Belediyelerde sözleşmeler yeni arayışların habercisi mi?

Smart Solar işçisi direniyor

Birleşik Metal-İş Gebze 1 No'lu Şube'de örgütlenen ve çoğunluğu sağlayan Smart Solar işçileri, patronun sendikayı tanımaz tavrına yaptığı eylemlerle bir süredir tepki gösteriyordu. Dün Smart Solar patronu bir işçiyi işten atınca, işçileri kendilerini fabrikaya kapattı. Dün gece 2 vardiya birden fabrikaya kapanan Smart Solar işçilerine bu sabah diğer vardiyada çalışan işçiler de eklendi. Sabah vardiyaya gelen işçiler önce sloganlarla fabrika girişine geldi, ardından fabrika içerisinde bekleyen arkadaşlarının yanına katıldı. Gebze Organize Sanayi Bölgesinde bulunan Smart Solar'da işçiler Birleşik Metal-İş Gebze 1 No'lu şubede örgütlenmiş ve çoğunluğu sağlamış durumda. Patronun itirazı üzerine bir süredir eylem yapan Smart Solar işçileri, bir işçinin işten atılmasıyla iki vardiya birden üretimi durdurdu. İşçiler fabrika içinde toplanarak açıklamalar yaptı, sloganlar attı. Dışarıda da işçilere destek verildi. Birleşik Metal-İş'in çağrısı ile fabrika önünde toplanan çok sayıda işçi sloganlarla Smart Solar işçilerine destek vermeye başladı, işçilerin eylemleri devam ediyor.

Getir işçileri işten atmalara direniyor

İşten atılan Getir işçileri, şirket genel merkezi önünde basın açıklaması yaptı. İşçiler, “Motokurye işçisi köleniz değildir” sloganı attı. Atılan işçilerin isimleri şöyle: Ali Can Kök, Güven Özgüven, Furkan Ali Şahin. Basın açıklamasında özetle şunlar söylendi: “Getir işyerlerinde pek çok hak ihlalleri yapılıyor. Süre baskısı ile işçilerin yaşamları tehlikeye atılıyor. Sudan bahanelerle işçileri işten çıkarıyorlar. Bilsinler ki ellerimiz onların yakalarında olacak. İşten atılan işçi arkadaşlarımız işe geri alınsın.” İşten atılan Alican Koç şunları söyledi: “Haksız yere işten atıldım. Bir an önce işe geri alınmak istiyorum. Ters şeritten gittiğim bahane edilerek işten atıldım. Oysa yol üzeri kapalıydı ve zaman baskısı nedeniyle ters şeritten gitmek zorunda olduğumu söylediğim halde atıldım. Haksız yere işten atıldım. Bir an önce işimi geri istiyorum.” Yemek sepeti işyerinden atılan Doğu Yılmaz şunları söyledi: “Kuryelerin ispatı olmayan sudan bahanelerle işten atılmasını kınıyorum, işten atılanlar derhal geri alınmalıdır. Pandemi döneminde işçiler üzerinden kârlarını katlayan patronlar, şimdi krizi fırsat bilip işçileri işten çıkarıyorlar. Esnaf kurye sistemi bir aldatmacadan ibarettir. Kurye işçileri işçidir. Bizler sendika hakkımızı, ücretlerimizi gasp edenlere karşı kontaklarımızı kapattık. Şimdi de işimiz için, haklarımız için yeniden mücadele etmeye hazırlanıyoruz.” İşçiler “Doğu Yılmaz yalnız değildir sloganı attı. Emeğin Gücü Derneği tarafından organize edilen Getir işçilerinin eylemi, işçilerin attığı sloganlarla sona erdi. 

İşçi eylemleri

Sağlık emekçileri özlük hakları için iş bıraktı Hekim sendikaları ve sağlık emek meslek örgütleri, iktidarın “müjde” olarak duyurduğu yasa tasarısının taleplerine yanıt vermediğini söyleyerek 15 Haziran’da grev yaptı. Aile hekimlikleri başta olmak üzere devlet hastanelerinde acil bakım hizmetleri ve onkoloji dışında hizmet üretimi durduruldu. Hastanelerden çıkan sağlık emekçileri yürüyüşler yaptı. Hastaların alkışlarla desteklediği hekimler, illerdeki buluşma noktalarında basın açıklamalarını okudu. Meclise giden sağlık örgütleri temsilcileri burada bir basın açıklaması yaptı. Ortak açıklamayı Türk Tabipleri Birliği (TTB) Genel Başkanı Şebnem Korur Fincancı okudu. Sağlık emekçileri, sağlıkta şiddetin son bulmasını, performans sisteminin kaldırılmasını, aile hekimliği yönetmeliğinin iptal edilmesini, ücretlerinin insanca yaşayacak bir düzeye yükseltilmesini istediler. Mücadele kazandırdı: Ağaç A.Ş. işçileri haklı taleplerini kabul ettirdi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) bağlı Ağaç A.Ş.’de çalışan 300’ü aşkın işçi İBB binası önünde eylem yaptı. İşçiler, gün sonunda yürütülen müzakerelerde taleplerini kabul ettirmeyi başardı. İşçiler 13 Haziran’dan beri, işten atılmalara, sendikalaşmalarının engellenmesine, baskılara karşı eylemdelerdi. Zamsız ve sözleşmesiz çalışmaya hayır diyor, eylemlerine kazanana kadar devam edeceklerini söylüyorlardı. Ağaç A.Ş. bünyesinde 2500 işçi çalışıyor, geçtiğimiz yıl işçilerin 1700’ü DİSK’te örgütlendi. Sistematik baskılar o zaman başladı. Park ve bahçelerden sorumlu işçiler asgari ücretin biraz üstünde bir ücretle çalıştırılıyor, 250 lira yol parası ve günlük 13 lira yemek parası alıyorlar. İşçiler, bu mücadeleyi kazanamadıkları takdirde 5-6 yıl boyunca düşük maaşlar ile çalıştırılacaklardı.

DİSK: Zamları durdurun, ücretleri artırın

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) İstanbul’da İl Çalışma ve İş Kurumu önünde yaptığı basın açıklamasında açlık sınırının altında kalan asgari ücretin artırılmasını istedi. Genel Başkan Arzu Çerkezoğlu, “2021 Aralık ayında 4.253 TL olarak belirlenen net asgari ücret sadece Mayıs ayında 1516 TL eridi. Enflasyon nedeniyle yılın ilk 5 ayında 5 bin liramız cebimizden uçtu gitti! Gerçek enflasyon oranına göre değil, TÜİK verileriyle 5 bin liramız buharlaştı” dedi. DİSK Yönetim Kurulu’nun açıklamasında öne çıkan talep ve tedbirler: - Asgari ücret yüksek enflasyon dönemlerinde yılda dört kez belirlenmelidir. - Yoksulluğu ve adaletsizliği büyüten bir ekonomik büyümenin bu ülkeye, bu halka, Türkiye işçi sınıfına bir faydası yoktur. Bu yüzden asgari ücret tespitinde sadece enflasyon değil büyüme oranı ve yoksulluk sınırı da esas alınmalıdır. - Asgari ücret üzerindeki sigorta pirim yükü azaltılmalı, işverenlere verilen SGK prim desteği işçiler için de sağlanmalıdır. - Asgari ücrete paralel olarak diğer tüm ücretler ve emekli aylıkları da arttırılmalıdır. - En düşük emekli aylığı asgari ücret düzeyine çekilmeli, EYT’lilerin emeklilik hakları verilmelidir.

Yemek Sepeti önünde direnişini sürdüren Doğu Yılmaz’dan açıklama

Devasa kârlar elde ettiği halde çalışanlara insanca ücret ödemeyen ve esnaf kurye dayatmasını sürdüren Yemek Sepeti’nin önünde, hakkını istediği için işten çıkarılan Doğu Yılmaz ile dayanışıldı. Şirketin genel müdürlük binası önünde yapılan basın açıklamasında konuşan Doğu Yılmaz şunları söyledi: “Haksız hukuksuz işten atmayı kabul etmiyorum. Yemeksepeti yönetimi, açlığı yoksulluğu örgütledi bizler birliği direnişi örgütleyelim. Yemek sepeti işçileri olarak mücadelemizi büyütmeye devam ediyoruz. Tüm saldırıları boşa düşürerek daha güçlü geliyoruz. Birliğimizi güçlendirerek bizlere kölelik dayatanlardan hesap soracağız. Taleplerimiz açık ve nettir: - Ücretler insanca yaşam seviyesine çıkarılana, - Baskı, mobing, tutanak tehdidi son bulana,  - Sendikal örgütlenme başta olmak üzere örgütlenmenin önündeki keyfi engeller kaldırılana,  - Esnaf kurye adı altında dayatılan güvencesizlik son bulana, - Performans ve hız odaklı çalışma rejimine son bulana,  - Road Runner uygulaması üzerinden kuryelere dayatılan kölelik zinciri parçalanana, - Sürgüne göndermeler son bulana, - İşten atılanlar geri alınana ve işten atmalar yasaklanana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. İşçi kardeşlerimi ve sürecin tarafı olan sendikaları, kurumları temel taleplerimiz ekseninde emek, onur, gelecek, iş güvencesi mücadelemizi birlikte büyütmeye davet ediyorum. İşçilerin birliği patronları yenecek!  Yaşasın onurlu mücadelemiz! 

Sağlık eylemleri sonbaharda daha da büyüyecek

Sağlık çalışanları geçtiğimiz Aralık ayından bu yana hem özlük haklarında hem ücretlerinde iyileştirme için mücadele ediyorlar. Aralık ve Ocak aylarında birer günlük, Mart ayında ise 3 günlük iş bırakma eylemleri gerçekleştirdiler. Bu esnada hem Sağlık Bakanı, hem de Cumhurbaşkanı sağlık çalışanlarının durumunun farkında olduklarını gerekli iyileştirmeyi yapacaklarını taahhüt etti.  Ancak bir buçuk ay geçmesine rağmen somut herhangi bir adım atılmayınca sağlık çalışanları Mayıs sonunda Ankara’da toplanarak bir beyaz yürüyüş ile taleplerini bir kez daha hatırlattılar. Haziran ayında ise hazırlanmakta olan iyileştirme paketi görünür hale gelmeye başladı ve beklentilerin çok çok altında kalacağı fark edildi. Bunun üzerine tasarının mecliste görüşüleceği 15 Haziran günü bir kere daha bir günlük iş bırakma kararı alındı ve bu iş bırakma da tıpkı önceki iş bırakmalar gibi oldukça yüksek bir katılımla gerçekleşti.  Fakat buna rağmen beklentilerin çok gerisinde olan tasarı meclisten geçti. Buna göre çalışanlar enflasyon karşısında erimiş olan ücretlerinde neredeyse hissedilmeyecek seviyede iyileştirmeler alırken, özlük haklarında da minimal bir iyileştirme kazandılar.  Sağlık çalışanlarının içindeki öfkeyi dindirmeyecek olan bu paket Temmuz zammıyla bir süreliğine mücadeleyi yavaşlatabilir ancak bu etkinin çok uzun sürmeyeceği açık.  Gerek mesleki, gerekse de örgütsel olarak çok fazla bölünmüş olan sağlık çalışanları, mücadele içinde birleşiyor. Birleştikçe daha etkili eylemler gerçekleştiriyorlar. Temmuz zammı ve iyileştirmenin etkisinin ülkenin içinde bulunduğu koşullarda hızla sönümleneceğini düşünürsek sonbahardan itibaren sağlık çalışanlarının daha güçlü eylemlerle haklarını arayacaklarını söyleyebiliriz. Dr. Bekir Uzun

DİSK'ten göçmen emeği sempozyumu: 'Mülteciler yaşadığımız sürecin sorumlusu değil'

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü dolayısıyla İstanbul’da “Mültecilik, Göç ve Göçmen Emeği” sempozyumu düzenledi. Sempozyumda mültecilerin yaşadığı sorunlara dikkat çekildi göç sorununa ilişkin çözüm önerileri sunuldu. Geri gönderme tartışmaları, göçmenliğin nedenleri ve sonuçlarının tartışıldığı sempozyuma akademisyenler, siyasi partilerin temsilcileri ile işçiler ve mülteciler katılım sağladı. Sempozyumun açılış konuşmasını DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu yaptı. Emperyalistlerin kışkırttığı savaşlar ve artan küresel eşitsizlikler nedeniyle göç dalgasının hızlandığını söyleyen Çerkezoğlu, mültecilerin gittikleri yerde düşük ücretli, güvencesiz şekilde çalıştırılarak istismar edildiğini söyledi. Mültecilerin işsizliğin, yoksulluğun sorumlusu değil mağdurları olduğuna dikkat çeken Çerkezoğlu, mültecileri Türkiye işçi sınıfının bir parçası olarak gördüklerini ve mültecilerin güvencesiz ve ucuz iş gücü olarak görülmesine karşı sendikal ve sosyal güvenlik haklarının sağlanmasını savunmaya devam edeceklerini dile getirdi. Sempozyumda yapılan konuşmalardan özetler şöyle: Didem Danış: İktidarın göçmenlere yönelik politikası zamanla değişmeye başladı. Irkçı saldırı ve ayrımcı söylemler nedeniyle sığınmacıların güvenliğine dair kaygılar çoğaldı. Yani o kucak açan misafir, ensar, muhacir diyen hükümetin iç siyasi kaygılar ve özellikle de oy çekincesi ile kamuoyu tepkisine karşı daha mesafeli durmaya doğru döndüğünü görüyoruz. Şu son dönemde Süleyman Soylu'nun ifade ettiği seyretme politikası söylemleri, giderek daha yükselen geri göndermeler, geri gönderme merkezlerinde alıkonmalar, özellikle kayıt başvurularında Suriyelilerin yaşadığı sorunlar gibi çok ciddi krizler yaşanmakta olduğunu görüyoruz.  Biz Türkiye'yi eleştiriyoruz, 1951 uluslararası Cenevre sözleşmesine göre mülteci statüsü vermediği için. Bugün artık 2014-2022, 8’inci yılındayız, 8 yıl devam edecek bir geçici koruma statüsü olamaz zaten yapılan düzenlemelerde de hep bunun bir, maksimum iki yıl olacağı varsayılıyor oysa biz sekizinci yıla geldik Antep'te İlk defa parkları bu kadar boş gördüm. Bunun en önemli sebebi bu ırkçı ve ayrımcı söylem ve politikalardır. Bazen evlerine bir hırsız dahi girse polise başvurmaktan korkuyorlar. Çünkü geri gönderilme durumları var. Buna hangi aktörler neden oldu? İlk başlarda AFAD ilgili konumdaydı. Ancak son dönemlerde İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi Başkanlığı etkin. Bu da ilk başlarda meselenin insani olarak ele alındığını, şimdi ise ‘güvenlik’ sorunu olarak ele alındığını gösterir. Cenk Saraçoğlu: Mültecilerin emeği sömürülüyor. Bu sömürü düzeyi aynı şekilde Türkiye işçi sınıfına da uyarlanmaya çalışılıyor. Türkiye’deki sığınmacı ve mülteci düşmanlığı sadece 'ötekiye' bir düşmanlık değil. Bu, Türkiye’deki son 20 yılda yaşanan ideolojik, siyasal ve iktisadi dönüşümlerin yaratığı fay hatlarıyla ve önemli dönüşümlerle çok alakalıdır. Türkiye’nin ideolojik hedefleri var. Türkiye, burada siyasal ve ekonomik nüfuzunu artırmaya çalışıyor. Hale Gönültaş: İktidara yakın medya kuruluşlarının haber dili iktidarın politikalarına göre şekilleniyor. ‘Göçmenler misafirimizdir' üzerinden dil kuruyorlar. Fakat Afganistan’dan göçmenlerin gelmesi, ekonomik krizin daha da artması, göçmen karşıtlığı yapan bazı siyasetçilerin oy topladığının görülmesi üzerine, muhalefetin ve iktidarın söylemlerinde değişiklik yaşandı. Taha Elgazi: “Mülteciler bir sorunun kaynağı değildir. Mülteciler bir sorunun mağdurudur. Siyasi partiler, siyasetçiler ve çoğu basın kuruluşları mültecileri ana sorun olarak gösteriyorlar. Suriye'de fizik öğretmenliği yaptım, yine fizik bilimi üzerine doktora yaptığım sırada savaşın başlamasıyla "Ailemi ölümden kurtarmalıyım" diyerek Türkiye'ye sığındım. Türkiye'de yaşama tutunmak için hamallık yaptım. Kendi iradem, kendi kararımla yüksek lisansımı bırakıp buraya gelmedim. Hepimiz bugün ya mülteci ya da iç mülteci durumundayız. İstanbul'da herkes bir iç mülteci. 'Merhaba'dan sonra 'Nerelisin?' diye soruluyor Türkiye'de. Biz ölümden kaçarak buraya geldik. Herhangi bir insan çadırda yaşamak için buraya gelmez. Şu an bu salonda bulunan hemen herkes göçmen konumunda yer alıyor. Ya dış ya da iç göçmendir. Mültecilik, sadece başka bir ülkeden gelmek değildir. Köyünden çıkmak da mülteciliktir. Son aylarda Suriyelilere dönük ırkçı saldırılar arttı, bu saldırılara siyasetçilerin söylemlerinin neden olduğunu söylemek mümkün. "Irkçılık inşa ediliyor." Ana muhalefet partisi mültecileri iktidara karşı koz olarak kullanıyor, aynı zamanda iktidar da bizi AB’ye karşı kullanıyor. Biz hem soldan hem de sağdan kullanılmaya çalışıyoruz.  Suriyeliler evlerinden, işyerlerinden ve sokaklardan alınıp sınır dışı ediliyor. Ben solcu olsaydım kendimden utanırdım. Neye solcuyuz? Kadın meselesinde mi solcuyuz? Geçen gün Antep’te yetmiş yaşındaki Leyla Muhammed’e yumruk atıldı. Türkiye’de kadınları ve haklarını savunan onlarca STK var. Bir tanesi ziyaret etti mi? Onun hakkını savunan oldu mu? Olmadı. Neden? Çünkü Suriyeli.” Saniye Dedeoğlu: “Birçok mülteci kayıt dışı işlerde çalıştığı için onlara ücretlerde yarı yarıya azaltma dayatılıyor. Tarım, inşaat, tekstil gibi sektörler bu rekabetin en yaygın yoğun yaşandığı yerlerin başında geliyor. İş piyasasında; özellikle emeğin talep göstermediği, yerli işçilerin yapmak istemediği işlerde ağırlıklı olarak göçmenler kullanılıyor, evde bakım işleri gibi.  Suriyelilerin gelişiyle beraber yerli emekle ücret rekabeti de yükseldi. Sermaye ve devlet arasında kurulan bir ittifakın sonucu olarak ortaya çıktı bu. Emek sömürüsünün mikro ölçekte belli sektörlerde kendi dinamikleri içinde anlaşılması gerekiyor. Örneğin Türkiye’de mevsimlik tarım işçiliği, toplumdaki en alttaki gruptakilerin o işi belli bir süre yapıp sonra o işi daha alt katmandaki işçilere devretmesiyle açıklayabiliriz. Mevsimlik tarım işçiliği gibi çok enformel bir işe baktığımızda; toplumda en alttakilerin yaptığı bir iş. Yoksulların rekabetinden kim kazanıyor çok iyi biliyoruz. Tekstil, turizm, tarım Türkiye’nin öncü sektörleri; bu sektörlerle küresel rekabete giriyoruz ve bu emek yoğun sektörlerin temel stratejisi üretimde en kırılgan grupları içermesi. Bu yoksulların rekabetinde sermaye kazanıyor." Sibel Karadağ: “2015 yılı Türkiye tarihinde hem iktisadi hem siyasi anlamda bir köşe taşı, pek çok şeyin yaşandığı bir dönem. Haziran 2015 yılında AKP ilk seçim yenilgisini aldı ve 1 Kasım sürecine giden dönemde Türkiye’den AB’ye olan büyük göç hareketinin de yaşandığı uzun bir yaz dönemi idi.  2018 yılına kadar en ucuz iş gücü Suriyelilerdi. Suriyelilerin kendi içerisinde geçici statülerinin olmasıyla kendi içlerinde direngenliklerini kurmaya başlamalarıyla işverenler gözünü Suriyeliden Afganlara, Pakistanlılara çevirmiş oldu. İş gücü piyasasında hukuki olarak varlığının tanınmadığı, kayda geçmediği emek gücü istediler. Ağır beden emeği gerektiren işlerde çalışan ve özellikle ihracata dayalı istihdam alanlarında çalışıyor bugün mülteci işçiler. Vatandaşlığı olmayan o coğrafyada geçici olarak duran daha da altı legal statüsü olmayan bir işçinin ücreti nasıl belirlenir peki? Henüz verilebilmiş bir cevap yok. Yaşamının kaydı dahi olmayan bir insanın ücreti, ertesi gün yine işe gelebileceği, hayatta kalabileceği kadar bir forma çekiyorlar onu. Kullan-at emeği bu. Elden çıkarılabilir, belli bir süre kullanılan legal statüsü olmayan vatandaş olmayan emek demek."  Selmin Kaşka: “Türkiye’de göçmenlerin kendi aralarında örgütlenme dayanışma mekanizmalarını görüyoruz ama bir kolektif özne değiller. Çünkü böyle bir olanakları yok; vatandaş değiller, hakları yok, düzensiz ya da ikamet izni olduğu halde çalışma izni olmayan yani yarı düzensiz dediğimiz işçiler var.  Bir şekilde Suriyeli mültecilerin geçici koruma statüleri var ama Türkiye dünyanın çok çeşitli ülkesinde göçmen aldı ve bunların çoğunluğu düzensiz göçmen. Türkiye’de sendikalar mülteciler için ne yaptı? Bugün çalışma izni olan, sendikalar içinde kaç üye var? Göçmenlerin kayıt olmaları, kayıtlı olduktan sonra sendikalı olması çok zor. Türkiye 90’lardan beri esas olarak düzensiz göç alıyor. Bunlar önünde sonunda emek göçü oluyor. Ancak sendika ve göçmen ilişkisi hiçbir zaman çok önemli bir konu olmadı. Göçmenler de sendikaların gündeminde değil ağırlıklı olarak. Yani göçmenleri görmezden gelenlerin bir kısmının da sendikalar olduğunu görüyoruz.  Sendika göçmen ilişkisi nasıl kurulur bunun üzerinde durmamız gerekiyor. Doğrudan sendika üyesi olmasa da danışma masaları kurarak mültecilerle yan yana gelen sendikaların örnekleri dünyada var. Çalışma izni meselesi sendikaların aktör olmasını gerektirir. Türkiye’deki sendikaların ve göç çalışanların yaratıcı formüller üzerine düşünmeleri gerekir. Sendikalar düzensiz ve geçici koruma altında olup kayıt dışı çalışan göçmenleri gündemlerine almalı.” Adem Maarastawi: “Çalışma izni göçmenlerin en büyük sıkıntısı. Bunu hâlâ çözemedik. Çalışma izni almak için çok zor bir süreç geçirilmesi gerekiyor o da işveren kabul ederse ki çoğu işveren kabul etmiyor kabul etse de pek çok şart koyuyor. Bazıları diyor ki ben sigortanı yatıracağım ama sen bana bu yatırdığım sigortanın ücretini geri vereceksin diyor. Hangi hakla? İnsanlar çalışma izni alana kadar evden çıkmaktan korkuyor. Bir arkadaşımız çalışma izni olmadığı için çıkamıyordu hastaneye gitmek için çıktı ve yakalandı. Sınırı dışı edildi ve ertesi gün çalışma izni çıktı. Ama çoktan sınır dışı edilmişti, şimdi bir kampta oturuyor. Bir diğer problemimiz sağlık. 2022 yılının ilk 5 ayında 38 göçmen işçi hayatını kaybetti. Bunlar sadece bir rakam olabilir. Ama bu rakamların ardında can var. Bir diğer problemimiz ise ırkçılık. İstenmeyen Suriyeliler, istenmeyen Afganlar… Normalde işte çalışırken anlaşıyor ama ırkçılık öyle bir boyuta geliyor ki birbirlerini döver noktaya geliyor. Göçmen işçi daha ne olduğunu anlamadan dayak yemiş oluyor. Bir başka sorunumuz ise seyahat izni. İşçi dediğimiz sadece bir yerde çalışan değil. Ben taşımacılık sektöründe çalışıyorum şehir dışına çıkmam gerekiyor ama çıkamıyorum. Bu yüzden işten çıkarılabilirim. Zaten iş bulmak zor. Şehirler içinde bile dolaşamıyoruz. Herhangi bir denetime yakalanırsak sınır dışı ediliyoruz. Maaşlarımız zaten büyük sorun, asgari ücret altında ücret alan çok.  Zam istediklerinde de işten çıkarılıyor ve savunacak kimseleri de yok. Çalışma imkânı verelim ki bu insanlar yaşasın. Göçmenler dil sorunu yaşıyorlar. Türkçe bilmeyen göçmen sokakta rahatça Arapça konuşamıyor. Bu topraklarda farklı kültürler diller var oysa.  İşçiler arasında çalışma izni alanlar da 5 yıl süresi dolunca vatandaşlık süresi doluyor bazıları vatandaşlık alınca sıfırdan başlamış gibi oluyor. Daha önce hiç çalışmamış gibi görülüyor sigortası komple siliniyor. Onun haricinde çalışma saatleri, fazla mesai yapmak zorunda kalıyor. Aslında fazla mesai de istiyor daha çok kazanmak ailesine para göndermek için. Ama bazıları da yapmak zorunda kalıyor, işten atılmayla tehdit ediliyor. Tazminat hakkımız da yok. Ücretlerimiz az verildiği gibi genellikle de geç veriliyor. Bazı arkadaşlarımız kimi çalıştığı firmalardan ücretlerini hiç alamadı bile. Ben 1,5 yıl önce çıktığım bir firmadan hala içeride kalan ücretlerimi alamadım mesela. Göçmenler de sürekli borç almak zorunda kalıyorlar. Ek iş yapmak zorunda kalıyorlar. Tatil günlerimiz olmuyor. Suriye’de durumlar çok zor olduğu, can güvenliğimiz olmadığı için oraya da dönmek istemiyoruz. Geçici koruma statüsündekilerin çalışma izni çıkarılsın istiyoruz. İşçi hakları eşit olsun, işçi sağlığı ve güvenliği sağlansın istiyoruz. İşçiler istismar edilmesin. Irkçılığa karşı çalışmalar yapılsın istiyoruz.” Nur Banu Kavaklı: “Ne gibi kaygılar oluştuğunu, birlikte yaşamın temellerini zedeleyen ne gibi algılar olduğunu görmeye çalıştık ve aslında üç temel alan çıktı karşımıza. Bunlardan bir tanesi bugün belki daha da yakıcı hale gelmiş olan ekonomik koşullar, ekonomik kaygılar, yani Suriyelilerin istihdama katılımıyla birlikte yaşanacak olan işsizliğin artması gibi ücretlerin düşmesi gibi bir kaygı vardı. Bir diğer kaygı ise güvenliğe dairdi. Bir diğer alan da kültürel uyumsuzluk. Kentler aslında konumu itibariyle karşılaşma alanlarıdır. Yani farklı grupların bir araya gelmesi gereken yerlerdir zaten kentler. O karşılaşmalar olmadıkça sadece algılar üzerinden bir değerlendirme yapıldığında kaygının ve olumsuz tutumun daha yüksek olduğunu gördük yani. Bu algı ve tutumlara temel teşkil eden verinin, çok büyük oranda yanlı, yanlış ve eksik medya ve sosyal medya paylaşımlarında dayanmasıydı. Bizim ülkemizin tutarlı, istikrarlı, belirli bir plana göre uygulanmakta olan bir göçmen ve mülteci politikası yok. Bunun olmaması zaten en başından işleri çok zorlaştırıyor. Çünkü hâlâ geçici koruma statüsünden bahsediliyor artık. Şimdi neredeyse 10 senedir geçici koruma statüsü altında. Her göç, her insan hareketliliği içinde kalıcılığı barındırır. Yani siz milyonlarca insana oturum izni verip çalışma izni vermediğinizde aslında onları dolaylı olarak kölelik koşullarına, hiçbir geleceğini garanti altına almayan, haklarını garanti altına almayan koşullarda bir yedek işçi ordusu haline getirdiğinizi ifade etmiş oluyorsunuz. Emekliliği, yan hakları olmayan çalışma koşulları ne demektir? Ölene kadar çalışmak durumunda olmak demektir. Kadınlar için bu süreç çok farklı. Hayat çok kısıtlı, sınırlı, ev merkezli. Ben 23 hanede 30’a yakın kadınla konuştum. Herhangi bir şekilde kenti gezme amaçlı deneyimleyen kimse yoktu. Kadınların ev dışındaki faaliyetleri eğer İstanbul'un çeşitli yerlerinde yaşayan yakınları varsa onlara ev ziyaretleri yapmak, hastaneye gitmek, varsa çocuğunu okula götürmekten ibaret.” Mülteci Kadın Bana: “Biz buraya Suriyeli kadınlar olarak ekonomik sıkıntılar için gelmedik. Orada yaşadığımız sıkıntılar karşısında, haksızlığa uğradığımız, rejimin bize yaşattığı sıkıntılar, keyfi tutuklamalara, istismara karşı buraya gelmek zorunda kaldık. Bütün bu sıkıntılardan dolayı hayatımızı devam ettirmek için buraya geldik. Çalışan kadınlarla ilgili sıkıntıları söylemek gerekirse, kadınlar erkeklerden daha düşük ücret alıyor ve çok kısıtlı sektörlerde iş veriliyor. Örneğin en çok hizmetçilik alanında... Erkeklerin daha fazla iş bulma imkanı var. Erkeklere daha ağır iş verebildikleri için kadınlar daha şanssız. Kadınlar yaşadığı iş yerlerinde tacize uğruyor işverenler ve çalışan erkek işçiler tarafından. Bizim oturduğumuz yerde çalışan bir işçi kadın ücretlerinin artırılması için patronla gidip konuştuğunda, patronu onu “evime gel yerleş ben sana bakarım” diye taciz etti. Başka bir örnek vereyim; boşanmış ve eşi olmayan kadınlar daha fazla tacize maruz kalıyorlar. Çocuk sahibi olan kadınlar çocuklarını bırakıp işe gitmesi ya da işini bırakıp çocuklarına bakmak zorunda kalıyorlar. Türk vatandaşı biriyle imam nikâhıyla evlenen kadınlar da korkuyla yaşıyorlar. Her an sokağa atılma tehlikesiyle karşı karşıya ve bu erkeklerin kararına bağlı kalıyor. Bazı kadınlar polisler tarafından taciz ediliyor. Geçen yıl bir Suriyeli kadın karakolda polis tarafından tecavüze uğradı. Bazı kadınlar kapalı giyindiği için terörist olmakla suçlanıyorlar. Bunun haricinde keyfi tutuklamalar oluyor. Irkçılığı her yerde görüyoruz. Sözlü olarak ya da fiziksel olarak şiddet görüyoruz. Bu şiddet ve linç Suriyeliler üzerinde baskı yaratıyor. Toplumdan dışlama bu linçlerle beraber artıyor. Oysa kötülük yapan bir Suriyeli tüm Suriyelileri temsil etmiyor. Bu tablo karşısında Suriyeli kadınlar ne yapacaklarını bilmiyorlar. Özellikle kadınlara ait olan kendi oturdukları evlerden kendileri taşınamıyorlar, kadın tek başına görüldüğü zaman ev kiralayamıyor ve tacize uğruyor. Hastanelerde, özellikle doğum yaptıklarında Suriyeli kadınlar ırkçılıkla karşı karşıya kalıyor. Irkçılığa iktidar müsaade ediyor. Suriyelilerin aldığı yardım, aslında Türk devletinden değil, AB’den gelen fonlarla sağlanıyor ama başka türlü propaganda ediliyor. Jandarma, polis tarafından yapılan saldırılara sessiz kalınıyor. Kimin yaptığı saklı kalıyor. Biz kadınlar olarak erkeklerle eşit ücret almak, göçmen ve Türk kadınların birlik olmasını, iş eğitiminin kadınlara da verilmesini, çocuk sahibi kadınlar için kreş, Suriyeli kadınları taciz edenlerin yargılanmasını ve ırkçılığın durdurulmasını istiyoruz” Erhan Keleşoğlu: “İçinde olduğumuz rejim bir belirsizlik rejimi. Mülteci haklarının tanınmasını, istismarın son bulmasını istiyoruz. Genel olarak haklara yönelik bir taarruz söz konusu. Mültecilerin yaşadığı sorunlarla yerli halkın yaşadığı sorunlar ortaklaştı. Dolayısıyla taleplerin de ortaklaşması gerekir. İşçi sınıfı kendi kendini inşa eden bir sınıf.  Türkiye işçi sınıfı içerisinde mültecileri görüyorsak yapılması gereken belli, birlikte hareket etmektir. DİSK’e de bu anlamda büyük görev düşüyor. DİSK Tekstil ile beraber sahada bir çalışma yürütüyoruz. Çocuk işçiliğini de ödenemeyen maaşları da iş güvenliğinin olmadığı ortamları da gördük. DİSK, 6356 sayılı yasanın ilga edilmesi gerektiğini söylemelidir. Barajın ortadan kaldırılması gerekir. Bu Türkiye işçi sınıfına giydirilmiş bir deli gömleğidir. Bu deli gömleğini artık yırtıp atmaya ihtiyacımız var. Eğer bu deli gömleğini yırtıp atamazsak mülteciler ile bir arada örgütlenmemiz de mümkün olmayacak. Göçmenlerin mültecilerin sendikal hareket içerisinde yer almaları Türkiyeli bir işçiye göre kat be kat riskli ama buna rağmen örnekler var. Bunu yaygınlaştırmak gerekiyor örneklerini artırmak gerekiyor. Türkiye siyasetinin fay hatları maalesef işyerlerinde belli önyargıları beraberinde getiriyor. Bunlar örgütlenmenin de önünde engel oluyor. Karamsar da olmamak gerekiyor işçiler bir kere bir arada bir eyleme girdiğinde o kadar hızlı değişip dönüşüyorlar ki.”  

Eğitimde sorunlar büyük, MEB'de çözüm yok

Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası'nın “2021-2022 Eğitim Öğretim Yılı Sonunda Eğitimin Durumu” başlıklı raporu, Milli Eğitim Bakanlığı politikalarıyla yaratılan vahim durumu her açıdan ortaya koyuyor. Sendikanın verdiği karneye göre Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) sınıfta kaldı. KESK'e bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) bir öğretim yılının sonunda, halkın en fazla rahatsız olduğu konulardan biri olan eğitimdeki sorunları tek tek duyurdu. Eğitim Sen Başkanı Prof. Dr. Nejla Kurul'un açıkladığı raporda şu başlıklar öne çıktı: - Çocuklara ve çocuk haklarına yönelik tehditler sürdü   - Eğitimde ticarileştirme ve dinselleştirme politikaları devam etti - Meb bütçesi zorunlu ihtiyaçları karşılamaktan uzak kaldı - Özel öğretime destek sürerken kamusal eğitim politikaları terk ediliyor - Eğitim harcamalarının velilerin sırtına yıkılmasına son verilmelidir - 20. Milli Eğitim Şurası çocukların sağlıklı gelişimine aykırı kararlar aldı - MEB, eğitim sistemini protokollerle yönetmekten vazgeçmelidir  - Öğretmenlik meslek kanunu haklarımızı ve taleplerimizi içermeden çıkarıldı  - Eğitimde güvencesiz istihdam ve atamalarda mülakat ısrarı devam etti  - Genel idari hizmetler, teknik personel, yardımcı hizmetliler, usta öğreticiler ve okullarda görev yapan işkur typ personeli sorunlarına çözüm bekliyor  - Hukuksuz KHK ihraçları sorunu hala çözüm beklemektedir Raporun özeti: 2021-2022 eğitim öğretim yılı 17 Haziran Cuma günü sona erecektir. Geçtiğimiz eğitim öğretim yılında resmi ve özel 14 bin 137 okul öncesi, 24 bin 778 ilkokul, 19 bin 323 ortaokul ve 13 bin 82 lise ile toplam 71 bin 320 okulda 1 milyon 171 bin 891 öğretmen ve açık öğretim öğrencileri dâhil olmak üzere 17 milyon 436 bin 532 öğrenci ile eğitim ve öğretime devam edilmiştir. İki yılı aşkın süredir devam eden Kovid-19 salgını koşullarının eğitim öğretime olumsuz etkileri geçtiğimiz eğitim öğretim yılında yaşanan sorunları daha da ağırlaştırmıştır. Bununla birlikte eğitimin niteliğinde yaşanan gerilemenin sürmesi, son yıllarda belirgin şekilde artan eğitimde ticarileşme ve eğitimi dinselleştirme uygulamaları, okulların fiziki altyapı ve donanım eksikliklerinin sürmesi, kalabalık sınıflar sorunu, ikili öğretim, taşımalı eğitim, çocuk ve gençlerin dini cemaat ve vakıfların kreşlerine ve yurtlarına yönlendirilmesi, çocuklara yönelik taciz ve istismar vakalarının artması, mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik ve ücretli öğretmenlik uygulamasının sürmesi, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu vb. gibi çok sayıda sorun, eğitim sisteminin belli başlı sorunları olarak geçtiğimiz öğretim yılına da damgasını vurmuştur. Türkiye’de eğitim sistemi uzun süredir ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakılırken, eğitimin temel sorunlarına yönelik çözümsüzlük politikaları 2021-2022 eğitim öğretim yılında bizzat iktidar ve Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) eliyle yapılan yasal düzenlemeler ve fiili dayatmalar eşliğinde sürdürülmüştür. Siyasi iktidarın eğitim alanında, uzun süredir kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda attığı adımlar, çeşitli vakıf ve derneklerle iş birliği halinde hayata geçirilen ‘piyasacı’ ve ‘dini eğitim’ merkezli uygulamalar, başta öğrenciler olmak üzere, öğretmenler, eğitim emekçileri ve velileri doğrudan etkilemiştir. Eğitimde yaşanan ve yapısal hale gelen sorunlar her ne kadar görmezden gelinmeye çalışılsa da eğitim sorunu, ekonomiden yaşanan gelişmelerin ardından halkın en önemli ve öncelikli gündemini oluşturmaktadır. Çocuklar eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamakta, çocuk yaşta evlenmenin önüne geçen adımlar atılmamaktadır. Yoksul, emekçi ailelerin çocukları başta olmak üzere kız çocukları ve kırsal kesimde yaşayan çocuklar açısından eğitime erişim konusunda ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Bölgesel, cinsel, sınıfsal vb. eşitsizlikler, anadilinde eğitim gibi en temel sorunlar iktidarın çözmek bir yana daha da derinleştirdiği sorunlar olarak varlığını sürdürmektedir. Eğitim sistemi toplumsal cinsiyet eşitliğinden oldukça uzakta ve giderek dinsel içerik kazanan egemen ideolojinin yoğun baskısı ve denetimi altındadır. Toplumsal yaşamın her alanında görülen cinsiyetçilik ve cinsiyetçi uygulamaların en yoğun görüldüğü alanların başında eğitim alanı ve okullarımız gelmektedir. Geçtiğimiz dönemde cinsiyetçilik ve cins ayrımcı uygulamaların okullarda etkili şekilde üretilmeye devam ettiği görülmüştür. Geleneksel cinsiyet rolleri aile, okul, hukuk, ahlak, din ve medya tarafından sistemli bir şekilde çocuklara ve topluma aktarılmaya çalışılmaktadır. Ülkedeki etnik, dilsel, kültürel çeşitlilik ve inanç çeşitliliği, eğitim programlarında ve ders kitaplarında neredeyse hiç yansıtılmamaktadır. Eğitim sisteminde ve toplumsal yaşamda benimsenen tekçi anlayış, farklı inanç, kimlik ve mezhepleri yok saymayı, onları ve taleplerini görmezden gelmeyi ısrarla sürdürmektedir. Türkiye’nin kamusal, laik, bilimsel eğitim konusunda olduğu gibi, anadilinde eğitim konusundaki olumsuz sicilini ısrarla sürdürmesini de anlamak mümkün değildir. Suriye iç savaşı ile birlikte 2011 yılından itibaren Suriye’den milyonlarla ifade edilen insanlar ülkemize göç etmek zorunda kalmıştır. Yaşanan yoğun göç sonrasında yüzbinlerce Suriyeli çocuk eğitim hakkından yararlanamamaktadır. Resmi verilere göre, Türkiye’de bulunan okul çağındaki Suriyeli çocukların yaklaşık üçte biri okul yüzü görmemiştir. MEB’in verilerine göre, eğitim çağında bulunan bir milyon 124 bin Suriyeli çocuğun ancak yüzde 65’i, yani 730 bini okula giderken, yüzde 35’i ise eğitim hakkından yararlanamamaktadır. Okula gidemeyen Suriyeli çocuk sayısı 393 bin 547 olarak kayıtlara geçmiştir. Türkiye’de eğitim gören Suriyeli çocukların okullaşmasının önündeki engellerin başında çocuk işçiliği ve çocuk yaşta evlilikler gelirken, Suriyeli çocukların eğitiminin yapıldığı Geçici Eğitim Merkezlerinde yaşanan sorunlara kalıcı çözümler üretilememesi, göçmen çocukların sağlıklı eğitim almasını büyük ölçüde engellemeyi sürdürmektedir. Türkiye’de eğitim sisteminin müfredat, ders kitapları ve uygulama alanları itibarıyla çocukların, etnik köken, dil, din ve inanç ayrımcılığı ile karşı karşıya olduğu bilinmektedir. Ülkedeki etnik, dilsel, kültürel çeşitlilik ve inanç çeşitliliği, eğitim programlarında ve ders kitaplarında neredeyse hiç yansıtılmamaktadır. Eğitime erişimde, kız çocukları, mülteci çocuklar, anadili farklı olan çocuklar, engelli çocuklar ve geçici koruma altındaki çocukların dezavantajlarını ortadan kaldıracak adımlar atılmamıştır. Eğitim sisteminde ve toplumsal yaşamda benimsenen tekçi anlayış, farklı inanç, kimlik ve mezhepleri yok saymayı, onları ve taleplerini görmezden gelmeyi ısrarla sürdürmektedir. Türkiye’nin kamusal, laik, bilimsel eğitim konusunda olduğu gibi, anadilinde eğitim konusundaki olumsuz sicilini ısrarla sürdürmesini de anlamak mümkün değildir.

Hekimler ve sağlık emekçileri özlük hakları için bir kez daha iş bıraktı

Hekim sendikaları ve sağlık emek meslek örgütleri, iktidarın "müjde" olarak duyurduğu yasa tasarısının taleplerine yanıt vermediğini söyleyerek birçok ilde greve çıktı. Aile hekimlikleri başta olmak üzere devlet hastanelerinde acil bakım hizmetleri ve onkoloji dışında hizmet üretimi durduruldu. Hastanelerden çıkan sağlık emekçileri yürüyüşler yaptı. Hastaların alkışlarla desteklediği hekimler, illerdeki buluşma noktalarında basın açıklamalarını okudu. Meclise giden sağlık örgütleri temcilcileri burada bir basın açıklaması yaptı. Ortak açıklamayı Türk Tabipleri Birliği (TTB) Genel Başkanı Şebnem Korur Fincancı okudu. TTB'nin açıklaması: Emeğimizin Hakkını Aldığımız Sağlıklı Bir Gelecek İçin G(ö)REV Başındayız! Biz, “Başka Kamil Furtunlar Ersin Arslanlar olmasın, yaşatmak için yaşamak istiyoruz”diyenler… Biz, gecesi gündüzü olmayanlar… Biz, hastalandıran bu sağlık sistemine göz yumamayanlar, toplum sağlıksızken nefes alamayanlar… Biz, bu gördüğünüz binalarda sistemin tüm başarısızlığının altında bırakılanlar… Biz, aylardır bir kurgu ile oyalama taktikleri ile yok sayılan, emeği hiçleştirilen, mesleği değersizleştirilenler… Biz, KHK ve güvenlik soruşturmalarıyla, ceza ve infaz yönetmelikleriyle baskı altına alınmaya çalışanlar… Tüm bu olumsuzluklara rağmen; biz hekimler olarak “Giderlerse gitsinler”e boyun eğmeyenler; mesleğinin beyazını karanlığa ışık yapanlar; emek bizim, söz bizim diyoruz. Uzun mesailerde, yorucu nöbetlerde, kışkırttığınız sağlık taleplerine yanıt vermeye çalışan emeğin sahibi olanlar BİZLER, milyonlar… Yoksulluk sınırı altı ödemelere, bizleri ölümüne çalıştıranlara, sağlıkta şiddeti üretenlere karşı sözümüz var diyoruz. Yeni yasa teklifiyle yeniden farkına vardığınız gibi Meclis’te, ekranlarda yürüttüğünüz senaryolarınız; hem bizlerin hem de toplumun gözünde artık hükümsüzdür. Aylar süren oyalamanın ardından, yeni yasa teklifiyle emeğimizle yeniden alay ettiniz. Bizler emekliliğe yansıyacak temel ücret artışı talep ederken, nitelikli şekilde ve baskı altında olmadan çalışabilmemiz için yeterli süre ve olanaklar, sağlıkta şiddetten arındırılmış çalışma alanları, toplumun daha az hastalanması için koruyucu sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesini isterken; sizlerin bize reva gördüğü, performansa dayalı ödeme sistemini dayatmak, emeğimiz için ayrılması gereken bütçeyi şehir hastanelerine kira ve hizmet bedeli olarak gömmek oldu. Sizin bizlere dayattığınız sağlıksızlığa karşı bizler bu gidişatı değiştirmek, sağlıklı bir gelecek için birlikteyiz. Bugünkü G(ö)REV eylemimiz son değil. Bu bir itiraz! Meclis’te yürütülen senaryoyu reddediş! Hakkımız olanı alana kadar hep birlikte, sağlıksız politikalarınızın ve emek gaspınızın karşısında olmaya tüm gücümüzle devam edeceğiz. Tüm Türkiye’de hakları için, mesleğinin onuru için bir araya gelen milyonlar olarak biliyoruz ki emeğimizin hakkını aldığımız, sağlıklı bir geleceği birlikte inşa edeceğiz. Birlikte başaracağız! Sağlıkta Şiddet Sona Ersin! Sağlıkta Performans Ölüm Demektir! Susmuyoruz, Korkmuyoruz, Hiçbir Yere Gitmiyoruz! Emek Bizim Söz Bizim! Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Geri 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 İleri

Bültene kayıt ol