Pandemi 2.0

24.12.2020 - 10:28
Haberi paylaş

Koronavirüsün yeni varyantları ne anlatıyor? Salgını durdurmak için neler yapılmalı? Aşıda şirket egemenliği ve kamulaştırmanın gerekliliği... Tuna Emren yazdı.

Alışkın olduğumuz yaşamın birçoğumuz için kesintiye uğradığı, hatta bazılarımız için tamamen değiştiği, şanslı olanlarımızın evlere kapanıp kitaplara sarıldığı ama maalesef nüfusun büyük bir kısmının böylesi bir lükse sahip olamadığı, gözden çıkarıldığı bir yılı geride bırakıyoruz. 

Bu salgın bize çok şey öğretti. Öncesinde hiçbir şeyin ‘normal’ olmadığını açıkça gördük mesela. Devletlerin, sermayenin çıkarlarına odaklı örgütlendikleri bir dünyada hayatlarımızın da aslında yalnızca bir sağkalım mücadelesi olduğunu fark ettik. Kapitalizmi halen salt bir üretim biçimi saymanın, kendisini böylesine açık etmişken onun sonu gelmez, doymak bilmez hırslarını göz ardı etmenin, tüm çıplaklığıyla ortaya serdiği öldürücü yüzünü görmezden gelmek için kafamızı başka yöne çevirmenin anlaşılacak bir tarafı kalmadı artık. 

Ayrıca dünyanın neresinde yaşıyor olursak ve kim olursak olalım (eğer az sayıdaki sermayedarlar arasında yer almıyorsak), hepimizin tek ve ortak bir mücadele yürüttüğünü de gösterdi. Bir yandan belirsizlikler ve endişe ile yüklü olsa da diğer taraftan umudumuzu tazeleyen gelişmelere tanık olduğumuz bu benzersiz yılı sonlandırırken nihayet aşılanma evresine de giriş yaptık.

Gerçi umutları yükselten aşı haberleri de yine tırnaklarımızı yemememize sebep olan mutasyon haberleri ile iç içe geçti: SARS-CoV2’nin İngiltere ve Güney Afrika’da tespit edilen mutasyona uğramış yeni varyantları aşıların güncellenmesi ihtiyacını doğuracak mı?

İngiltere’deki varyant ne anlatıyor

Aşırı sağcı iktidarlar 11 Mart’ta, yani Dünya Sağlık Örgütü’nün küresel salgın ilan ettiği tarihte patronları değil bilim insanlarını dinleyip gereken adımları atsalardı, pandeminin hızını çoktan kesmiş olur, ikinci dalganın yükselerek Pandemi 2.0’a dönüşmesine fırsat vermezdik. Alarm zillerinin çaldığı o gün hemen sağlık sistemlerinin kamulaştırılmaya başlanması ve tüm kaynakların toplum sağlığı için seferber edilmesi gerekirdi. Bunun yerine, erken normalleşmenin ikinci dalgaya davetiye çıkaracağını ve ikincisinin ilkinden daha zor geçeceğini bile bile ihtiyaçlardansa çıkarları gözetmeye devam ettiler, verileri gizlediler.

Sürü bağışıklığı, ölümcül patojenler karşısında test edilebilecek bir yaklaşım değil. Dünya genelinde neredeyse iki milyona yakın kişi salgın nedeniyle yaşamını kaybetti, vaka sayısı 80 milyona yaklaştı. Oysa ölümler kaçınılmaz değildi, bilakis önlem almak yerine normalleşmeye odaklanmanın, diğer adıyla sürü bağışıklığını denemiş olmanın sonucuydu.

Özü itibariyle sınıf sömürüsüne dayalı olan özel sağlık sektörü ile geldiğimiz nokta da apaçık ortada. Test yaptırmak isteyenler ya kırılma noktasına dek zorlanan hastanelere gidip uzun kuyruklarda bekleyecek -ki bir belirti göstermiyorsa testin yapılacağının da garantisi yok- ya da asgari 250 lira ödeyerek özel hastanelerde yaptırmayı göze alacak. Bir kere, hastalığın belirti göstermeyenler yoluyla da (hatta belki de en çok onlar yoluyla) yayılmaya devam ettiğini biliyoruz. Öyleyse semptom gösterme şartı aranmadan, herkese, ücretsiz yapılmalıydı.

Salgının başından bu yana ısrarla dile getirdiğimiz üzere; PCR testlerinin nüfusa ne kadar yayılabildiği, salgınla mücadelenin belirleyici hamlelerinden biri. Nitekim İngiltere’deki mutant varyantın tespiti de testler sayesinde gerçekleştirildi. Bu noktada testlerin kalitesinin de ne kadar mühim bir faktör olduğunu görüyoruz. 

Virüsler kendilerinden ne kadar çok kopya çıkarırlarsa o kadar çok mutasyona uğrarlar. Virüsün mutasyona uğrayacağı, ikinci dalgada bu yeni varyantların görülmeye başlanacağı biliniyordu. Bunları tespit etmenin iki yolu var; ya bunu yapabilen bir PCR testi kullanırsınız -bu hem hızlı hem de düşük maliyetli olanı- ya da genom dizileme çalışmaları yürütürsünüz. İngiltere’de kullanılan testler yeni varyantları tespit edebilir nitelikte olduğu için virüsteki mutasyonlar hızlıca yakalandı.

Bu varyantta, ilk SARS-CoV2 genom dizilimine kıyasla 23 fark bulunuyor. Bunların 17 tanesi dikkat çeken mutasyonlar olsa da içlerinde öne çıkan üç mutasyon var. İkisi hücreye bağlanma etkinliğini artırıyor. Diğer bir deyişle, virüsün hücrelere tutunma becerisi biraz daha gelişmiş gibi görünüyor. Üçüncüsü ise bağışıklık tepkisini bastırabilecek bir değişim. Bunun da kendisiyle savaşan bağışıklık sistemine karşı bir avantaj kazandırabileceği anlaşılıyor. Virüs bu haliyle daha bulaşıcı. Fakat yeni varyant üzerinde yürütülen araştırmalardan henüz hastalığın seyri açısından daha şiddetli olacağını ya da daha ölümcül hale geldiğini gösteren bir bulgu çıkmadı. Özetle hızlı yayıldığı için dominant varyant haline geldiği ve İngiltere özelinde Aralık ayındaki toplam vakaların %62’sinden sorumlu olduğu tespit edildi. 

Araştırmalar G. Afrika ve İngiltere’de ortaya çıkan varyantların birbirlerinden bağımsız geliştiklerini ama buna rağmen benzer mutasyonlara uğradıklarını gösterdi. Her ikisinin de beklenmedik sayıda mutasyona uğramış olmasının başlıca sebebi, bağışıklığı zayıf bireyler. Bunların bir kısmını, kronik hastalıklar yüzünden zayıf bağışıklık tepkisi ile yaşamak zorunda kalan insanlar oluşturuyor. Ne var ki araştırmalar, virüsün kendinden bu kadar çok kopya çıkarabilmesi için o konakta 2-4 ay kalması gerektiğini de gösterdi. İşte bu bulgu, kapitalist sağlık sisteminin gerçek yüzünü ortaya seriyor. 

Toplum sağlığı yönetiminde her şeyden önce, bağışıklığı güçlü bireylerden oluşan bir toplum hedeflenir. Aslında bu, başarılma şansı düşük bir hedef değil. Sağlıklı kalmak için gerekenlerin nüfusa adil ve dengeli dağılmasıyla kolayca başarılabilir. Ancak sağlıklı toplum dediğimiz şey de özünde temiz hava soluyan, besleyici gıdalara kolayca erişebilen, kendisini hasta etmeyecek yaşam standartlarına sahip, iyileşmeye ihtiyaç duymayan toplum değil midir? İşin gerçeğin, bunların her biri için mücadele vermek zorunda kaldığımız bir dünyada yaşıyoruz. Su hakkı talep ediyor, solunabilir temiz bir hava için harekete geçiyor, iklim adaletini gündeme taşıyor, gıda paylaşımının adil olması gerektiğini söylüyor, bu taleplerimiz için uzun yıllardır mücadele ediyoruz. 

Hâl böyleyken kim toplumsal bağışıklığın sağlıklı bir seviyede seyrettiğini iddia edebilir ki?

Tam kapanmaya ihtiyacımız var

2020, bizleri öldürenin pandemi değil, kapitalizm olduğunu gösterdi. Geçtiğimiz aylarda AB’nin pandemiye karşı süratle aşı geliştirilmesi önerisinde bulunduğu, ancak teklifin ilaç devleri tarafından reddedildiği ortaya çıkmıştı. Bu arada ABD’nin 2,2 trilyonluk salgın destek paketinden de 1,9 milyar dolarının 37 fosil yakıt şirketine aktarıldığı anlaşıldı. 

Sadece bu iki örnek bile yeterdi aslında ama üstüne bir de aşıların 2021’de üretilebilecek toplam dozlarının kalkınmış ülkeler tarafından çoktan satın alındığını, Türkiye de dahil birçok ülkede aşılamanın herkese ücretsiz yapılamayacağını öğrendik. Örneğin ABD ambargosu yüzünden aşı siparişi veremeyen İran’a ise nasıl ulaştırılacağı sorusu henüz yanıtlanabilmiş değil.

Salgının yeni varyantlarla Pandemi 2.0’a dönüştüğü şu aşamada virüsün hızını kesebilecek tek bir şey kaldı; aşılanma başlayana kadar tam kapanmaya başvurmak. 

İngiltere’deki varyant için aşıların güncellenmesine ihtiyaç duyulacak mı, henüz bilmiyoruz. Ancak G. Afrika’daki için güncellenmesi gerekebileceği söyleniyor. Bunlar çoktan küresel dolaşıma çıktılar bile. Örneğin G. Afrika’dakinin İngiltere’ye ulaştığı geçtiğimiz günlerde doğrulandı. Sonuçta aşılanmanın etkili olabilmesi için daha fazla zaman kaybetmeden, bir an önce uygulanmaları gerekiyor. Bundan sonra yaşanacak her gecikme, aşıların güncellenmesi ihtiyacını doğurabileceği için, böyle bir riske girmek pek de akıllıca olmaz.

Esasen İngiltere’nin yaptığı, yeni varyantın erken tespitinden ibaretti. Aynı çalışmayı henüz gerçekleştirmemiş ülkelerde şu anda hangisinin dolaşımda olduğunu bilmek mümkün değil. Fahrettin Koca’nın açıklamaları, Eylül’ün başından bu yana genom verisi paylaşılmadığını gösterdi. Haliyle Türkiye’deki dominant varyantı henüz bilmediğimiz için, İngiltere’dekinin bizde bulunmadığını söylemek de boş bir iddia olur.

Aşılar kime ait?

Aşı girişimleri özel sektörün ellerinde gelişti. Şimdi de güçlerini korumak istiyorlar. 

Ancak bu küresel bir sağlık krizi.  Sermayenin sebep olduğu çevresel felaketler yüzünden patojene dönüşen bir virüs kapitalist ekonomik coğrafyanın kendisine sunduğu tüm elverişli koşulları (yani toplum sağlığının hiçe sayıldığı koşulları) kullanacağı şekilde küresel dolaşıma çıkarıldı ve kısa zamanda kendisini ‘neredeyse yenilmez’ kıldı. Bunda sağlığın özelleştirilmiş olmasının da payı büyüktü, çarpık kentleşmenin de. Son derece yanlış yöntemlerle sürdürülen gıda üretim pratiklerinin de payı var. Görece zararsız bir virüsü canavara dönüştürüp, enfekte olup olmadığımızı anlamak için mecburen yaptırdığımız testleri bile satın almak zorunda kaldığımız bir kriz yarattılar. Şimdi de o canavardan kurtulmak için muhtaç olduğumuz aşılanma masrafının cebimizden çıkacağını anlıyoruz.

Böyle bir aşının şirketlere değil, insanlığa ait olması gerek. Doğru olanı, aşı geliştirici şirketlerin kamulaştırılmasıydı tabii ama formülü ticari sır olarak korumayı seçtiler. Bu yalnızca bir kâr hırsı da değil üstelik, aynı zamanda pandeminin kontrolünü de ellerinde bulundurduklarını görmek gerek. 

Toplum sağlığını etkileyen tüm süreçlerin demokratik denetlenebilmesi için, denetleme hakkının ezici çoğunluğa devredilmesi gerekir ki kamulaştırma da işte bu nedenle hayati bir rol oynuyor.

Salgının hızını kesmek, onu sıradan bir soğuk algınlığı virüsü seviyesine çekmekse niyetimiz, aşıların herkese hızla ulaştırılması ve ücretsiz uygulanması şarttır. Aşıya erişemeyenler, aşılanma için aylarca beklemek zorunda kalacak ya da aşı masrafını karşılayamadıkları için yaptıramayacak olanlar bulundukça, virüse İngiltere’deki varyant örneğinde olduğu gibi yeniden ve daha da güçlenerek gelme, öncekinden daha hızlı yayılma fırsatı tanınmış olur. Öyleyse aşıların büyük sermayenin elinden alınıp insanlara verilmesi sadece etik bir zorunluluk değil, aynı zamanda yaşamın bir an önce normalleşmesinden başka bir şey düşünemeyen siyasi iktidarlar için de en zekice tutum.

Nihayet elimizde aşılanma gibi muazzam bir fırsat var. 2021’de bu salgının hızının kesildiğini görmek istiyoruz. İkinci dalga, son dalga olmalı. Ve artık bize ‘normal’ diye pazarlanan bu sömürüden de kurtulup, kapitalizmin yarattığı travmaları tedavi edebileceğimiz bir geleceğe ilerlemenin zamanı geldi. Çünkü gerçek anlamıyla normalleşebilmek için, insanca yaşayabilmek uğruna mücadele etmek zorunda kalmayacağımız bir dünyaya ihtiyacımız var.

Tuna Emren

Bültene kayıt ol