Çatlak devam ediyor: Star gazetesi başyazarı AKP için kaygılı

12.03.2015 - 16:11
Haberi paylaş

Star gazetesinin başyazarı Ahmet Taşgetiren, AKP liderliğindeki çatlaklardan kaygı duyduğunu, dertli birçok insanın olduğunu ve benzer kaygıların başka ortamlarda da dile getirildiğini yazdı.

Son dönemde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile MİT Müsteşarlığı görevine tekrar dönen Hakan Fidan'ın AKP'ye adaylığı sürecinde yaşadığı anlaşmazlıklara değinen Star gazetesinin başyazarı Ahmet Taşgetiren, "Ben de kendimi bu davanın bir parçası olarak telakki ediyorum ve insani zaaflarımızın devreye girip, ana misyonların önüne geçmesi ihtimali içime düştüğünde kaygılanıyorum" dedi."Bunu, olayı dışardan izleyen dertli insanların da böyle gördüğünü biliyorum" diyen Taşgetiren, "Birçok ortamda “kaygılar”ın dillendirildiğine tanık oluyorum. siyasetçiler biraz da bizim gibi tedirginleri, kaygılıları dikkate alsınlar" ifadelerini kullandı. 

Taşgetiren, Fidan krizinde Erdoğan'la Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun fikir ayrılığına düşmesini ve sonucun Cumhurbaşkanının isteği doğrultusunda sonuçlanmasını "Bunun adı hiç kuşkusuz, Cumhurbaşkanının 'Fiilen başkan-yarı başkan' olarak hareket etmesi demek" diye yorumladı. 

"Erdoğan'ın kamuoyu önünde açıktan eleştirilerine hükümetin yanıt vermesinin gerilime sebep olacak gibi gözükebileceğine" dikkat çeken Taşgertiren, "Şu son olayda herkesin durduğu noktada samimiyetinden asla kuşku duyulamaz. Ama yüreklerde bir şeyler olduğunu ihmal etmek de bana göre gerçekçi olmaz" dedi.

Taşgetiren'in Star'da "Fidan olayından çıkarılacak ders" başlığıyla yayımlanan (12 Mart 2015) yazısı şöyle: 

Hakan Fidan olayı mutlu sonla bitti.Ama bence yeniden değerlendirmeyi hak eden bir süreç oldu.

Önce şunu söyleyeyim: Adaylığı ilk açıklandığında ben de, tıpkı Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi “Fidan’ın MİT’teki misyonu bitti mi ki?” sorusunu sordum. MİT’te yeniden yapılanma olmaktaydı, Türkiye’nin bütün istihbarat sistemi yeniden dizayn edilmekteydi, çözüm süreci devam etmekteydi, bütün bunlarda Hakan Fidan, Hükümetin, Erdoğan’ın eli-ayağı idi, şimdi neden ve kime bırakıp siyasete yönelmişti?

Değişik gerekçeler öne sürülüyordu, eşinin sağlık problemleri başta zikrediliyordu, Cumhurbaşkanı’na yorulduğunu söylemiş, Cumhurbaşkanı da onu kamuoyu önünde açıklamıştı. Oysa siyaset içinde de önemli sorumluluklar üstleneceği bilgileri yansıyordu medyaya. MİT’te yorgunluk, siyasette yeni görevler...... burada da epey söz üretilecek bir alan vardı.

Bir yerde Cumhurbaşkanı “Kırgınım” bile dedi.

Sonra... Sonrası malum. Hakan Fidan adaylık başvurusunu geri aldı ve peşinden de MİT’teki görevine yeniden tayin edildi.

Peki yeniden değerlendirmeyi gerekli kılan husus ne?

Bir “hasar durumu var mı?” sorusu ile ilgili yeniden değerlendirme...

Olay Cumhurbaşkanı’nın tavır koyduğu istikamette sonuçlandı, Hakan Fidan uyum gösterdi, varsa Başbakan’ın Hakan Fidan’la ilgili siyasi projesi o devreden çıktı, şu ana kadar sürecin bu üç önemli isminden de, sıkıntı izlenimi veren bir yansıma olmadı. İyi.

İyi ama, ortada “Keşke böyle bir süreç yaşanmasaydı” denecek bir durum olduğu da bir vakıa.

Çünkü böyle bir süreçte Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın, bu arada her ikisinin önem verdiği ismin farklı yerlerde durdukları, bunu somut hamlelerle işlerliğe soktukları ve sonunda Cumhurbaşkanı’nın tayin edici, Başbakan ve diğer ismin bu tayin edici role göre konum belirledikleri gibi bir görüntü ortaya çıkıyor.

Bunun adı hiç kuşkusuz, Cumhurbaşkanının “Fiilen başkan-yarı başkan” olarak hareket etmesi demek.

Aslında, hiç problemsiz işlese, bunda da sorun olmayabilir. Herkes “Oooo, bakın ne güzel işliyor işte” deyip, başkanlık-yarı başkanlık sistemine daha sıcak bakmaya başlayabilir. Bu, 7 Haziran seçimlerinde başkanlık için anayasa değişikliği talebinin halkta daha geniş karşılık bulmasını da sağlayabilir.

Buna karşılık, sorunlu, yani Cumhurbaşkanı ile Hükümet arasında gerilime sebep olacak gibi gözüken her olay, halkı tereddüde sevk eder. Gerilimin medyatik boyut kazanması ölçüsünde de halkın tedirginliği, tereddüdü artar.

Bu tür durumlarda genelde, Ak Parti liderlik platformlarında konu, “Dava kardeşliği-kadim dostluklar-çok özel ilişkiler” bağlamında tolere ediliyor, yani telafi ediliyor, hoş görülüyor, tahammül ediliyor.

Şunu söyleyeyim: Bugüne kadar farklı islami hizmet yapıları içinde bulundum, hemen hepsinde siyaset ortamından çok daha derin “kardeşlik” iklimleri yaşanmaktaydı, ancak bu durum, problemli ilişkilerin yara açmasına mani olamamaktaydı. Evet, üst bir irade hep belirleyici oluyordu, ancak bu, “içe atma”yı, sonra da bir şekilde patlamalar ortaya çıkmasını önleyemiyordu.

Siyasette bunun çok daha tahrip edici boyutlar kazanması potansiyeli gözardı edilemez.

Ben olayın sadece iyi niyet olayı olmadığını düşünüyorum.

Şu son olayda herkesin durduğu noktada samimiyetinden asla kuşku duyulamaz.

Ama yüreklerde bir şeyler olduğunu ihmal etmek de bana göre gerçekçi olmaz.

Ben, benzeri bir durumun Erdem Başçı- Ali Babacan konusunda da yaşandığını düşünüyorum. Dilerim yanılayım. Ve dilerim dün yapılan görüşme -keşke bu işler kamuoyu önünde sözler söylenmeden gerçekleşseydi- bu alandaki iletişim kopukluğunun sonu olsun.

Abdullah Gül ile ilgili konunun, daha sağlıklı gelişmesi de temennilerim arasında.

Ben bu konulara sadece bir siyasi analizci boyutunda bakmıyorum. Ben de kendimi bu davanın bir parçası olarak telakki ediyorum ve insani zaaflarımızın devreye girip, ana misyonların önüne geçmesi ihtimali içime düştüğünde kaygılanıyorum. Bunu, olayı dışardan izleyen dertli insanların da böyle gördüğünü biliyorum. Birçok ortamda “kaygılar”ın dillendirildiğine tanık oluyorum. Bilmiyorum, belki siyasetçilerin yüreği daha geniştir, onlar daha tahammüllüdür, onlar her şeyin iyiye gideceğinden daha emindir ama herkes biraz da bizim gibi tedirginleri, kaygılıları dikkate alsınlar.

Bültene kayıt ol