otoriter yönetime karşı seslerini duyuramayan hastane çalışanları uluslararası medyaya “bize yardım edin” diyen bir mektup kaleme almak zorunda kalmışlardı.

Beyaz yakalı ofis çalışanları virüsten olumsuz etkilenen bir başka grup. Birçok şirket ofis çalışanlarını evden çalışmaya zorluyor. Bu, işçilerin kolektif haklarına yönelik en büyük saldırılardan biri olan esnek çalışmayı ve taşeronlaştırmayı yaygınlaştırmak ve meşrulaştırmak için bulunmaz bir fırsat yaratıyor. 

Fabrikalarda üretim yapan mavi yakalı işçiler ise zorla işe getirilmeye çalışılıyor. Çin’de virüs nedeniyle işe gitmek istemeyen veya izin alan işçiler işten atılıyorlar. Medyada Uygurların toplandığı çalışma kamplarında köle emeğinin yaygın bir şekilde işe koşulduğu haberleri yer alıyor. 

Ne talep etmeli, ne yapmalı?

Öncelikle virüsün bağışıklık sistemi zaten zayıf olan veya başka hastalıkları da olan insanlarda öldürücü etki yarattığını hatırlatmak gerekiyor. Virüsün henüz bir tedavi edici ilacı yok ama diğer hastalıkların var. Diyabet, kanser, kalp vb. hastalıkları olanlar birinci dereceden risk altındalar. Yoksulluk nedeniyle bu ilaçlara erişimlerinin olmaması salgından etkilenmeleri durumunda ölüme neden oluyor. Dolayısıyla bu hastalıkları taşıyanlara hızla ücretsiz sağlık hizmeti ve ilaç yardımı yapılması şart.

Beslenme, virüsle mücadelenin en önemli ayağı. Ancak dünyada yüz milyonlarca insan hiçbir hastalık taşımasa da beslenme yetersizliği nedeniyle virüse karşı zayıf durumdalar. İlk elden İngiltere’deki gibi gıda bankaları benzeri uygulamalarla yoksullar için ücretsiz gıda dağıtımının yaygınlaştırılması gerekiyor. 

Hastalık taşıyan kişilerin ailelerine de düzenli gıda yardımı yapılması gerekiyor. Böylece aile içerisinde yayılması veya ölümcül olması engellenebilir. Aksi takdirde hasta olan aile ferdini karantinaya alıp ailenin geri kalanını işsizlik ve parasızlıkla baş başa bıraktığınızda aile fertlerini ölüme terk etmekten başka bir şey yapmış olmuyorsunuz.

İşçilerin hastalanmaları veya virüsten etkilenmiş olma ihtimali bulunması durumunda kesinlikle ücretli izne çıkarılmaları yasal düzenlemelerle güvence altına alınmalı ve kesinlikle işten çıkarılmaları yasaklanmalı.

Karantina uygulamalarında da temel hak ve özgürlükler dikkate alınmalı. Her hastalık gibi sağlıklı tedavi koşulları olması demek psikolojik olarak da hastaların kendilerini iyi hissedecekleri koşulları sağlamak anlamına geliyor. Örneğin bugün Gold Princess gemisinde yaşanan kâbusun yakın zamanda bir gerilim filmi veya dizisi olarak karşımıza geleceğini düşünmek hayalperestlik olmasa gerek. Sadece 1 kişide görülen virüs 4 Şubat’tan beri karantina altına alınmış gemide yaklaşık 700 kişiye bulaşmış durumda. 10 kişi de hayatını kaybetti. Birkaç metrekarelik kamaralarda 40 gündür tecrit koşullarında yaşayan, sevdikleriyle görüşemedikleri gibi yan kamaradakilerle de (ki ailenin diğer fertleri veya arkadaşları yan kamaralarda kalabiliyor) görüşmeleri engellenen yolcular büyük bir psikolojik çöküntü yaşıyorlar. Bu gidişte gemide hasta olmayan kalmayacak ve karantina daha kaç hafta sürecek belli değil. İran ve İtalya’daki hapishanelerde yaşanan isyanların bir benzeri bu gemide de yaşanırsa şaşmamak gerek.

Karantina uygulamaları da kentlerin uzağında, daha sağlıklı ortamda, hastaların karantina çevresindeki doğal alanlarda dolaşmalarına izin verilecek şekilde yapılabilir. Hastaların ailelerine gereken ekonomik yardım ve kendilerine işe dönüş hakkı gibi koşullar sağlanabilir. Gereken önlemlerin alınmasıyla sevdiklerinin ziyarete gelebilmeleri de mümkün kılınarak insani bir karantina yöntemi tercih edilebilir. Aksi halde tecrit altına alınmaktan korkan, işsiz kalmaktan korkan binlerce insan değil hastanelerde kontrol ve tedaviye gitmek aksine kaçma eğiliminde olacaktır. İtalya ve İran’daki virüs salgını sonucu hapishanelerde yaşanan tutsak isyanlarının nedeni bu. Buralar tutsakların gözünde toplama kampına dönüştürülmüş durumda ve tutsak olarak var olan sınırlı hakları bile ellerinden alınmış durumda.

Salgın durumunda ilk olarak okullar tatil ediliyor. Oysa çok sayıda insan, özellikle de kadınlar çocukları okuldayken part-time işlerde çalışıyor. Okulların haftalarca kapatılması yüzbinlerce yoksul ailenin üzerinde ekonomik yük oluşturuyor. Bunu engellemek için yoksulluk yardımı gibi uygulamaların hızla yasalaştırılması gerekiyor. 

Tüm bunların yanında mahallelerde ve iş yerlerinde dayanışma ağları kurmak ve örgütlüysek sendikaların yerel birimlerini harekete geçirmek gerekiyor. Hükümetlerin yukarıdaki adımları atmasını talep ederken iş arkadaşlarımızla ve komşularımızla iletişim halinde olmak ve evden çıkamayanların gereken yardıma ulaşmalarını sağlamak önemli. İşyerlerinde patronların ücretli izin vermesini sağlamak ve işten çıkarmaları engellemek için yasa çıkmasını beklemeden varsa sendika aracılığıyla yoksa işyerinde kurulacak basitçe telefon uygulamaları üzerinden hasta arkadaşlarımızı takip edip patronları sıkıştırabiliriz.

Özdeş Özbay 

Bültene kayıt ol