CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bugün tarihi bir sorumlulukla karşı karşıya. Türkiye’nin yarı açık cezaevinden kapalı cezaevine dönüşme sürecinde omuzundaki ağır yükün ve sorumluluğun gereğini yapmak zorunda. Türkiye’nin bugün, bu karanlık döneminin demokratik bir çerçevede aşılması Kılıçdaroğlu’nun tutumuna, yaklaşımına partiyi ne doğrultuda yönlendireceğine bağlı.
Muhafazakâr otoriter cumhuriyet kurma yolunda ilerleyen AK Parti, MHP ittifakının karşısında konumlanan HDP ile ana muhalefet partisi CHP önümüzdeki ay birer hafta arayla olağan kongrelerini yapıyorlar.
Meclis’in üçüncü büyük grubu HDP, kongresinde 5 yılın muhasebesini yapmaya, iktidar partisi tarafından etkisizleştirmesine, örgütsel ve politik sorunlara çıkış yolu bulmaya çalışıyor. Bunu başarabilecek mi çok beli değil. En azından bu doğrultuda yoğun bir çaba gösterdiği söylenebilir. Ama HDP’nin işinin oldukça zor olduğu aşikâr.
HDP
HDP, bunun için CHP ile kıyas kaldırmayacak kadar çok yönlü bir tartışma sürdürüyor. İl örgütleri, partili olmayanların da katıldığı konferanslar, istişare toplantıları, bölge konferansları düzenliyor. Genel Merkezin hazırladığı çerçeve metni konferanslarda değerlendiriliyor. Bir enerji biriktirmeye çalışıyor.
Ancak HDP’nin bir dönemi kapandı, yeni dönemde nereye evirileceğini kestirmek hiç de kolay değil. Yakalanan moment yeniden gelişemez. Kaçan kaçtı. HDP, çözüm sürecinde ve 7 Haziran seçimleri sonrasında beliren krizlerin yönetiminde başarısız oldu.
7 Haziran ve Cumhurbaşkanı seçimlerinde elde edilen “başarıda” büyük emeği olan bir yıldan fazla bir süredir tutuklu bulunan Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın kongreye kısa süre kala aday olmayacağını açıklaması HDP’nin işini oldukça zorlaştırdı.
Dün akşam Hasip Kaplan’ın attığı tepki dolu tweetler bir süredir süren iç tartışmanın vardığı boyutu göstermekle kalmıyor örgütsel sorunları aşamadaki sınırları da gösteriyor. Keza çok sayıda milletvekilinin ve parti yöneticisinin tutuklu olması ise örgütsel sorunlarının büyüklüğünün göstergesidir.
Bunlar HDP’nin artık eski HDP olamayacağının ve eski etki gücüne kısa sürede ulaşmasının imkânsızlığının işaretleri.
HDP, bugün 5 senedir biriktirdiklerin deneyimi ile yeni bir yol haritası oluşturma zorunluluğu ile karşı karşıya. Ancak artık ne yaparsa yapsın Türkiye’nin mevcut kaotik durumunu aşma noktasında çekici güç olma iddiasında olabilecek bir konumda değil. Kısa sürede olamayacağı da anlaşılıyor.
CHP ümitsiz vaka mı?
Bu süreçte HDP’nin etkisizleştirilmesinde AK Parti’ye yol arkadaşlığı yapan, MHP ile aynı yere savrulan CHP’nin kongresi, bildik kongre tarzının ötesine şimdiye kadar geçmiş değil. İllerde yapılan kongrelerin tek tartışması, heyecanı parti seçimleri için kurulan sandıklardan kimin çıkacağı etrafında yaşanıyor.
Bugüne kadar tamamlanan 77 il kongresinde tartışılan politik bir konu veya sorunu duyan, gören oldu mu bilmiyorum. AK parti iktidarına yönelik haklı öfkeli eleştirilerinin ajitasyon ve propagandayı aşan ciddi sözlere, tartışmalara rastlamak mümkün değil. Genel Merkez de bir yönlendirme yapmadı, yapmıyor.
Türkiye’nin ciddi kavşakta bulunduğu bir süreçte, ülkenin ana muhalefet partisinin ya da ikinci büyük partisinin kongrelerinin bu derece politik tartışmalardan uzak olması, yeni bir yönelime ilişkin hiçbir arayışın ve tartışmanın olmaması neden muhalefetin bu durumda olduğu sorusunun yanıtı gibi.
Kentli, okumuş orta sınıfın partisi olarak siyaset alanında önemli bir yer kaplayan CHP’nin bu durumunu aşmaya yönelik ciddiye alınabilir bir çabasının olmamasının nedeni ne olabilir? Bunu anlamak durumundayız.
Türkiye’nin krizinin derinliğini kavrama ve çözüm üretme kabiliyetine sahip olmayan ana muhalefet partisi MHP-AK Parti ikilisinin ortaklığıyla şekillendirilen yeni rejimin önüne geçmede nasıl başarılı olabilecek?
Hükümet icraatlarını eleştirmekle, tepki göstermekle, öfke duymakla sınırlı bir muhalefet çizgisinin Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu krize çare olabilecek bir çözümü de olamaz.
CHP’nin mevcudu korumakla sınırlı muhalefet çizgisi, toplumda yeni bir enerji yaratmıyor. Korkuları büyütüyor. İstemeden de olsa AK Parti’nin hedefine yürümesini kolaylaştırıyor. Örneğin “Tek adam sultasına geçit vermeyeceğiz, parlamenter demokrasiyi geri getireceğiz” sözleri topluma eskiye dönme isteğinin ötesinde bir anlam ifade etmediği için muhalefet dar alana sıkışıp kalmaktadır. Bunu siyasal olarak radikal ve sert sözlerle ifade etmenin hiçbir derde deva olmadığını 2012 yılında yapılan referandumun sonucunda gördük. Değiştirilen anayasayı Kenan Evren anayasası diye tanımlamanın alıcısı olmadığını birçok araştırma ortaya koydu.
Yeni bir cumhuriyet
Ana muhalefet partisi eski cumhuriyetin ömrünün sonuna geldiğini görmeden ve cumhuriyetin reorganizesine ilişkin proje, politika geliştirmeden AK Parti, MHP ortaklarının yürüyüşünü durdurması imkansızdır.
Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi bir felakete sürükleyen muhafazakar otoriter cumhuriyet perspektifiyle devleti reorganize etme ve Sünni Hanefiliği temel eksen alan Türk kimliğini ihya etme yolundan, ancak çok kimlikli, çok inançlı, çok kültürlü, çoğulcu, evrensel değerler ölçüsünde demokratik, merkeziyetçi değil ademi merkeziyetçi bir anlayışa sahip proje ile, güçlü bir odak ile alıkoyabilir. CHP’nin ve Türkiye’nin demokrasi güçlerinin yeni bir cumhuriyet projesine ihtiyacı var.
Böylesi bir yürüyüş, toplumun, milliyetçi, statükocu, ergenekoncu, faşizan olmayan bütün kesimlerinin kendi kimlikleriyle bir masa etrafında buluşmalarıyla başarıya ulaşabilir. Herhangi bir gerekçeyle, herhangi bir kimliğin, ötekileştirilmesi çabası bölücülük olur.
Bunun, AK Parti iktidarının da, önceki cumhuriyetin de toplumda yarattığı büyük problemlerden daha büyük ve derin sorunlara yol açma tehlikesinin barındırıldığının farkında olarak, hiçbir siyasal, toplumsal öznenin veya kimliğin ikincilleştirilmesine izin verilmeden “yeni bir kimlikte” ortaklaşmaktan başka hiçbir yol Türkiye’yi daha demokratik kılmaz. En azından kapımızdaki tehlikeyi savuşturmayı kolaylaştırmaz.
AK Parti’ye oy veren muhafazakâr seçmeni kazanmaya çalışmayan, CHP’nin Cumhuriyetçi seçmenini dönüştürmeden, HDP’ye oy veren Türkiye’nin her türlü ötekisini, horlananın gönlünü almayı başaramayan her türden ‘demokrasi cephesinin’ akıbetinin denemelerden bir farkı olmayacaktır.
Bu nedenle 2017 referandumundaki ayrışmanın sınırları ile yapılan hesaplar ve geliştirilen stratejilerin sonuç alması aritmetik olarak da, siyasal olarak da çözüm olmayacaktır. Bu noktada 12 Eylül 2010 referandum sonuçlarını hatırlamakta yarar var. Hayırcıların aritmetik toplamıyla hesap kitap yapanların mahcubiyetinin hatırlayın. Ya da boykot tutumu takınanları evetçi diye yaftalayanların ve yetmez ama evet tutumu takınanları hain ilan edenlerin bugünkü siyasi hâlleri ortada.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bugün tarihi bir sorumlulukla karşı karşıya. Türkiye’nin yarı açık cezaevinden kapalı cezaevine dönüşme sürecinde omuzundaki ağır yükün ve sorumluluğun gereğini yapmak zorunda. Türkiye’nin bugün, bu karanlık döneminin demokratik bir çerçevede aşılması Kılıçdaroğlu’nun tutumuna, yaklaşımına partiyi ne doğrultuda yönlendireceğine bağlı. Artık izlediği siyaseti ve siyaset yapma tarzını sorgulamasıyla yürüyecek yolu kalmadı. Yürüdüğü yolun sonu bataklık. Sadece CHP için değil, Türkiye için bir bataklık.
AK Parti liderinin korku rejimi yaratma çabaları, CHP’nin geçmişini bırakalım, son iki yıldır sergilediği yanlış pratiğin üzerini dahi örtmeye yetmez. İktidarın bu derece yanlış, hukuksuz uygulamaları toplumda yeteri kadar tepki çekmiyorsa ya da bu politikaların mağdurları daha aktif harekete geçmiyorsa bunda güven verici bir muhalefet odağının olmamasının da küçümsenmeyecek payı olduğu çok açık.
CHP, “PKK ile birlikte anılan HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı çıkmayı, halka, seçmene anlatamayız. Referandumda toplumun kutuplaştırmasını engelledik“ gibi ipe sapa gelmez bahanelerinin kendine ve demokrasi güçlerine büyük zarar verdiğini artık görmeli. Akıl tutulmasından ve ayağındaki her türlü “gerici”, statükocu prangadan kurtulmalıdır.
2017 yılının son günlerinde iktidar odağıyla milliyetçilik yarışına girerek Yunanistan’dan adaları almak gibi vaatlerle merkez sağ seçmenden alacağı oy ile iktidar olma şansının olmadığını kavramalıdır.
CHP, Türkiye’nin ne kadarsa o kadar demokrasisine, parlamenter sistemine sahip çıkmak istiyorsa onu daha ileriye taşımak özgüveni, yaklaşımı ve politikalarıyla bunu başarabilir. Aksine davranmaya devam ettiği sürece CHP’ye ancak “tabuta” son çiviyi çakmak nasip olacak gibi gözüküyor.
CHP bunu başarabilir mi sorusu yanlış bir soru. Başaramazsa 2019 sonrası CHP için büyük bir kâbus olur. CHP için de Türkiye için de zaman daralıyor. Şubat kongresinde bu iki yoldan birini tercih edecek.
Hakan Tahmaz