Dün Ankara'da DSİP tarafından düzenlenen Sosyalist Tartışma'da, cinsiyetçiliğe karşı mücadelenin olanakları, krizin faturasını kimin ödemesi gerektiği ve göçmen düşmanlığına karşı nasıl bir ırkçılık karşıtı hat izlenmesi gerektiği tartışıldı.
"Cinsiyetçiliğe karşı mücadele olanakları" konulu ilk oturumun ilk konuşmacısı olan DSİP üyesi aktivist Ayşe Özlem Ekşi, muhafazakâr camiada kadınların hakları için mücadele etmeye başladığı dönemin 1980’lere denk geldiğini belirterek sözlerine başladı. İlk başlarda kapitalizmin kadını cinsel obje olarak sunmasının eleştirisiyle söze başlandığını dile getiren Ekşi, bunu söylemeden söze başlarlarsa Müslüman erkekler tarafından “siz batılı feminizmin oyununa geliyorsunuz” diye suçlandıklarını anlattı.
İslami ve muhafazakâr geleneğe eleştiriler
O dönemde Gonca Kuriş, Cihan Aktaş, Yıldız Ramazanoğlu gibi sivrilen az sayıda ismin köklü eleştiriler getirebildiğini söyleyen Ayşe Özlem Ekşi, 1990’larda ise bu sayının arttığını aktardı. Başkent Kadın Platformu, AKDER gibi örnekleri vererek, erkeklerin hegemonyası altında gelişen kadın hareketlerinden sıyrılındığını, bu dönemde İslami ve muhafazakâr geleneğe eleştirilerin öne çıktığını dile getirdi. Hidayet Şefkatli Tuksal’ın ayetlerin izdüşümünü ve ortodoksiyi sorguladığı doktora tezinin çok yankı bulduğunu hatırlatan DSİP'li aktivist, 1990’lar sonu ve 2000’ler başında ise ilk kez otoriteye ayaklanma bağlamında başörtüsü mücadelesinin verildiğini ifade etti.
Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi gibi bağımsız kadın örgütlenmelerinin çok yoğun tartışmalar yürüttüğünü aktaran Ekşi, bu süreçte diğer kadın hareketleriyle de temasın arttığını dile getirdi. Kamuda başörtülülerin daha fazla yer almasıyla önyargıların kırıldığını ifade eden Ayşe Özlem Ekşi, 2010 sonrasında muhafazakâr iktidarın otoriterleşmeye başlamasıyla, muhafazakâr kadın hareketinin bir bölümünün AKP çizgisine yanaştığını, bir bölümünün ise ayrışarak muhalif bir pozisyona yerleştiğini belirtti.
Ayşe Özlem Ekşi, Müslüman kadın hareketinin diğer sol ve feminist hareketlerle temasından ve yıllar içinde yürütülen tartışmalarla kurulan işbirliğinden bahsederek, en son olarak nafaka tartışmalarındaki ortaklaşmanın çok daha makul bir seviyeye taşındığını dile getirdi.
Farklı kadın hareketlerinin ortaklaşması
Toplantının diğer konuşmacısı DSİP üyesi aktivist Merve Diltemiz Mol ise toplumsal cinsiyetin ve cinsiyetçiliğin çok eski kavramlar olduğunu, ancak tarihin her döneminde farklı işlediklerini hatırlatarak sözlerine başladı. Mol, cinsiyetçiliğin sadece erkek ile kadın arasındaki durum üzerinden tanımlanamayacağını, hegemonik erkekliğin kendisi dışındaki tüm kimlikleri ezdiğini belirtti.
Artık kaybetmiş olan “İslam’la feminizm yan yana gelir mi?” gibi tartışmaların hâlâ sürdürülmeye çalıştığını dile getiren Merve Diltemiz Mol, farklı kadın hareketlerinin ortaklaşmasını çok önemli bulduğunu dile getirdi.
Salondan yapılan katkılarda da seküler ve Müslüman mahallelerdeki kadınlar arasında işbirliğinin iki tarafta da emek emek inşa edildiği vurgulandı. Ayrıca Trump’tan Bolonsaro’ya tüm dünyadaki otoriterleşmeye karşı mücadelenin başını kadınların çektiği hatırlatılarak, kadın hareketi içerisindeki tartışmalarda da antikapitalist öğelerin daha öne çıkmaya başladığı söylendi.
Krizin faturasını patronlar ödesin
İkinci oturumun gündemi, krizin faturasını patronlara ödetmek için verilecek mücadeleydi. Toplantıda Marksist.org editörü Can Irmak Özinanır’ın yaptığı sunumdan öne çıkanlar şöyleydi:
“2008 yılından bu yana pek çok olaya şahit olduk. 2008’e kadar bize devletlerin piyasaya hiçbir şekilde müdahale etmemesi gerektiğini anlatan devletler, başta da ABD, büyük şirketleri kurtarmak için piyasaya müdahale etti. 2008 krizinin üzerinden geçen 10 yılda pek çok olaya şahit olduk. 2010’lu yıllara devrimlerle başladık. Tunus, Mısır gibi ülkelerdeki devrimleri Avrupa’da İspanya, Yunanistan gibi ülkelerde büyük kitle hareketleri izledi. ABD’de Wall Street’i İşgal Et, Türkiye’de Gezi gibi pek çok hareket yaşandı. Dolayısıyla krizin ilk yıllarında tüm dünyada bir sol dalga ile karşılaştık. Ancak politik olarak Syriza, Podemos gibi alternatiflerle kendini ifade eden sol dalga, neoliberal uzlaşının dağılmakta olduğunu göremedi ve krize neoliberalizm dışından bir cevap üretemediği için hızla erimeye başladı.
Bugün ise bir sağ yükseliş ile karşı karşıyayız, Arap devrimleri karşıdevrimler ile yenildi, dünyanın pek çok yanında göçmen düşmanı, ırkçı, aşırı sağcı liderler iktidara geliyor. Önce sola vuran sarkaç şimdi sağa vuruyor.
İşçileri bir araya getirecek platformlara ihtiyaç var
Türkiye’de yaşadığımız krizi de dünyadaki bu eğilimlerin ve kapitalizmin krizinin bir parçası olarak görmek lazım. Evet, antidemokratik uygulamalar krizi derinleştiriyor ama krizin sebebi bunlar değil, Türkiye kapitalizmi de aslında krize girmeye mahkûmdu. Yani krizin sebebi AKP değil, AKP’nin de parçası olduğu daha geniş bir sistem. Dolayısıyla krize karşı Keynesci modele, refah toplumu günlerine geri dönüş veya neoliberalizmin altın günlerine geri dönüş gibi çözüm önerileri gerçekçi değil. Antikapitalist bir hatta örgütlenmek zorundayız.”
Salondan yapılan katkılarda da işçi sınıfının birleşik bir mücadelesinin örgütlenmesi gerektiği ve bu yönde sendika konfederasyonlarını minimum taleplerde yan yana getirebilecek bir Emek Platformu’nun kurulmasının gerekliliği vurgulandı.
Toplantıda, Ankara’da farklı işkollarından ve direnişlerden işçileri yan yana getirme hedefiyle bir emek forumunun örgütlenmesi kararı alındı.
Göçmenlerle dayanışma
Sosyalist Tartışma’nın “Göçmen düşmanlığı ve ırkçılık: Nasıl durdurabiliriz?” başlıklı üçüncü ve son oturumunda ilk olarak konuşan DSİP GYK üyesi Ozan Tekin, şunları söyledi:
“Bugünün dünyasına baktığımızda kapitalizm bize yoksulluk, savaş ve yıkım dışında bir şey vadetmiyor. Yoksulluk, savaş ve iklim değişikliğinden kaçan insanlar “göçmen sorunu” adı verilen bir şey yaratıyor. Trump, göçmen kafilesine karşı orduyu öne sürüyor. Türkiye mülteci meselesinin göbeğinde. Göçmen düşmanlığı ile burada da çok karşılaşıyoruz. Kılıçdaroğlu, AKP seçmenine ‘Suriyelileri gönderecek parti CHP’dir’ diye seslendi. İyi Parti de ‘Türkler azınlık durumuna düşecek’ paranoyası yayıyor.
Meclisteki partilerin dışında da ırkçı argümanların çok yaygın olduğunu görüyoruz. Yüksek sesle konuşuyorlar, hastalık saçıyorlar vb. Bu yüzden ırkçılığa karşı yapılan her iş çok değerli.
Hükümetin tutumunun düzgün bir eleştirisini ortaya koymak lazım. 2011-2015’e kadar uygulanan açık kapı politikasına bir itirazımız yok. Suriyelilerin temel haklardan faydalanamamasıyla, statülerinin olmamasıyla sorunumuz var. Artık o zamanki politikadan bile bahsetmek mümkün değil, mültecilere karşı bir duvar örüldü. İki tarafta da sınırlar kapatıldı.
‘İyi Parti ve CHP’nin ırkçılığı AKP’yi aklamıyor’
Hükümeti eleştirecek diğer bir nokta ise bazı yerellerde gerçekleşen linç girişimlerinin etkin biçimde durdurulmaması, cezasızlık. Türkiye’deki Suriyelilerin statüsü yok. Geçici koruma statüsü diye bir şey çıkarıldı ama bu yeterli değil. Mültecilerin önce statüsünün tanınmasını, daha sonra ise vatandaşlık verilmesini talep ediyoruz. AKP’nin Ergenekon ve sonra MHP ile kurduğu yerli milli koalisyon da ırkçıların elini güçlendiriyor. İyi Parti ve CHP’nin tutumu, AKP’nin bu konudaki politikalarının aklanacağı, mülteci dostu olduğu anlamına gelmiyor.
Suriyelilere dönük ırkçılık sadece dezenformasyondan kaynaklanmıyor. Tepeden üretilen bir egemen sınıf politikası bu. Marx, İrlanda sorununu ele alırken, İngiliz işçi sınıfının örgütlü olmasına rağmen zayıflığını, İrlandalı işçilere karşı egemen sınıfının politikasına karşı çıkamamaktan ve hatta eklemlenmekten kaynaklandığını söylüyordu. Türkiye işçi sınıfı da kendi kurtuluşunu sağlamak istiyorsa, göçmenlerle dayanışmak zorunda. Göçmen düşmanlığı egemen sınıfın kendi kusurlarını gizleyip suçları göçmenlere yüklemesine yol açıyor. Krize karşı mücadelenin ön koşulu göçmenlere dönük ırkçılığa karşı çıkmaktır.
İşçilerin birliği
Elimizde dayanışmaya dair iyi örnekler de var. Saya direnişi, zaman zaman Suriyeli ve Türkiyeli inşaat işçilerinin beraber örgütledikleri direnişler. Saya direnişi işçilerin beraber mücadele etmesinin mümkün olduğunu gösterdi.
Mültecileri zavallı, yoksul yardıma muhtaç insanlar olarak görmemek lazım. Bütün Ortadoğu’da ve Suriye’de olanların doğru bir analizine ihtiyacımız var. 2011’de Suriye’de diktatörlüğe karşı bir ayaklanma başladı. Bu ayaklanma, anlatıldığı gibi cihatçı ayaklanması değildir. Ayrıca göçen Suriyeler AB’nin önlerine çektiği çitleri ve duvarları yıkarak gittiler. Avrupa’da aynı zamanda muazzam bir dayanışma hareketi inşa edildi. Biz de bunu burada yapmaya çalışıyoruz.
Ankara’daki mültecilerin durumu
Oturumun diğer konuşmacısı ise Göçmen Dayanışma Ağı/Ankara’dan Tuğçe Erdoğdu idi. Sözlerine GDA’yı tanıtarak başlayan Erdoğdu, şunları anlattı:
“Ülkesini her ne sebeple olursa olsun terk etmek zorunda kalmış herkesle dayanışmayı savunuyoruz. Yardımlaşmayı değil dayanışmayı hedefliyoruz. Ankara’da aynı mahallede yaşadığımız yeni komşularımız neler yaşıyor? Bugün size Önder Mahallesi’nden bahsedeceğiz. Önder Mahallesi, Altındağ’da Suriyelilerin, Iraklıların, Afganistanlıların beraber yaşadığı bir mahalle. Hukuksuz bir yıkım haberi üzerine oraya gittik. Görüştüğümüz ailelerin çoğu işsizlik yolsuzluk gibi şeylerden bahsettiler. Yıkılan evlerden çıkan insanların önemli bir kısmı Baraj Mahallesi’ne taşındılar. Taşınan göçmenlerin istihdamın yoğun olduğu Siteler’den uzaklaşması onlar için sıkıntılar doğurdu. Terör olaylarından komşuları onları sorumlu tutuyordu. Çocuk bakımı için rahatlık sağlayacak bir yer olmadığı için kadınların çalışması ve kent kullanımı azalıyordu.
16 Temmuz 2016’da ırkçı saldırılar yaşandı. Saldırıdan önce de önlemlerin alınması talep edildi ama çağrı yapan grup Suriyelilere ait işyerlerini ve evleri yaktılar, taşladılar. Bir dükkanın camında ‘Bu Türk dükkanı, taşlamayın’ yazıyordu. Bir grup komşu ise göçmenlere destek olmaya geldiler. Polisi aradık, ‘Darbe girişimi sırasında mahalle ile uğraşamayız’ dediler. 40-50 kişilik Suriyeli grubun yürüyüşü ise polis tarafından bastırıldı.
Göçmen düşmanlığını, ırkçılığı yükselten belli başlı söylemler var. Seçim ve referandum zamanlarında bu gerilimler daha çok artıyor.”
GDA/Ankara ayrıca Muhammed adlı bir Suriyeli mülteciyle yaptıkları, onun hayatını ve sıkıntılarını anlatan bir söyleşinin video gösterimini gerçekleştirdi.