Belediyelerde sözleşmeler yeni arayışların habercisi mi?

Yeni yılda sefalete devam: Asgari ücret 8 bin 500 net

Yine patronların istediği oldu. İşçi tarafının katılmadığı toplantıda asgari ücret kararını açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, açlık sınırının biraz üzerinde bir rakamı savundu. 2023 yılında net asgari ücret 8 bin 500 TL olacak. Cumhurbaşkanı geçen Ocak ve Temmuz aylarında yapılan artışlarla birlikte yıllık yüzde 70'e ulaşmasıyla övündü. Oranlar yüksek gözükse de ücretlerin en baştan düşük olması sonucu (Temmuz itibarıyla 5 bin 500) geçmişteki kayıplar giderilmesi ve yeni yılda geçim maliyetinin karşılanması imkansız hale geldi.  Türk-İş'in Kasım ayında yaptığı araştırmaya göre 4 kişilik işçi ailesinin asgari gıda harcaması 7 bin 786 liraya ulaşmıştı. Zam dalgası sonucu Aralık'ta bu rakamın arttığı açık. Gıda masrafları dışındaki zorunlu harcamalar eklendiğinde gereken para 25 bin lirayı aşıyor. Yani bir hanede iki kişi asgari ücretle çalışsa dahi, elde ettikleri gelir geçim maliyetini karşılamıyor. Pazarlığı açlık sınırından başlatan Türk-İş, sonra talebini 9 bin nete çıkarmış, patron tarafı bunu kabul etmeyince masada kalkmıştı. Erdoğan yeni asgari ücreti, patron örgütü TİSK'in başkanıyla birlikte duyurdu. Bu rakam memur ve emekli maaşlarındaki artış kadar genel ücretlerdeki artışları da belirleyecek.

'TTB'ye dokunma, Şebnem Hocaya özgürlük'

Tutuklu TTB Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı'nın davasının duruşması 23 Aralık'ta Çağlayan Adliyesi'nde görülecek. TTB, tüm hekimleri beyaz önlükleriyle Çağlayan'a çağırıyor. Türk Tabipleri Birliği'nin çağrısı: "Karanlığa karşı tüm hekimleri önlüğünün beyazıyla Çağlayan'a çağırıyoruz: TTB'ye Dokunma. Şebnem Hocaya Özgürlük.  23 Aralık Cuma İstanbul/ Çağlayan Adliyesi 8.30-Basın açıklaması 9.30-Duruşma Duruşma sonrası basın bilgilendirmesi"

Son on yılda en az 828 göçmen/mülteci işçi hayatını kaybetti

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG), son on yılda (2013-2022) en az 828 göçmen/mülteci işçinin hayatını kaybettiğini açıklayarak Göçmen/Mülteci İş Cinayetleri Raporu'nu paylaştı.  18 Aralık günü, Birleşmiş Milletler tarafından resmi olarak 2000 yılında "Uluslararası Göçmenler Günü" olarak kabul edildi. Her yıl 18 Aralık'ta kutlanan Uluslararası Göçmenler Günü; dünya çapında göçmenlerin ve yerinden edilmiş insanların yaşamları ve sorunları konusunda bir farkındalık oluşturmayı hedefliyor. İSİG raporu, başta Katar olmak üzere dünyanın her ülkesinde iş cinayetlerinde hayatını kaybeden göçmen/mülteci işçilere adayarak şöyle dedi: Katar'da 6 bin 500 göçmen işçi öldü "Bugün, 18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü. Bu yıl Katar'da düzenlenen Dünya Kupası, futboldan çok göçmen işçi ölümleri ile gündeme geldi. Statların yapım sürecinde çoğunluğu Pakistanlı, Nepalli, Sri Lankalı, Bangladeşli, Filipinli ve Kenyalı olmak üzere 6 bin 500 işçinin (bazı kaynaklar göre 15-20 bin civarı) iş cinayetlerinde hayatını kaybettiği belirtiliyor. Türkiye'de göçmen/mülteci işçilere dair satırbaşları Geçen yıllarda göçmen/mülteci işçiler konulu yedi rapor çıkaran İSİG, 2013-2022 yılları arasındaki 10 yılda 828 göçmen/mülteci işçinin hayatını kaybettiğini aktardı.  Raporların özetine göre şu noktalar ön plana çıktı:  Her yıl ortalama 83 göçmen/mülteci iş cinayeti tespit edildi. Tüm iş cinayetlerinin yüzde 4,4'ü. Yaklaşık her yirmi iş cinayetinin biri göçmen/mülteci işçi. İş cinayetlerinde ölen göçmen/mülteci işçilerin yüzde 51'i Suriyeli, yüzde 18'i Afganistanlı. Her on ölümün yedisini savaşlardan dolayı yaşadığı yerleri terk eden mülteciler oluşturuyor.   Göçmen/mülteci iş cinayetleri, tarım (yüzde 29) ve inşaat (yüzde 25) işkollarında yoğunlaşıyor. Patronlar tarafından "harcanabilir işçiler" olarak görülen göçmen/mülteciler hiçbir kural olmadan uzun çalışma saatlerinde, en düşük ücretle, işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri alınmadan 'en dipte koşullarda' çalıştırılıyor.  Tarım işkolunda uygun olmayan minibüslerde ve insan taşımacılığının yapılmaması gereken traktör römorklarında aşırı sayıda işçinin taşınması ve yollara savrulması; inşaatlarda alınmayan önlemler sonucu yüksekten düşmeler; sanayide patlamalar, yanmalar, ezilmeler ve zehirlenmeler ile göçmen/mülteci işçilere dönük şiddetler (bazen işyerlerinde göçmenler arası) başlıca ölüm nedenleri. Göçmen/mülteci işçilerde çocuk işçilerin ve kadın işçilerin ölüm oranı yüzde 9. Tüm iş cinayetleri ile karşılaştırdığımızda çocuk işçi ölümleri iki katı aşkın, kadın işçi ölümleri yarım kat fazla. Yani göçmen/mülteci çocuk ve kadın işçiler güvencesiz çalışma havuzunun en önemli kaynakları ve iş cinayetlerine daha fazla maruz kalıyorlar.  En çok ölüm sırasıyla İstanbul, Şanlıurfa, Konya, Gaziantep, Kocaeli, Ankara, Bursa, İzmir, Antalya ve Mersin'de. Bu şehirler sanayinin ve tarımın merkezleri olmanın yanı sıra yoğun bir yapı inşasının olduğu yerler. Örgütlenmelerle ilgili birkaç örnek Aliağa Petkim Star Rafinerisi'nde çalışan Hindistanlı işçiler verilen yemeklere tepki göstermiş ve 'beslenme hakkı' direnişleriyle gündeme gelmişlerdi. Yine Torbalı'da çalışan Türkiyeli ve Suriyeli tarım işçilerinin yevmiyelerin artırılması için kurdukları birlik ve iş bırakma, kısmi zam getirmişti. Adana'da saya işçilerinin ve Gaziantep'te tekstil işçilerinin ortak mücadeleleri önemli deneyimler olarak yerini aldı. Türkiye sendikal hareketinde ise son dönemde göze çarpan üç gelişme var. Birincisi DİSK Gıda-İş'in Esenyurt bölgesinde işkolu ayrımı gözetmeksizin yaptığı çalışma, ikincisi BirTek-Sen'in Gaziantep'te Suriyeli işçilerin sorunlarını gündemleştirme mücadelesi, üçüncüsü Göçmen İşçileri Sendikası Girişimi'nin oluşturmaya çalıştığı göçmen/mülteci işçi perspektifi.

EYT'liler haklarını istiyor: Sınırlı değil tam çözüm!

Hayatları boyunca çalışıp, gerekli primi ödedikleri halde emekli olamıyorlar. Yıllardır mücadele eden EYT'liler iktidarı zorlarken, kabine üyeleri patronların çıkarları için bu hakkı sınırlandırmanın peşinde. Üç yıl önce Cumhurbaşkanı Erdoğan "Herkes vaktinde emekli olmalı. Seçim kaybetsek de yokum" diyerek meydanlarda seslerini duyuran EYT'lilerin talebini reddetmişti. İktidar çevreleri mezarda emekliliği hoyratça savunmuş, emeklilik haklarını isteyenleri "çocukların geleceğini" karartmakla suçlamıştı. Yüzbinlerce kişinin mücadelesiyle geçen üç yılından ardından durum değişti. Seçimler kapıda ve sayıları 1 milyon 800 bin olan EYT'linin bu düzenleme gerçekleşmediği takdirde iktidara oy vermeyeceği gerçeği AKP'yi zor durumda bıraktı. Seçim öncesi tüm EYT'lilerin haklarını vereceklerini duyuran AKP iktidarı, 1999 öncesi sigortalı çalışan herkesin emeklilik haklarını tanıyacağını duyurdu. Patronlar harekete geçti Bu duyulur duyulmaz, patron örgütleri EYT düzenlemesine karşı açıklamalara ve iktidara baskıya başladı. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Çalışma Bakanlığı'na yazdığı mektupta, EYT düzenlemesinden rahatsız olduğunu belirtti. Uygulama sonrasında yüklü kıdem tazminatı ödemesi ile karşı karşıya kalacaklarını, nitelikli iş gücünü kaybedeceklerini, emeklilerin yeniden çalıştırılmasının ek maliyetler getireceğini açıkladı. Diğer bir patron örgütü İstanbul Ticaret Odası da düzenlemeden ötürü ciddi bir kıdem tazminatı yükümlülüğü ile karşı karşıya kalacaklarını, bu nedenle çok kaygılı olduklarını açıkladı. Çelişkili açıklamalar Bu çıkışların ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beştepe'de Çalışma Bakanı Vedat Bilgin ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati ile biraraya geldi. Toplantıdan gelen haberler EYTlileri bir kez daha öfkelendirdi. Bakan Nebati'nin masaya yaş sınırını koyduğu, kadınlarda 48 erkeklerde 50 ya da daha kötüsü kadınlarda 50 erkeklerde 52 yaşı doldurma şartını getirmek istedikleri duyuldu. İktidarın EYT'lilerin taleplerine sınırlama ve engel getirmesi ise "kaynak yok" gerekçesine bağlandı. Şimdiki en düşük emekli maaşı 3 bin 500 lira. Yeni yılda bu rakam 5 binin üzerine çıkabilir. EYT kapsamındakilere maaş bağlanırsa bunun maliyetinin 100 milyar lirayı bulacağı söyleniyor. İktidar çevreleri bu miktarda ödemenin SGK'yı batıracağını iddia ediyor. Buna karşılık pek çok sosyal güvenlik uzmanı, patronların ya da iktidarın ileri sürdüğü çekincelere katılmıyor. Uzmanlar 1 milyon 800 bin kişinin emeklilik haklarının tanınmasını ne bütçeyi ne de sistemi batırmayacağını söylüyor.  Kaldı ki EYT'liler, sigorta primlerini baştan ödedi. Sosyal güvenlik sistemlerinin mantığı, çalışırken sigorta primini ödemek, emekli olunca yatırdığının karşılığını almaktır. Bu devletin vatandaşlarına verdiği az sayıda güvenceden biridir. Devasa kaynaklar, Diyanet'e ya da MSB'ye harcanırken, "bütçe bu yükü kaldırmaz" iddiası doğru olamaz.   Tam da bu durumdan ve seçim sıkışıklığından dolayı, iktidar 'EYT sorununu çözeceğiz' demeye  devam ediyor.  Haksızlığın başlangıcı 1990'lar boyunca dünyada sosyal güvenlik sistemleri, egemen sınıfların yoğun saldırısı ile bambaşka bir hale getirildi. Her yerde emeklilik yaşı yükseltildi. Bu işçilerin büyük direnişleriyle karşılandı. IMF ile yapılan anlaşmanın bir parçası olarak 8 Eylül 1999'da çıkarılan bir yasa ile emekli olmak için gerekli olan prim gün sayısına yaş şartı da eklendi. 8 Eylül 1999 öncesinde sigorta kaydı olanlar, haksız bir biçimde, prim günleri dolsa da emekli yapılmadılar, yaş sınırını beklemek zorunda bırakıldılar. Halbuki bu kişiler işe girdiklerinde emeklilikle ilgili bir yaş sınırı yoktu.  Değişiklikten önce, emekliliğe hak kazanabilmek için sigortalılık süresi ve prim gün sayısındaki koşulların karşılanması yetiyordu. Değişiklik öncesinde kadınlarda 20, erkeklerde ise 25 yıl sigortalılık süresi ve 5000 gün prim ödeme koşulunu yerine getirenler emekli olabiliyordu. Emeklilik hakkını gasp eden bu girişime imza atan dönemin hükümeti Mesut Yılmaz'ın ANAP'ı, Bülent Ecevit'in DSP'si ve Devlet Bahçeli'nin MHP'sinden oluşuyordu. Bu hükümete karşı muhalefet olarak gelişen Erdoğan'ın AKP'si 2001'de iktidar geldikten sonra bu yasayı uyguladı ve fanatikçe savundu. Çünkü iki hükümet de kapitalistlerin hükümetiydi.  Bugün ise AKP yüzbinlerin mücadelesi sonucu geri adım atmaya başladı.

Asgari ücret: İktidar ve sermaye işçileri eziyor

Yine açlık sınırına yakın bir para, asgari ücret olarak belirlenecek. Ayrıca şu anki enflasyon geçmiş yıllardaki enflasyon oranlarına göre çok yüksek olduğundan, belirlenen asgari ücret 3 ay geçmeden yarı yarıya değer kaybedecek.  Enflasyondaki bu hızlı artışa rağmen asgari ücret yılda bir veya iki kere belirlendiğinden, insanlar tam bir sefalete mahkûm oluyorlar. Bu enflasyon koşullarında asgari ücretin her ay, enflasyon oranında artırılması gerekiyor. Asgari ücret, normal ücret oldu 2017 yılında çalışan nüfusun yüzde 35’i asgari ücret alıyordu. Bugün ise 15 milyon SGK’ya kayıtlı işçinin yarıdan fazlası asgari ücrete çalışıyor. Artan enflasyon karşısında eriyen ücretler ve düşen alım gücü nedeniyle işçiler aileleriyle birlikte sağlıklı beslenme bir yana, doyacak kadar bile ücretten mahrumlar.   Enflasyonun üç haneli sayılara çıktığı, ekmekten kahveye, sütten sebzeye her şeyin el yaktığı, geçim kaygısının kitleselleştiği böyle bir dönemde, asgari ücret en önemli konu haline gelmiş durumda. Kış ayları geldi, geçen yıl 500 liraya ısınan evler, bu yıl ısınma için en az 1500 lira harcayacak. Diğer her harcama ateş pahası. TÜİK verileri gerçek değil TÜİK, iktidarın ücret zamları ile ilgili politikalarının bir aparatı haline gelmiş durumda. Asgari ücret tespitinde esas alınan TÜİK verileri gerçeği yansıtmıyor. Bağımsız ekonomistlerin yüzde 170 olarak bulduğu enflasyonu, TÜİK yüzde 84 olarak açıklıyor.  İktidar ne kadar zam yapmak istiyorsa, TÜİK enflasyonu o kadar ilan ediyor. Türkiye'de vergi sisteminde önemli bir yeri olan 'yeniden değerleme oranı' yüzde 123 olarak açıklandı. İktidar enflasyonun yüzde 80’lerde olduğuna inansa, yeniden değerleme oranını bu şekilde yüksek belirlemezdi. Açlık sınırının 8 bin lira, yoksulluk sınırının 26 bin lira olduğu koşullarda asgari ücretin en az 15 bin lira olması gerekir. Komisyon tam bir tiyatro Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda yer alan temsilcilerin çoğunluğu, iktidar yanlısı kurum ve kuruluşlardan oluşuyor. İşçinin, emekçinin sırtından geçinen insanlar asgari ücreti belirleyecek.  Komisyondaki sözde işçi temsilcisi Türk-İş yöneticileri, sendikaların kasasından aylık 100 bin lira civarında gelir elde ediyorlar. Komisyon toplantılarına son model arabalarla gidiyorlar.  İşveren ve devlet temsilcilerinin zaten tuzları kuru.  Yoksulluk nedir bilmeyen insanlar, asgari ücret tespit ediyorlar. Böyle bir ekipten işçinin yararına sonuç çıkması mümkün değil. Türk-İş, asgari ücrette 'kırmızı çizgi' olarak 7 bin 785 lirayı belirledi. Bu rakam açlık sınırının bile altında. Bu rakama pek çok kentte artık ev kiralanamıyor.  Bu komisyonun yapacağı toplantılardan emekçilere ancak yoksulluk çıkar. Ama işçi sınıfı örgütlerinin yapacağı baskı, eylem ve etkinlikler ile bu değiştirilebilir. Hemen şimdi milyonlarca işçi meydanlara çıkarak asgari ücretin en az 15 bin lira olmasını sağlayabilir.

Grev hakkını kazanmak için grev!

Birleşik Metal-İş ve Özçelik-İş sendikalarının Bekaert işyerlerinde aldığı grev kararları Cumhurbaşkanlığı tarafından yasaklandı.  Resmi Gazete'de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın imzası ile yayımlanan karara göre, Bekaert Şirketine ait Kocaeli'nin İzmit ilçesindeki işyerinde Birleşik Metal-İş Sendikası tarafından alınan grev kararı ile Kocaeli'nin Kartepe ilçesindeki işyerinde Özçelik-İş Sendikası tarafından alınan grev kararları, "milli güvenliği bozucu nitelikte" görüldüğünden 60 gün süreyle ertelendi. Burada erteleme aslında bir kelime oyunu, grevler fiilen yasaklandı. Çünkü 60 günlük erteleme sonrasında anlaşma hala sağlanmamışsa sonucu Yüksek Hakem Kurulu belirliyor, greve devam edilemiyor. Yasağa rağmen grev Yasaklamanın ardından Birleşik Metal-İş Sendikası bir açıklama yapmış ve "Cumhurbaşkanı yine tercihini sermayeden yana kullandı. Kocaeli'deki Bekaert işçisinin grevini yasakladı. İşçiler bu hukuksuz grev yasağını tanımayacak Anayasanın ve kabul edilen uluslararası yasaların kendisine verdiği hakkı kullanarak yasal grevini başlatacaktır" demişti. Sendikanın dediği gibi oldu. İşçiler greve başladı. Bu haber kaleme alındığında grev ikinci gününe girmişti. 400 metal işçisi yasağı tanımadı. Grev ilan edilirken konuşan işçiler “Bu grevin sadece Bekaert işçisinin değil tüm işçi sınıfının yasaklara karşı grevi” olduğunu söylediler. “Bekaert işçisi yalnız değildir!” sloganlarıyla başlayan grev sırasında konuşan sendika başkanı Adnan Serdaroğlu, “Burada tarihi bir mücadeleyi başlatıyoruz. Bugün verilen mücadelenin önemi çok daha farklıdır. Aylardır işverene karşı bir hak mücadelesi veriyorduk. Grev başlangıç aşamasına gelirken karşımızda başka birileri daha belirdi.” Grevin yasaklanmasına değinen Serdaroğlu, “Direneceğiz, grevimizi burada yapıyoruz. Grev yasağı anayasal hakkımızın gasp edilmesidir” dedi.  Bir yasak bozucu olarak grev Marksist.org sitesi ve Gazete Duvar’daki haberlerde de yazıldığı gibi, grev ertelemeleri, açık bir şekilde grev yasaklamalarına dönüştü. Birçok sendikacı gibi Adnan Serdaroğlu da 60 gün erteleme kararının fiili bir yasak olduğunun altını çiziyor. Çünkü 60 gün içinde tekrar greve çıkma şansı olmuyor. “Üst mahkemeye başvuruyorsunuz, o süreç 2 yılda anca bitiyor, 60 gün içinde de grev tekrarlanmayınca yetkiniz düşmüş oluyor” diyen Birleşik Metal-İş Sendikası Başkanı Serdaroğlu “Yıllar sürecek bir mahkeme sonucunu beklemek değil, meşru ve fiili haklılığımızı ortaya koyarak mücadelemizi sürdüreceğiz” sözleriyle mücadelenin öneminin altını çiziyor.  İktidarın doğrudan sermayenin sözcüsü ve uygulayıcı olduğunu gösteren en önemli kanıt ise Erdoğan’ın 12 Temmuz 2017'de yabancı sermayeli yatırımcılara hitap ederken, olağanüstü hal uygulamasının patronların rahat çalışabilmesi için yapıldığını söylemesi ve "Biz göreve geldiğimizde Türkiye'de OHAL vardı ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Ama şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL'den istifade ederek anında müdahale ediyoruz" sözleridir. AKP’nin iktidar döneminde, 2002-2023 arasında 19 grev, grev ertelemesi adı altında yasaklandı ve bu yasaklardan 195 bin işçi etkilendi. Bu yüzden Bekaert işçilerinin direnişi ve grevi çok büyük bir öneme sahiptir. 1990’lı yıllarda kamu çalışanlarının mücadelesi hem sendikal örgütlenme hakkının hem de grev hakkının örgütlenmekten, grev yapmaktan geçtiğini göstermiştir. Kazanana kadar sürecek bir grev, bu iktidara işçi sınıfının haklarını savunmasının milli güvenlikle hiçbir alakasının olmadığını gösterecektir. Sendikal haklar hiçbir zaman bir kişinin iki dudağından çıkacak kararlara bağlı olamaz. Kanla terle kazanılmıştır, mücadeleyle korunur.

Zeytinliklere bitmeyen düşmanlık

AKP sadece ve sadece iktidarda kalmaya, bunun için de birlikte büyüdükleri inşaat şirketlerini, müteahhitleri korumak için elinden gelen yapmaya odaklanmış durumda. Son 13 ayda ekonomi yıkıma uğratıldı. Yoksullar kat be kat daha yoksul durumda. Ama iktidar açısından bunun bir önemi yok. İlaç sıkıntısı mı var, sorun değil. Açlık sınırının altında milyonlarca insan mı yaşıyor, önemsiz. Büyükşehirlerde ev kiralarında inanılmaz artışlar nedeniyle barınmak imkansız hale mi gelmiş, olabilir. Öğrenciler beslenmiyor mu, bir süre katlansınlar. Patronlar için ormansızlaştırma Ama sıra patronların servetine servet katmaya, sermaye sahiplerinin vergi affına, kaynakları sermaye gruplarına aktarmaya gelince, iktidar inanılmaz bir hızla hareket ediyor. Özellikle ormanları, dereleri, yeşili, ekosistemi tüm canlı yaşamını imha etmek üzere sermayeye açmakta sınır tanımıyor. Geçtiğimiz hafta önce bir Cumhurbaşkanlı Kararnamesi yayınlandı ve dönümlerce orman arazisi orman vasfından çıkartıldı. Ek 16. Madde uyarınca 16 hektarlık alan daha bir imzayla orman vasfını yitirdi. Ek 16. Madde 2018’den itibaren cumhurbaşkanına ormanlar üzerinde tam yetki veriyor. Bu madde nedeniyle kaybedilen ve maden ve enerji şirketlerinin insafına terk edilen ormanlık alan 1600 hektar civarında.  Son yayınlana ormansızlaştırma kararnamesi Rize, Balıkesir, Zonguldak, Kocaeli ve Sakarya illerini kapsıyor. Ormanlar ve zeytinler İktidar sadece ormansızlaştırmanın değil zeytinsizleştirmenin de peşinde. AKP 20 yılda 11 kez zeytin kanununu delmeye çalıştı. 2017 yılında hazırladığı ve adına ‘Üretim Reformu Paketi’ denilen tasarıyla zeytinlik alanları ve meralar sanayi tesisleri için kullanılabilecekti.  O dönem zeytinliklerin yatırıma açılmasına izin veren teklife karşı büyük bir tepki doğmuştu. Hemen bütün muhalefet milletvekilleri, sanatçılar, yaşam savunucuları, iklim aktivistleri ve üreticilerinden gelen tepkilerin artması üzerine tasarı geri çekilmişti. Bu yılın Mart ayında da zeytinliklerin doğrudan madenciliğe açılması için Maden Yönetmenliği’ne bir madde eklenmiş ve tapuda zeytinlik olarak kayıtlı alanlar madencilik faaliyetine açılmak istenmişti. Madde şu facianın kapısını açıyordu: “Ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlara denk gelmesi halinde bu alanların belli şartlara bağlı olarak madencilik faaliyetine” açılabilecektir. Gelen tepkiler nedeniyle iktidarın bu adımı da geri tepmişti. Zeytinler kalacak, AKP gidecek! Şimdi yine kolları sıvadılar. Muğla Tarım Orkam Sen’in açıkladığı gibi “Yönetmelik değişikliği yargıya takılınca, torba yasa teklifi ile maden kanununa eklenecek geçici maddeyle, bugün meclis komisyonunda, zeytinliklerin madenciliğe açılması” isteniyor. İktidar 10 Aralık’ta Meclise sunduğu bir torba yasayla yeniden zeytin kanununu delmeye çalıştı. tbmm.gov.org.tr sitesinde ilgili sayfada “Teklife göre, Maden Kanunu’na eklenen geçici maddeyle, ruhsat sahibi veya rödovansçı olan gerçek veya tüzel kişiler tarafından yürütülen madencilik faaliyetlerinin, tapuda zeytinlik olarak kayıtlı alanlar veya fiili olarak üzerinde zeytinlik bulunan alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesinin mümkün olmaması durumunda, zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının, izin verilecek maden sahalarının bulunduğu ilçe ve il sınırlarına öncelik vermek suretiyle taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine, kamu yararı dikkate alınarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca izin verilebilecek.” olduğu yazıyor. Ama daha maddenin Torba Yasa’ya eklenmesiyle kanun teklifinden çıkartılması bir oldu.  Daha önce Limak Holding ve IC Enerji Ortaklığı’na karşı Akbelen ormanını ve bölgedeki zeytinlikleri koruyan İkizköylüler torba yasaya karşı öfkeliydi. Tüm çevre örgütleri, bu bir avuç enerji şirketi için ormanları ve zeytinlikleri mahveden bu yaklaşımın karşısındaydı. Milyonlarca insan zeytin katliamına dur diyordu. Milyonlarca insanın öfkesini alana açacak büyük gösteriler zeytinlikleri de ormanları da kurtaracaktır.

DYO fabrikasında direniş var

İzmir Çiğli’de bulunan DYO Boya fabrikasında, patronun küçülme bahanesiyle 18 işçiyi işten atmasının ardından işçilerin fabrika önünde başlattığı direniş bugün de devam etti. Örgütlü oldukları Petrol-İş İzmir Şubesi ile işçiler, dün sabah vardiyasında kartlarını bastıktan sonra fabrika önünde toplanarak, “Atılan işçiler geri alınsın”, “Yönetim şaşırma sabrımızı taşırma”, “Direne direne kazanacağız” sloganları eşliğinde fabrikaya yürüdü. Açıklama yapan Petrol-İş İzmir Şube Başkanı Cem Turan, “Burada yapılan hukuksuzluktur, yasa tanımamazlıktır. Biz bunu kabul etmeyeceğiz. Ve yönetim bir an önce bu yanlıştan dönmezse biz de eylemlerimizi artıracağız, bundan emin olsun” dedi. İşçilere destek ziyaretleri gerçekleştirildi Çiğli Belediye Temsilcileri, Petrol-İş Manisa Şube Yönetimi ve İşyeri Temsilcileri, Deriteks Şube Yönetimini ve Akar Tekstil İşyeri Temsilciliği, TPI ve Tetrapak işçileri DYO işçilerini ziyaret etti. İşten atılan işçilerin fabrika önünde direnişleri devam ederken, içeride çalışan DYO işçileri de vardiya giriş çıkışlarında “Atılan işçiler geri alınsın”, “Sendika haktır engellenemez”, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”, “Bize ekmek yoksa size huzur yok” sloganlarıyla eyleme destek verdi.

Bekaert grevi yasaklandı

Birleşik Metal-İş ve Özçelik-İş sendikalarının Bekaert işyerlerinde aldığı grev kararları Cumhurbaşkanlığı tarafından yasaklandı.  Resmi Gazete'de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın imzası ile yayımlanan karara göre, Bekaert Şirketine ait Kocaeli'nin İzmit ilçesindeki işyerinde Birleşik Metal-İş Sendikası tarafından alınan grev kararı ile Kocaeli'nin Kartepe ilçesindeki işyerinde Özçelik-İş Sendikası tarafından alınan grev kararları, "milli güvenliği bozucu nitelikte" görüldüğünden 60 gün süreyle ertelendi. Burada erteleme aslında bir kelime oyunu, grevler fiilen yasaklandı. Çünkü 60 günlük erteleme sonrasında anlaşma hala sağlanmamışsa sonucu Yüksek Hakem Kurulu belirliyor, greve devam edilemiyor. Birleşik Metal-İş grev yasağını tanımayacağını ilan etti Birleşik Metal-İş Sendikası yaptığı açıklamada, "Cumhurbaşkanı yine tercihini sermayeden yana kullandı. Kocaeli'deki Bekaert işçisinin grevini yasakladı. İşçiler bu hukuksuz grev yasağını tanımayacak Anayasanın ve kabul edilen uluslararası yasaların kendisine verdiği hakkı kullanarak saat 13.00'de yasal grevini başlatacaktır" dedi.

Geri 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 İleri

Bültene kayıt ol