Marksist.org olarak 1 Mayıs’a doğru işçilere taleplerini, yaşam koşullarını, ekonomik sıkıntılarını sorduk. Eğitim Sen üyesi Şafak Ayhan yazdı.
Gün geçtikçe artan hayat pahalılığı ve ekonomik kriz, insanları en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale getiriyor. Her gün gelen zamlar en basit bir ihtiyacı bile artık lüks haline getirdi, bu katlanılır bir şey değil. Eğitim emekçileri Türkiye’de mevcut yoksulluk sınırının yarısına bir ücretle çalışıyorlar. 10.yılını çalışan bir öğretmenin aldığı maaş 7 bin lira. Yoksulluk sınırı şu an 16 bin lirayı geçmiş durumda.
Emekliliği çoktan hak etmiş olan eğitim emekçileri 3600 ek göstergeye umut bağlamış durumda. Ancak iktidar tarafından bir seçim yatırımı olarak görülen 3600 konusu kördüğüme dönmüş halde. Emekli olunca alacağı maaş yarı yarıya düşecek olan çalışanlar haklı olarak emekli olmak istemiyorlar.
Eğitimin hiçbir bileşenine danışılmadan, görüşleri alınmadan “ben yaptım oldu” mantığıyla hazırlanan öğretmenlik meslek kanunu ise tam bir neoliberal düzen yansıması. Sistem tarafından kadrolu, sözleşmeli, ücretli gibi ayrıştırıldığı yetmeyen öğretmenler bu kez de uzman, başöğretmen gibi unvanlarla ayrıştırılmaya başlanıyor. Eşit işe eşit ücret ilkesine aykırı bu meslek kanununun, eğitimin kurtarıcı can simidi olarak görülüyor olması ise tam bir komedi.
Eğitim iş kolunda onlarca temel sorundan sadece bir tanesi bu yukarıdaki ekonomik tablo. Anadilinde eğitim alamayan çocuklar, mülteci aileler ve çocukları, cinsiyet eşitsizliği, liyakatsizlik, mobbing, angarya en temel sorunların başında gelenlerden. Pandemiyle birlikte gittikçe derinleşen bu ekonomik krizde sermaye sevici iktidar her fırsatta ihalelerle sevindirdiği patronlarına zeval gelmesin diye adeta çırpınıyor. Milyonlarca liralık ihaleleri alanlar üzerine vergi borçlarını sildirenler ve dönüp de ‘’Aslında hepimiz aynı gemideyiz’’ diyenler ekonomik krizin baş sorumlularıdır.
Çalışanların en öncelikli talepleri zamların geri çekilmesi ve bağımsız araştırma şirketlerinin belirlediği enflasyon oranlarına göre maaşların iyileştirilmesidir. Geçtiğimiz toplu sözleşme döneminde kamu çalışanlarına sarı sendika tarafından reva görülen yüzde beşler, yüzde yedilerin tekrar karşımıza çıkmaması için emek eksenli KESK / Eğitim-Sen gibi mücadeleci sendikalarda örgütlenmemiz gerekiyor.
Bulunduğum iş yerinde göçmen bir çalışan yok ancak ucuz iş gücü olarak görülen göçmenler her iş kolunda sömürülmeye devam ediyor. Göçmen öğretmenler daha sonraları TC vatandaşı olmalarına rağmen özellikle ırkçı/milliyetçi siyasi partilerin eğitim sendikalarındaki uzantılarının baskıları nedeniyle angarya işlerde çalıştırılıyorlar. Bu asla kabul edilemez. Öğretmenlik evrensel bir meslektir ve bu mesleğin sahipleri dünyanın her yerinde aynı statüde değerlendirilmelidir. Eğitim Sen’in özellikle göçmen eğitim emekçileri üzerine onların maruz kaldığı ayrımcı politikaları teşhir etmek için sendika içerisinde mülteci öğretmenlerin ve öğrencilerin sorunlarını gündeme taşıyacak bir komisyonu hayata geçirmesi oldukça elzemdir.
İşten atılan ve dört hafta boyunca Başkent Elektrik Genel Müdürlüğü önünde direnişlerini sürdüren EnerjiSA-Başkent Elektrik işçileri eylemlerini İstanbul'a taşıma kararı aldı. İşçiler, "Sabancı’nın ikiz kulelerinin önünü eylem alanına çevireceğiz” dedi.
Enerji Sen Genel Başkanı Süleyman Keskin Ankara’dan yola çıkarken şu açıklamayı yaptı: “İşçi arkadaşlarımız burada ne yaşadılar, ne gördülerse tüm illerde de buradaki mücadeleyi anlata anlata Sabancı’nın ikiz kulelerine varacağız. Burada defterin bir kısmını kapattık. Defterin yeni sayfasına geçiyoruz. Son cümlesi olarak direne direne kazandık diyerek defteri kapatacağız.”
İşçilerin yürüyüşleri devam ediyor. İşçiler yol boyunca Eskişehir, Bursa ve Kocaeli’nde basın açıklamaları yaptılar.
İlk basın açıklaması Eskişehir’de yapıldı
DİSK'e bağlı Elektrik Gaz Su ve Baraj Çalışanları Sendikası (Enerji-Sen) öncülüğünde, Başkent Genel Müdürlüğü önünde direnişlerini sürdüren enerji işçileri, Ankara’dan İstanbul’a çıktıkları yürüyüşlerinde Eskişehir'e vardı. İşçileri çok sayıda yurttaş ve DİSK üyeleri karşıladı. İşçiler, “Atılan işçiler geri alınsın” pankartıyla açıklama yapılacak alana doğru yürüyüşe geçti.
Polis engeline rağmen açıklama alanına varan işçiler, burada yaptıkları açıklamada, direnişi sürdüreceklerini belirterek, Sabancı Holding’e ait firmaların boykot edilmesi çağrısı yaptı.
İşçiler Bursa’da da basın açıklaması yaptı
Dün Bursa Kent Meydanı'na, “Direne direne kazanacağız", "İşimizi geri istiyoruz” sloganlarıyla giren enerji işçilerini Birleşik Metal-İş, Gıda-İş, Dev Sağlık-İş, Genel-İş ile Öz İplik-İş’e üye oldukları için işten atılan Acarsoy işçileri ve çok sayıda kişi karşıladı.
Enerji işçileri, Kent Meydanı’nda tek tek söz alarak neden işten atıldıklarını anlattılar.
"Ekmek kavgamızı, insanca yaşam talebimizi gören işveren, önce örgütlülüğümüzü dağıtmaya, sarı sendika ile kol kola girerek yalanlar üretmeye başladı" diyen EnerjiSA işçileri, “Daha sonra da sendikanın temsilciliğini yapan işçi arkadaşlarımızı ortada hiçbir gerekçe yokken işten attılar. Afet bölgelerinde çalışırken bizi takdir ediyordunuz, bize plaketler veriyordunuz. Şimdi ne oldu da bizi kapı önüne koyuyorsunuz? Bu böyle olmaz, işimizi geri istiyoruz demek için Başkent Elektrik’in Genel Müdürlüğü önünde 4 hafta süren bir mücadele başlattık” dediler.
DİSK/Enerji-Sen Genel Başkanı Süleyman Keskin “Biz bu yola çıktığımızda bir şeyi görünür kılmak istedik. Memleketin dört bir yanını güvencesizliğe mahkûm ettiler. ‘Bu memlekette hak aramak yasak’ dediler. Yasalar, kanunlar olsa da, parası olana ‘Size bu yasa kanun geçmez’ dediler. Anayasa’da sendika seçme hakkı olsa da, parası olan ‘Benim istediğim sendikaya üye olacaksın’ dedi. İnsanlar asgari ücretle çalışmaya mahkûm edilirken, bu yükün altından kalkamazken, o yüksek faturaları kapı kapı dağıtırken, ‘Bu zamlar geri alınsın’ diyorken, parası olanlar daha fazla para kazansın diye, bizi işten atanlar kârlarına yüzde 110 katarak, servetlerini büyütüyorlar.
Çok açık net söylüyoruz. Hiçbirimizin iş güvencesi sizin iki dudağınız arasında değildir. 17 yıl çalışmışız, bu ülkede afet neredeyse işçileri direkt tepelerine göndermişsiniz. Bu işten atılan arkadaşlarımızın hepsi iş kazası geçirmiştir. Enerji işkolunda her yıl 150 işçi arkadaşımızı iş cinayetlerinde kaybettik. Yolumuz uzun, biliyoruz. Ama işten atılan işçi arkadaşlarımız işbaşı yapana kadar mücadele edeceğiz. Biz bu yolda yalnız değiliz. Haklılığımızı bir kez de Sabancı'nın ikiz kulelerinin önünde haykırmaya geliyoruz” dedi.
Kocaeli’nde basın açıklaması yapıldı
İzmit İnsan Hakları Parkı’nda gerçekleştirilen açıklamaya, sendikalar ve işçiler katıldı. İşten atılan EnerjiSA işçileri, direnişlerini sürdürmekte kararlı olduklarını belirterek "4 haftadır bizi işten atma gerekçelerini, yani ‘Uygun pozisyon yok’ sözünü anlamak için bir açıklama bekliyoruz. Şehir şehir, sokak sokak gezip direnişimizi anlatmaya devam edeceğiz. Biz işimizi geri istiyoruz, alana kadar da mücadele etmeye devam edeceğiz” dedi.
Söz alan bir EnerjiSa işçisi "17 yıllık emeğin karşılığı 4 satırlık yazı mıdır? Yetiştirmiş olduğumuz onlarca usta var. Bozkurt’ta sel felaketi oldu koştuk, geri durduk mu? Zonguldak’ta Bartın’da Kastamonu’da metrelerce kar yağarken bizi kar durduramamıştı, şimdi sen nasıl durduracaksın? Biz artık megafonu elimizden bırakıp tornavidamızı pensemizi almak istiyoruz. Başka hiçbir talebimiz yok” dedi.
Marksist.org olarak 1 Mayıs’a doğru işçilere taleplerini, yaşam koşullarını, ekonomik sıkıntılarını sorduk. Kristal-İş sendikası üyesi Şişecam işçisi Arif Çinpolat anlatıyor.
İşçiler olarak 2 yıldır pandemiden dolayı 1 Mayıs işçi bayramını kutlayamadık. Bu sene heyecanla meydanları doldurmayı bekliyorduk. Ekonomik krizin ağır yükü altında ezilirken, düzmece enflasyon rakamları sonrası, düşük zamlar verildi, alım gücümüz eridi. Bu nedenle 1 Mayıs işçi bayramında daha heyecanlı bir miting yapmak istiyorduk. Alanları doldurup sesimizi duyurmayı planlıyorduk.
Ama öyle olmadı, Bursa bölgesindeki Türk-İş’e bağlı işçiler hayal kırıklığı yaşadı. Türk-İş’in aldığı kararla Bursa bölge temsilciliğinde, sendika yöneticileriyle kutlama yapılacakmış.
İşçilerin meydanları doldurmasından korkan hükümet belli ki Türk-İş’e böyle bir karar aldırmış olmalı. Türk-İş son yıllarda bölgesel kutlamalardan kaçmaktadır. Her bölgede her ilde kutlama yapmaktan kaçınır haldedir. İşçiler meydanlara çıkamayacaklarsa seslerini duyuramayacaklarsa 1 Mayıs’ın ne anlamı vardır.
İşçiler ekonomik krizin yükünü en ağır şekilde ödemektedirler. Ortalama ücretler zaten asgari ücret seviyesindeyken bir de üstüne Rusya-Ukrayna savaşı geldi. Petrol krizi ve dünyanın enflasyonist döneme girmesi işçileri karın tokluğuna açlık sınırının altında ücretlere çalışmaya mahkûm etmiştir.
Ülkemizde gerçek enflasyonun ücretlere yansıtılmaması, çalışanları ve enflasyon oranında zam alan herkesi derinden etkilemektedir. Kontrollü rakamlara rağmen, bu çarpıklığı üretici enflasyonunun, tüketici enflasyonunun iki katı olmasından anlayabiliyoruz.
Sendikaların çoğunun hükümet yanlısı hale gelmesi, duyarlı sendikaların kanunlarla haklarının sınırlanması; patronların, işverenlerin elini güçlendirmiştir. Patronlar ve işverenler kârlarına kâr katarken, işçiler geçimini sağlayamaz, evine ekmek götüremez hale gelmiştir. Bu durum, işçilerin haklarını almak ve korumak için sokaktan başka seçenek bırakmamaktadır. Bunun için 1 Mayıs’ta alanlara kitlesel olarak çıkalım.
Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSİP) 1 Mayıs İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü çağrısı:
24 Nisan anması yasaklandı. Gezi Parkı davasında yargılananlar, düzmece iddialarla, ağır cezalara çarptırıldı.
Zamlar, hayat pahalılığı, fahiş fiyatlar nefesimizi kesiyor. Ekonomik kriz, işsizlik, pandemi, borçlanma derken ülkemizde insanca yaşamak bir yana hayatta kalmak bile her gün zorlaşıyor.
Ücretlerimiz zamlar karşısında eridi, geçinemiyoruz. Ekmek, yağ, şeker, un gibi en temel tüketim ürünlerine bile ulaşmak mümkün olmuyor.
İktidarda olanlar biraz daha sabır diyor. Bize sabredin diyenler, deveyi hamuduyla götürüyorlar.
20 yıldır ülkeyi yöneten AKP iktidarı, ülkenin tüm kaynaklarını bir avuç patronu, zengini ve kapitalisti korumak için seferber etti.
Krizin ve salgının faturası kabarırken, şimdi de Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının faturası bizlere kesiliyor.
Hükümet, yaptıklarını eleştirenleri, muhalefet edenleri baskı ve zorla bastırıyor. Hakkını arayan ve gerçekleri söyleyen herkes bu düzenin zorbalıklarıyla karşı karşıya kalıyor.
Adalet sisteminde, cezaevlerinde hukuksuzluklar, işkence ve kötü muamele her gün artarak devam ediyor.
Kapitalist düzen toplumun işini, aşını, geçimini ve sağlığını korumuyor, aksine tehdit ediyor. Bu düzenin çarkları dünyanın tüm değerlerini ve güzelliklerini üreten bizleri, işçileri, emekçileri, gençleri, kadınları, emeklileri ezdikçe eziyor.
İklim felaketleri, yangınlar, seller, kuraklık her yere yayılırken, bunun en temel sebebi olan fosil yakıt kullanımları giderek artıyor.
Bizler işçiler olarak bu gidişata dur demek için 1 Mayıs’ta gücümüzü gösterebiliriz. Hak ettiğimiz ücreti, insanca çalışma ve yaşama koşullarını ancak birlik olduğumuzda kazanabiliriz.
Sömürüye, zamlara, yoksulluğa ve adaletsizliklere karşı 1 Mayıs’ta alanlara çıkalım.
İnsanca çalışma, insanca yaşama koşulları için, daha iyi bir ücret için, sendikalaşma hakkı için, zamların geri alınması ve asgari ücretin yükseltilmesi için, adalet, eşitlik, özgürlük için 1 Mayıs’ta alanlarda birleşerek taleplerimizi haykıralım.
1 Mayıs işçi sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olarak, her yerde işçi sınıfının ve emekçilerin gücünün meydanlara taşındığı bir gün olmalıdır.
Taleplerimiz:
• Elektrik, su, doğalgaz ve internet faturalarına yapılan zamlar geri alınmalıdır.
• Enflasyon karşısında eriyen, açlık sınırının altına düşen asgari ücret başta olmak üzere tüm ücretler yeniden belirlenmelidir.
• En düşük emekli aylığı en az asgari ücret düzeyine çekilmeli, EYT'lilerin emeklilik hakları verilmelidir.
• Çok kazananın çok vergi verdiği adil bir vergi sistemi kurulmalıdır.
• Esnaf kuryelik/kendi hesabına çalışma/özel istihdam bürosu/taşeron adı altındaki tüm güvencesiz çalıştırma biçimlerine son verilmelidir.
• Sendikal hakların kullanımının önündeki tüm yasal ve fiili engeller kaldırılmalıdır.
• İşsizlik Fonu işçiler için kullanılmalıdır
• Sağlık, eğitim, gıda, barınma, enerji gibi temel ihtiyaç ve hizmet sektörleri kamulaştırılmalıdır.
• Kadına karşı şiddeti önleyici 6284 sayılı yasa etkin bir biçimde uygulanmalıdır. İstanbul Sözleşmesinden çıkılması kararı iptal edilmelidir.
• Göçmenlerin başta barınma ve sağlık olmak üzere temel ihtiyaçlara ulaşımları her zaman sağlanmalıdır.
• Göçmenlere yönelik ırkçı, ayrımcı davranışlar cezasız kalmamalıdır.
• Düşünce-gösteri-ifade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır!
• Rusya’nın Ukrayna işgali dahil tüm savaşlara son verilmeli, silahlanma harcamaları durdurulmalıdır.
• İklim felaketlerini önlemek için tüm fosil yakıt kullanımlarına son verilmelidir.
Yaşasın işçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü!
Yaşasın 1 Mayıs!
Birleşen işçiler yenilmezler!
DSİP GYK
26 Nisan 2022
Türkiye kapitalizmi büyük buhran içindeyken İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü yaklaşıyor.
Her krizde olduğu gibi bu sefer de fatura işçilere çıkartılıyor. Bu senenin farkı, işçilerin emekçilerin yaşam koşullarının dayanılmaz hale gelmesi, işten atmaların, uzun saat çalıştırmaların kural halinde sürmesi.
Aynı anda büyük sermayeden başlayarak Türkiye'nin zengin azınlığına, işçilerden kesilen vergilerle destek olan olan tarihin en büyük servet transferini bile isteye yapıyor.
Milyonlarca asgari ücretli açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edilmişken, sendikalı ya da hakları olan yine milyonlarca işçi yoksulluk sınırının altında ayakta kalmaya çalışırken, bu seneki 1 Mayıs'ta sendikaların işçi taleplerine sahip çıkması, rekabeti bir kenara bırakması ve meydanlarda birleşmesi gerekir.
Peki 1 Mayıs yaklaşırken durum nedir?
Türk-İş'in tutumu
En fazla üyeye sahip, çoğunlukla kamuda örgütlenmiş fakat başta metal iş kolu başta olmak özel sektörde/sanayide azımsanmayacak bir gücü olan Türk-İş, işçi mücadelesinde her zaman belirleyici bir role sahip oldu.
Önceki 1 Mayıs'larda ayrı davranan Türk-İş'in genel başkanı Ergün Atalay, bu sene büyük illerde emek ve meslek örgütleriyle beraber 1 Mayıs’ı kutlayacaklarını açıkladı.
Bu olumlu bir gelişme. Türk-İş 1 Mayıs'ta 30 şehirde meydanlara çıkacak. Bu iller arasında işçi sınıfının yoğun olarak bulunduğu büyük şehirler şunlar: Antalya, Aydın, Denizli, Edirne, İzmir, Kocaeli, Samsun, Sinop, Tunceli, Uşak, Zonguldak.
Listede en büyük işçi şehri İstanbul ve kamu emekçileri açısından önemli olan Ankara yok.
Oysa İstanbul'da ve Ankara'da birleşik mitingler yapmak gerekirdi. Türk-İş'in 1 Mayıs İstanbul etkinliği, Taksim'de Atatürk anıtına çelenk bırakmakla sınırlı.
Buna rağmen diğer bazı şehirlerde DİSK ve KESK ile ortak miting kararı son derece yerinde.
Antalya: DİSK, HAK-İŞ, Birleşik Kamu-İş, KESK, TMMOB, MMO
Aydın: DİSK ve KESK
Denizli: DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve Bazı Siyasi Partiler
Edirne: DİSK, KESK, TMMOB, Birleşik Kamu-İş, TTB, ADD, Siyasi Partiler
İzmir: DİSK, KESK, TMMOB, TTB, İzmir Barosu
Kocaeli: HAK-İŞ
Samsun: DİSK KESK
Sinop: DİSK, Kamu-İş, KESK
Tunceli: DİSK ve KESK
Uşak: KESK, Kamu-İş ve Sivil Toplum Örgütleri
Zonguldak: TMMOB ve KESK
Hak-İş'in tutumu
En fazla üyeye sahip 2. işçi konfederasyonu olan Hak-İş'in genel başkanı Mahmut Arslan, 1 Mayıs'ı bütün illerde kutlayacaklarını duyurdu.
AKP iktidarına yakınlığıyla bilinen Hak-İş diğer sendikalarla meydanlarda birleşmekten yine imtina etti.
25 Nisan -1 Mayıs 2022 tarihleri arasındaki yedi gün boyunca çeşitli etkinlikler gerçekleştirecek.
DİSK'in tutumu
Üçüncü büyük işçi konfederasyonu DİSK, KESK ve TMMOB, TTB, TDB ile birlikte İstanbul'da Maltepe Meydanı'nda miting yapmaya hazırlanıyor.
Diğer illerde de bu beş emek meslek örgütü birlikte davranacak.
Öz Sağlık-İş Sendikası, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığında 26 Ekim 2021 tarihinden bu yana yürüttüğü müzakere sürecinin sonuna geldiğini, 29 Nisan’da greve başlayacaklarını açıkladı.
Öz Sağlık-İş Sendikası Başkanı Devlet Sert, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, işveren sendikası TUHİS’in uzlaşmaz tavrı nedeniyle Öz-Sağlık-İş'in greve gitmeye karar verdiğini, ilk grev kararı ilanının Ankara’da Saray Yaşlı Bakımevine asıldığını belirtti.
Sendikadan yapılan açıklama şu şekilde:
"Sendika, işveren sendikası TUHİS ile Ekim 2021 tarihinden bu yana yürüttüğü müzakere sürecinde üyeleri için önem arz eden ancak anlaşma sağlanamayan maddeler nedeniyle greve gitme kararı aldı.
Pandemide ailelerinden uzak kalarak, tüm zor şartlara rağmen 7-10-14-21-30 gün sabit vardiyada çalışan, devletin emanetinde olan yaşlı, engelli, çocuk ve kadınlara hizmet eden sosyal hizmet işçiler sadece insan onuruna yakışır bir yaşam istiyor.
Bunun bilincinde olarak çıktığımız bu yolda, üyelerimizin taleplerinin karşılık bulması, onlara huzurlu bir çalışma ortamı sağlamak üzere hem Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık ile hem de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin ile müspet görüşmeler yapılmış olmasına rağmen işveren sendikası (TÜHİS) ile anlaşma sağlanamamıştır.
81 ilde eş zamanlı gerçekleştireceğimiz grev ile sosyal hizmet işçilerinin hak mücadelesine öncülük ödüyor, işçisinin emeğinin yok sayılmasına ve görmezden gelinmesine karşı çıkıyoruz."
Öz Sağlık-İş Sendikası, sosyal hizmet işçilerinin sesini duyurmak için Twitter etkinliği düzenledi. 21 Nisan Saat 21.30 itibariyle başlayan Twitter etkinliğinde, #GreveBaşlıyoruz hashtag’ı ile yaklaşık 250 bin tweet atıldı.
Marksizm 2022’nin “İşçiden ve Yoksuldan Alıp Zengine Veren Rejim: İşçi Sınıfının Direniş Potansiyelleri” başlıklı toplantısında Çağla Oflas, Ersin Uzun, Ayşecan Ay, İlyas Şentürk ve Zilan Akbulut sunum yaptılar.
Sunumlardan özetler şöyle:
Çağla Oflas - Tüm Emekli Sen Üyesi:
2008 krizinden beri dünyanın pek çok yerinde ayaklanmalar var, devrimler dalgası var. Libya ve Suriye’deki karşı devrimlerden sonra Fransa’da sarı yelekliler ayaklanması ve Cezayir’de ayaklanmalar oldu.
Covid salgını sonrası Kolombiya’da, Kazakistan’da işçiler ayaklandı. Türkiye işçi sınıfı da mücadele etti. Geçen Ocak ayında örgütsüz işçiler mücadeleye başladı.
Mücadeleyi ilk olarak Trendyol işçileri başlattı ve kazandılar. Arkasından Aras, Getir, yemek sepeti, tekstil işçileri, lojistik ve metal işçileri mücadeleye başladılar.
Ocak ve Şubatta 108 direniş oldu. Sadece BBC grevi yasaldı, diğerleri direniş şeklindeydi, çoğunda sendika yoktu, bir kısmı kazanım sağladı. Bu eylemlere bizler de destek verdik. İşçiler tabandan hareket ediyorlardı, her kazanım diğer işyerlerini tetikledi, kadınlar büyük oranda eylemlere katıldılar.
Bu eylemler aslında Kara Salı dediğimiz Ekim ayında TL’deki değer kaybı ile başladı. Zaten Türkiye uzun süredir bir ekonomik kriz içinde. Buna ek olarak keyfi grev yasaklamalar, Covid nedeniyle oluşan sıkıntılar işçileri bunalttı. Hükümet bu süreçte sürekli sermaye yanlısı davrandı, grevleri yasakladı, kaynaklar şirketlere aktarıldı.
Covid nedeniyle herkese evde kal denirken işyerleri kapatılmadı, işçiler işe gitmeye devam etti. E ticaret sistemi de bu dönemde yayıldı, 220 milyarlık pazar kapasitesine ulaştı. Tekstil iş kolu 5 milyar dolarlık ihracat rekoru kırdı.
Buna karşın işçi maaşlarına çok cüzi zamlar yapıldı. Kasım ayından itibaren eylemler yayılmaya başladı. Metal işçilerinin toplu sözleşme dönemiydi. Sağlık çalışanları sürekli eylemler yaptı. DİSK, asgari ücret eylemleri yaptı. Kara Salı sonrası kitleler kendiliğinden sokağa çıktı, hükümet tehdit etti. Ancak muhalefet partileri kitleye destek olmadı.
Mücadele dalgası Ocak ayında biraz geriye çekildi. Asgari ücrete yapılan yüzde 51 zam işaret fişeği oldu. Patronlar yüzde 10 zam yapmaya başlayınca grev dalgası ortaya çıktı. Bu süreçte medya, işçileri görmezden geldi. Migros ve Farplas’ta işveren polisi işyerlerine çağırdı. Devletin kimden yana olduğunu işçiler gördü.
Ersin Uzun – hekim ve SES üyesi:
Sağlık alanında son 30 yılın en hızlı mücadele dönemini yaşadık. 80’lerden beri özelleştirme sürecinin sıkıntılarını yaşıyoruz. Aile hekimliği sistemi kuruldu. Özel hastanelere alıştık, şimdi şehir hastaneleri özelleştirildi. Bütün bu süreç çok büyük yıkıma yol açtı. Hastalar bazen sağlık sistemini iyi olduğunu söylerler, ama çalışanlar için durum öyle değil. Önce 10 sonra 5 dakikada bir randevu sistemine dönüldü, ama yine de hastalara bakılamadı, şimdi 5 dakika da yetmediği için randevu sistemi çöktü.
Ücretlerimiz son iki yılda reel olarak düştü. Aile hekimlerinin ücreti başlangıçta fazlaydı, şimdi epeyce düştü. Üniversite hastanelerine yardım yapılmıyor, üniversite hastaneleri bu krizi en ağır yaşayan yerler, çünkü şehir hastanelerinin önü açılmak isteniyor. Asistanların uzun çalışma süreleri devam ediyor.
Bütün bu süreç sağlık çalışanlarını çok öfkelendiriyordu, ama tepkilerini tam ortaya koyamıyorlardı. Çünkü 40’a yakın meslek grubundan oluşan bir alan, pek çok farklı talep var. Devlet birisine saldırdığında diğerleri seyrediyordu. Mesela radyologların radyasyondan daha az etkilenmeleri için 5 saat çalışma süresi vardı, devlet onu 7 saate çıkardı, hiç sesimiz çıkmadı.
Bu süreçte sağlık çalışanlarının önemli bir kısmı istifa etti. Hatta vaat ettikleri yasa çıksaydı, epeyce kişi emekli olacaktı. Bu nedenle yasayı geri çektiler.
Sağlık alanında pek çok sendika ve dernek var. Odalar var. Bu bölünmüşlük bir dezavantaj. Ama pandemi döneminde riskler çok fazla artıp, sürekli ölümlerle karşılaşınca meslek hastalığı talebimiz öne çıktı. Sağlıkta şiddete karşı taleplerimiz öne çıktı, ücret talebimiz öne çıktı. Sağlık örgütleri bir araya gelmeye başladı.
Tüm bunların sonunda Kasım ayında önemli bir grev yaptık. Yapılan grevin güçlü olması herkesi şaşırttı. Sonrasında iki grev daha yaptık. Sonuncusu 14 Martta başladı, 3 gün sürdü. Çok büyük bir katılım oldu, süreç devam ediyor, henüz kazanım olmadı.
İş bırakma kararları bazen 20 örgüt tarafından karar alındı. Ama greve katılım örgütsüz işyerlerinde bile çok güçlü oldu. Şimdi en önemli dezavantajımız farklı hekim sendikalarının giderek güçlenmekte olması. Bu durum mücadeleyi bölebilir.
Şimdilik 1 Mayısa kadar başka bir eylem planımız yok. Tabip Odalarının seçimleri var, hekim sendikaları müdahale etmeye çalışıyor. Umarım başarılı olamazlar.
Özel hastaneler grevler sırasında çalışmaya devam ediyor. İnsanlar biraz fark verip orada muayene oluyor, bu da grev için zararlı. Bu hekimleri, özel hastane çalışanlarını grevlere nasıl katarız, bunu düşünmeliyiz.
Ayşecan Ay – belediye işçisi ve Genel-İş Sendikası üyesi:
Kadıköy Belediyesinde çalışıyorum, 4 yıldır belediye taşeron işçisiyim, 2400 işçi ile birlikte belediyenin bir şirketine bağlı olarak çalışıyoruz. İşe girdiğimde çok heyecanlıydım, DİSK’li olacağım için. Sendikada aktif görev almayı düşünmemiştim. Ama Aralık 2019 yılında 1 nolu şubede seçimler vardı, aday listeleri açıklandı, baktık silme erkeklerden oluşuyor. Biz “bu normal değil” dedik. Saçmalığa dikkat çekmek için sadece kadınlardan oluşan bir liste oluşturup seçime katıldık, seçilemedik ama daha çok kadın, işçi temsilcisi oldu, ben de temsilci oldum.
Toplu sözleşme görüşmeleri başladı. Önümüze taslak metin geldiğinde pek çok maddenin toplumsal cinsiyet eşitliği açısından uygun olmadığını gördük. Sözleşmeye cinsiyet eşitliği ayarı çekmek için çalışmaya başladık. Tüm TİS’leri araştırdık, daha eşitlikçi bir sözleşme nasıl olur diye çok fazla metni inceledik. Tüm bilgilerimizi bir araya getirip örnek bir TİS taslağı hazırladık.
Kadın kotası veya eşit temsil denen sistemi getirdik. Başka ülkelerde zaten TİS’lerde uluslararası sözleşmelere, ILO metinlerine atıfta bulunuluyor. Biz kendi TİS’imize İstanbul Sözleşmesi ile ilgili maddelerin uygulanacağına dair maddeler ekledik. Eşit işe eşit ücret, ücretsiz kreş istedik. Sahada çalışan kadınlara erkek giysileri veriliyordu, bunu istedik, regl izni istedik, aldık. Babalık izni istedik, 15 gün olarak aldık. Mobing maddesini yazdık, cinsel taciz konusuna bakan disiplin kurulunda çoğunluk kadın işçi olması gerektiğini kabul ettirdik.
Kreş maddesinde bize indirim teklif ettiler, reddettik, ücretsiz kreş istedik. CHP’li bazı belediyelerde ücretsiz kreş maddesi geçmişti, bu maddeyi de kabul ettirdik, hem de tüm anne ve babalar için.
Ücret maddesinde anlaşamadığımız için greve başladık. Çok iyi bir dayanışmamız vardı. Grev 3 gün sürdü. Grev sırasında Genel-İş merkezi bize herhangi bir maddi destek vermedi. DİSK merkezi selam bile vermedi. 3 günün sonunda sendika genel merkezi yüzde 8’e imza atıp grevi bitirdi.
Sözleşme Temmuz'da imzalandı, sonra ekonomik kriz patladı. Biz ek protokol yapılması gerektiğini belirtip merkeze başvurduk, aylarca cevap bekledik. Sonunda sendika merkezinden bir yetkili sözleşmeye 1 yıl kala ek zam olmaz diye karar olduğunu bize açıkladı.
O sırada DİSK geçinemiyoruz mitingi için bizi Kadıköy’e çağırdı, işçiler gelmek istemediler, hatta bize de gitmeyin dediler. Biz örgütümüzden hesap sormak için gitmek gerektiğini söyledik ve dövizlerimizle mitinge gittik. Sonrasında hemen görevden alındık.
Sendika merkezi “itibarsızlaştırdığımızı ve özel çıkarlarımızı savunduğumuzu” iddia etti.
Aslında burada olan bir temsil krizi. Dar bir bürokratik kesim kendi çıkarlarını savunuyor, binlerce işçi bununla mücadele ettik. Sendikalar ataerkil olabilir ama dünya değişti, işçi profili değişti. Sendikalar bu değişen işçi profilinin haklarını savunmakla görevli.
Sendikada bize kadın erkek fark etmez, hepimiz işçiyiz diyorlardı, halbuki kadınlar hem işyerinde çalışıyorlar hem de evde 4,5 saat daha çalışıyorlar, erkek ise yarım saat çalışıyor. Bu eşitlik değildir.
Emek örgütleri ücretsiz ev içi emeğinin, ücretli emekten daha aşağıda konumlanmasına itiraz etmelidir. Bu iki emek eşitlenmeli ki, işçi sınıfı mücadeleye daha fazla katılabilsin.
Dünyanın pek çok yerinde sendikalar temsile yönelik tedbirler alıyor. Yeniden üye kazanmak, itibar ve meşruiyet kazanmak için bunu yapmaları gerekiyor. Devrimcilik bir yana demokratik bir örgüt olabilmek için bile sendikaların bütün işçileri temsil edebilir olması gerekir.
İlyas Şentürk – Yemek Sepeti işçi komitesi üyesi:
2020 yılı Mayıs ayında sendikalaşmaya başladık. Önce İstanbul’da örgütlendik, sonra sosyal medya üzerinden başka illerdeki Yemek Sepeti işçileri ile buluştuk, TÜMTİS’te örgütlendik. Sosyal medyanın olumlu etkisini gördük. Sendikalaştığımızı haber alan işveren işkolumuzu değiştirdi, bizi büro işkoluna geçirdi, ama örgütlenmeye devam ettik. Hatta bu sayede küçük bir sayı ile yetki aldık. İşveren itiraz etti, dava sürüyor.
2 yıldır zam yapmayan YS işvereni bu yıl da zam yapmadı. Sadece asgari ücrete yükseltmek zorunda kaldı. Daha önce daha yüksek ücret alıyorduk, ama şimdi çalışanların esnaf kurye olması için işveren işçileri asgari ücrete mecbur bırakıyor. İşten ayrılıp esnaf kurye olarak devam etmemizi istiyor. Biz buna işi yavaşlatarak, farklı eylemlerle cevap veriyoruz.
YS işçilerinin bu süreçte pek çok kazanımı da oldu. Mesela işkolumuz değiştirildiği, büro işkoluna geçirildiğimiz için aşı hakkımız çıkmamıştı, bunu sosyal medyadan teşhir ettik, iki günde bize aşı hakkı çıkarıldı. Böylece hem hakkımızı aldık, hem şirketi teşhir etmiş olduk.
Komite olarak bülten çıkarmaya başladık. Şu anda örgütlülüğümüz devam ediyor. Ama ücret olarak asgari ücrete mahkûmuz, hiçbir yan ödeme yok, yol parası yok. Esnaf kurye olmamız için işveren bizi zorluyor, biz de direniyoruz.
Zilan Akbulut
Kadınların iş yaşamında karşılaştığı problemleri anlatacağım. Türkiye’de kadınlar her yerde benzer eşitsizliklerle karşılaşıyor. Benim iş hayatında karşılaştığım ilk konu makul olmamız gerektiğinin hatırlatılması. Bu aslında kadınlar için zaten zor değil, çünkü makul olmak gerektiği fikri ile yetiştiriliyoruz. Tabi sonra mücadele içinde bu makul sınırları reddediyoruz.
Üniversiteye gelen kadınlar bir ölçüde özgürlük yaşıyorlar, ama sonra akademide de pek çok baskının olduğunu fark ediyorlar.
İş hayatında baskıların farkına varan kadınlar bunu bazen ifade bile edemiyorlar. Erkekler pek çok göreve sadece erkek oldukları için seçilebiliyorlar. Kadınlar ise bunu başaramıyorlar. Evlenmemiş kadınlar hırslı olmakla, çocuklu kadınlar evlerine az zaman ayırmakla suçlanabiliyorlar. Giyim tarzlarına karışılıyor.
Kadınlar ücretli iş yaşamı sonrasında evde de çalışıyorlar, üstelik suçluluk duyuyorlar, çocuklarına yeterince vakit ayıramadıklarını düşünüyorlar. Bu suçluluk duygusu sürekli sohbetlerine yansıyor. Yani kadın, sadece kadın olduğu için suçluluk duymak zorunda kalıyor. İş hayatında; evlenme, çocuk sahibi olma konularında sık sık sorulara muhatap oluyor.
İş hayatındaki ayrımcılığın en somut göstergesi aldıkları ücret. Aynı işi yapan erkeklere göre kadınlar daha az ücret alıyor. Daha fazla eğitimli kadınlar bile eşit işe eşit ücret alamıyorlar. Bu durum tüm dünyada böyle. Kayır dışı çalışan kadın sayısı her zaman erkeklerden fazla. Değişim için kadınların sevimli, makul olması şart değil, bunu artık biliyoruz. Tüm bunların değiştirilmesi için birleşik mücadele şart. Birleşik mücadele kazanımları da getiriyor. Hep birlikte makul sınırların dışına çıkarak mücadele
Emekliler Dayanışma Sendikası ve Tüm Emekliler Sendikası, Ankara'ya yapacağı yürüyüşe, Kadıköy Rıhtım’da yaptığı açıklama ile başladı. Açıklamada, “İnsanca ve onurlu bir yaşam için emekliler Ankara’ya yürüyor” pankartı açılırken, “İnsanca yaşamak istiyoruz” ve “Zam, zulüm, işkence işte AKP” sloganları atıldı. Basın açıklamasına DSİP üyeleri de katıldı.
Basın metnini Emekliler Dayanışma Sendikası Genel Başkanı Mahinur Şahbaz okudu.
İktidarların ekonomik ve sosyal politikalarının etkilerini bilgi kirliliği yaratarak gizlemeye çalıştığını söyleyen Şahbaz, "Emekliler ülkenin neresinde olursa olsun kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın aynı sorunlarla karşı karşıya. Koşulların uzun süredir hızla kötüye doğru gittiğini görüyor yoksulluğu, sefaleti yaşıyor” dedi.
Şahbaz, 7 Haziran 2015 tarihinden bu yana seçme seçilme hakkından çalışma, savunma, adil yargılanma hakkına kadar pek çok alanda iktidarın saldırılarının artarak devam ettiğini belirterek, “Biz emekliler yaşlılar toplumsal yaşamın önemli bir parçası olarak eşitlikten barıştan hukuk devletinden adaletten yanayız” diye belirtti.
Zamlar geri alınsın
Emeklileri görmezden gelen, sorunlarını çözmeyen siyasilere seslerini duyurmak ve sorumluluklarını hatırlatmak için Ankara’ya yola çıktıklarını söyleyen Şahbaz, “Kamu emekliliği hakkımızdan vazgeçmiyoruz, sorunlarımıza çözüm istiyoruz. İnsanca onurlu bir yaşam için yollardayız. Emekli aylıklarımızın güncellenmesi için, ücretsiz erişilebilir güvenli sağlık hakkımız için yürüyoruz. Bayram ikramiyelerimizin, bayram yaptıracak düzeyde olması, akaryakıt doğalgaz, elektrik ve temel gıda ürünlerine yapılan zamların geri alınması için yürüyoruz” şeklinde konuştu.
Yapılan konuşmaların ardından Ankara’ya gidecek emekliler alkışlar eşliğinde otobüslerine bindi. Emekliler Gebze’de diğer emeklilerle buluşup bir basın açılaması gerçekleştirdikten sonra Kocaeli’ne gidecek.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG)'in raporuna göre 2022 yılının ilk üç ayında en az 347 emekçi hayatını kaybetti. İSİG, Ocak ayında en az 120, Şubat ayında en az 109, Mart ayında en az 118 emekçinin hayatını kaybettiğini bildirdi. Ölen emekçilerin 312’si işçi, 35’i çiftçi ve esnaf.
2022 yılının ilk üç ayında iş cinayetlerinin işkollarına göre dağılımı şöyle oldu:
İnşaat, Yol işkolunda 54 işçi; Taşımacılık işkolunda 45 işçi; Tarım, Orman işkolunda 33 emekçi (18 işçi ve 15 çiftçi); Ticaret, Büro, Eğitim, Sinema işkolunda 30 emekçi; Metal işkolunda 27 işçi; Sağlık, Sosyal Hizmetler işkolunda 27 işçi; Belediye, Genel İşler işkolunda 26 işçi; Konaklama, Eğlence işkolunda 15 işçi; Savunma, Güvenlik işkolunda 13 işçi; Madencilik işkolunda 12 işçi; Tekstil, Deri işkolunda 10 işçi; Gemi, Tersane, Deniz, Liman işkolunda 9 işçi; Enerji işkolunda 8 işçi; Petro-Kimya, Lastik işkolunda 8 işçi; Ağaç, Kâğıt işkolunda 5 işçi; Gıda, Şeker işkolunda 4 işçi; Basın, Gazetecilik işkolunda 3 işçi; Çimento, Toprak, Cam işkolunda 2 işçi; Banka, Finans, Sigorta işkolunda 1 işçi, işkolu belirlenemeyen 15 işçi hayatını kaybetti.
2022 yılının ilk üç ayında iş cinayetlerinin nedenlerine göre dağılımı şöyle oldu:
Trafik, servis kazası nedeniyle 63 işçi; ezilme, göçük nedeniyle 63 işçi; yüksekten düşme nedeniyle 48 işçi; kalp krizi, beyin kanaması nedeniyle 48 işçi; Kovid-19 nedeniyle 39 işçi; intihar nedeniyle 21 işçi; patlama, yanma nedeniyle 13 işçi; zehirlenme, boğulma nedeniyle 13 işçi; şiddet nedeniyle 11 işçi; elektrik çarpması nedeniyle 10 işçi; nesne çarpması, düşmesi nedeniyle 7 işçi; kesilme, kopma nedeniyle 1 işçi; diğer nedenlerden dolayı 10 işçi hayatını kaybetti.
Ölen işçilerin 25’i kadın, 322’si erkek.
2022 yılının ilk üç ayında iş cinayetlerinin yaş gruplarına göre dağılımı şöyle:
14 yaş ve altı 1 çocuk işçi, 15-17 yaş arası 5 çocuk/genç işçi, 18-27 yaş arası 39 işçi, 28-50 yaş arası 176 işçi, 51-64 yaş arası 81 işçi, 65 yaş ve üstü 23 işçi, Yaşını bilmediğimiz 22 işçi hayatını kaybetti.
Ölen 18 mülteci/göçmen işçinin 8’i Suriyeli; 2’şer işçi Afganistan, İran ve Özbekistanlı; 1’er işçi Endonezya, Pakistan, Rusya ve Sırbistanlı.
Ölenlerin 13’ü (yüzde 3,74) sendikalı, 334’ü ise (yüzde 96,26) sendikasız. Sendikalı işçiler tarım, gıda, madencilik, kimya, tekstil, büro, eğitim, ticaret, metal, inşaat, taşımacılık, sağlık, güvenlik ve belediye işkollarında çalışıyordu.
İSİG, işçilerin hayat pahalılığı ve işten çıkarma tehdidi nedeniyle güvencesiz çalışma koşullarına mahkûm edildiğini belirterek, "İşten atılma baskısıyla işçiler daha çok çalıştırıldı, üç işçinin yapacağı iş iki işçiye yaptırıldı. Başta temel gıda, kira, ısınma, ulaşım olmak üzere her şeye yapılan zam furyasında düşük ücret-işsizlik-güvencesiz çalışma cenderesindeki işçilerin fiziki ve ruhsal sağlığı çok etkilendi. Yine bu dönemin Türkiye çapında yoğun kar yağışı ile geçmesi işçilerin işyerlerine gitmelerinden tutun enerji, yol, belediye gibi işkolları başta olmak üzere işçi sınıfı üzerindeki iş yükünü daha da ağırlaştırdı" dedi.
Nisan ayı ile birlikte güvencesiz çalışmanın en yoğun olduğu inşaatlarda ve tarımdaki iş cinayetlerinde hızlı bir artış görülebileceğine vurgu yapan İSİG, "Bu noktada inşaatlarda yüksekten düşmeler, tarımda işçilerinin taşınması ve çiftçilerin traktörlerindeki eksikliklerin giderilmesi başta olmak üzere acil önlemler alınmalıdır" uyarısında bulundu.
İSİG'in vurguladığı diğer hususlar şöyle:
• “Covid-19 bir işçi sınıfı hastalığıdır” demiştik. Şu an için gözlemleyebildiğimiz kadarıyla çalışan işçiler içinde hastalık yaygınlığını devam ettirse de ölümler giderek azalmaktadır. Ancak işçi sınıfının kırılgan kesimleri (yaşlı-emekli işçiler ve kronik hastalığı olanlar) arasında ölümler devam etmektedir. Kamusal sağlık önlemleri bu kesimleri önceleyecek biçimde alınmalıdır.
• Ekonomik kriz, mobbing ve fazla çalışmaya bağlı işçi intiharları devam etmektedir. Özellikle geçinemeyen işçilerin banka ve tefecilerden aldıkları borçları geri ödeyememeleri ve yapılan baskılar nedeniyle meydana gelen intiharlarda artış olabilir.
• Yine aşırı-yoğun-fazla-sağlıksız çalışmaya bağlı kalp krizi ve beyin kanaması gibi ani ölümler de sürüyor. Buna ekonomik krizin ve salgının etkilerini de ekleyebiliriz. İntiharlar gibi kalp krizleri de işçi ölümlerinde belirgin bir hal almaktadır.
• Salgınla birlikte işçi sınıfının yeni bölükleri de oluşmaya başladı. Bu noktada örneğin bir meslek grubu olarak moto kuryeler öne çıkıyor. (Raporlarımızda konaklama işkolunda yer verdiğimiz) moto kurye ölümleri (ve yaralanmaları) geçen yıl olduğu gibi bu yılda artarak devam ediyor. Bu dönemde en az 10 moto kurye arkadaşımızı kaybettik. (Diğer yandan moto kuryelerin örgütlenmeleri ve direnişleri de sürüyor)
• ILO, Çocuk İşçilikle Mücadele Yılı ilan etse de siyasi iktidar önlem aldığını belirtse de çocuk işçi ölümleri devam ediyor. Her yıl ortalama 60-70 çocuk işçiyi iş cinayetlerinde kaybediyoruz. Çocuk işçilik güvencesiz çalıştırmanın en önemli kaynaklarından olduğu için görmezden geliniyor ve önlem alınmıyor. Çocuk işçilik ile mücadelede biz emek örgütlerinin bir “seferberlik” ilan etmesi için zaman geldi de geçiyor.
• Yılın ilk üç ayında 18 göçmen/mülteci işçi hayatını kaybetti. Tarım ve inşaatlarda meydana gelen ölümlere paralel olarak yaz aylarında göçmen işçi ölümleri de artışa geçmektedir. Diğer yandan Türkiye’de milyonlarca göçmen işçinin var olduğunu ve bu işçilerin büyük bir çoğunluğunun kayıtdışı olarak çalıştıklarını ve yine bu yüzden iş cinayetlerinin gizlendiğini de unutmamalıyız.
• Raporlarımızda iş cinayetlerinde ölenlerin ortalama yüzde 2 ila 4’ünü sendikalı işçiler oluşturuyor. Ancak kâğıt üzerinde olan sendikal üyeliklerinin gerçek bir örgütlülük olmaması ve birçok sendikanın ölen üyelerini sahiplenmemesi sonucu net bir bilgi verme şansımız olmadığını da belirtelim. Bu durum özellikle kamu çalışanı/memur sendikaları açısından daha da tespit edemediğimiz bir husus. Ancak tersinden baktığımızda da sendikalı-örgütlü olmak bir işyerinde işçi sağlığı ve iş güvenliğini sağlamanın en önemli yolunu oluşturuyor. Bu yüzden yukarıda saydığımız hususları önlemenin ve olumlu adımları hayata geçirmenin zorunlu koşulu sendikalı-örgütlü olmak.