Özdeş Özbay

Özdeş Özbay son yazıları

Özdeş Özbay tüm yazıları

02.01.2018 - 13:31

İran’dan heyecanlanmak

26 Aralık’ta İran’da başlayan isyan büyüyerek devam ediyor. Akademisyen ve gazetecilerin bir kısmı olaylara temkinli yaklaşmak gerektiğini, ne olacağını henüz bilemediğimizi söylüyorlar. Herkesin aklında Ortadoğu devrimlerinin başına gelenler var. Libya ve Suriye gibi iç savaş ve hatta emperyalist devletlerin askeri müdahalesi gibi sonuçların ortaya çıkmasından endişe ediliyor.

Ancak bir de açıkça rejimden yana tavır alan ama “solcu” oldukları için İslami bir rejimi savunamayacaklarından konuyu saptıran ve her zamanki gibi emperyalizme bağlayanlar var. Tesadüf değil bu kesim Ortadoğu devrimlerinde de aynı tutumu takınmıştı. Yıllardan beri diktatör Esad’ı anti-emperyalist olduğu gerekçesi ile de savunuyorlar. Rusya ve Çin emperyalist ülkeler değil onlara göre sadece ABD emperyalist!

Bu grubun başını Aydınlık gazetesi çevresi çekiyor. Arkasından Fatih Yaşlı gibi türlü ulusalcılar geliyor.

Öncelikle şu akademik temkinli olma söylemi ile başlamak lazım. Temkinliliği akademik ve gazetecilik açısından anlamak mümkün belki ama sosyalistler için bu kabul edilemez. Sosyalistler yaşananları izleyerek yorumlayan insanlar değillerdir. Mücadeleye girip ona yön vermeye çalışırlar. Başka bir ülkede yaşanan kitle hareketlerinden de en az o eylemlerdeki insanlar kadar heyecanlanırlar. Küresel kapitalizme karşı zincirin her hangi birinde inecek darbe, dünyanın her hangi bir köşesinde yaşanan politik bir devrim sıradan insanların nasıl tarihi yazabildiklerini gösterir.

Ulusalcılar her zamanki gibi aşağıya yani ezilenlerin ne hissettiklerine ve neden harekete geçtiklerine değil yukarıya, egemen sınıfların tavırlarına bakıyorlar. İran’da sokağa çıkanların ezici çoğunluğunun işçiler ve işsizler olduğu sık sık medyada dile getiriliyor. Zaten isyanın çıkışı da ekonomik sıkıntılara tepkiydi ancak her kitle ayaklanması gibi ekonomik talepler hızla politik taleplere evrildi. 1979’dan beri korkunç bir baskıcı rejim altında ezilenler öfkeli sloganlarla rejime duydukları tepkiyi dile getiriyorlar.

Ulusalcılar ise son on yıldır ekonomik olarak gerilemekte olan bir güç olan ABD’yi soğuk savaştan kalma bir refleksle abartıp, yükselmekte olan emperyalist güçler olan Rusya ve Çin’i ihmal ediyorlar. Daha doğrusu bu ikinci emperyalist bloğu açıkça ilkine tercih ediyorlar. Bu nedenle de tercih ettikleri bir blok içerisinde kalan İran’da halk sokağa çıktığında “temkinli” olmayı salık veriyorlar. Ya da daha doğrudan “emperyalizmin oyunu” diyorlar.

Trump’ın ve Suudi liderlerin isyana destek açıklamalarını emperyalist oyunun kanıtı olarak göstermek en sık başvurdukları yöntem. Oysa bu yöntem sosyalistlerin değil egemen sınıfların yöntemidir. Ayakların baş olamayacağı, kitlelerin bir kışkırtıcı veya organizatör yokken sokaklara inemeyecekleri onların bakış açısıdır. Bu nedenle de birbirlerinin politik tutumlarına bakarlar. İran yönetimi isyanın üçüncü gününden itibaren, ilk ölümler yaşandıktan hemen sonra, isyanın arkasında ABD’nin, Suudi Arabistan’ın, İsrail’in olduğunu ima etmeye başladı. Öldürülenlerin devlet güçleri tarafından değil dış güçlerin ajanları tarafından öldürüldüğünü söyledi. Bu gibi açıklamalar bütün meydan işgalleri için o ülkenin egemenleri tarafından yapılmıştı. Gezi Direnişi sırasında da Erdoğan ve AKP sözcüleri defalarca hareketin arkasında darbecilerin, faiz lobilerinin, dış mihrakların, Yahudilerin olduğunu söylemişlerdi. Memleketin ulusalcıları Gezi Direnişi sırasında hükümetin bu suçlamalarına karşı çıkarken Ortadoğu Devrimleri’nde ve şimdi İran’da sokağa çıkanlara karşı o ülkelerin egemenlerinin yanında tavır alıyorlar.

Troçki, Rus Devrim Tarihi kitabında devrimler sırasında durup izlemeyi savunanlara ve tarafların uzlaşmasını talep edenlere şöyle der: "...günümüz Fransa'sının gerici, ve dolayısıyla da değerli, tarihçilerinden biri, Louis Madelin, ‘bir tarihçinin tehdit altındaki şehrin surlarına çıkıp şehri kuşatanlarla kuşatılanlara oradan bakması gerektiğini’ ileri sürüyor. Ona bakılırsa, ancak bu şekilde ‘uzlaştırıcı adaleti’ sağlamak mümkün olur. Oysa bizzat Bay Madelin'in eserleri gösteriyor ki iki kampı birbirinden ayıran o surlara tırmansa bile, bunu ancak gericiliğin fenercisi olarak yapabilir. Ne mutlu ki, burada söz konusu olan eski zamanların kamplarıdır; zira devrim sırasında surlarda gezinmek son derece tehlikelidir. Öte yandan, tehlike anında, ‘uzlaştırıcı adalet’in babaları genelde evlerine kapanıp hangi tarafın zafere ulaşacağını beklerler."

Sosyalistler rejime karşı ekmek ve özgürlük için sokağa çıkanlara temkinli yaklaşmaz, onların mücadelesinden heyecan duyarlar. Sokakla egemenleri uzlaştırmaya çalışmazlar, sokağın taleplerinin kazanması için mücadele ederler. Sosyalistler kitlelerin bilincinin mücadele içerisinde değişeceğini bilirler. Lenin’in dediği gibi ancak böyle anlarda kitleler birkaç yıl içerisinde çağlar atlar. Egemen sınıfın fikirlerinden bu mücadele sürecinde arınırlar. Yıkılmaz gördükleri rejimlerin harekete geçtiklerinde ne kadar çaresiz kaldığı görürler. Rejimin saldırılarına karşı mecburen örgütlenirler. Henüz sokağa inmeyenleri kazanmak için taktikler üretirler. Yani aktif politika yapmaya başlarlar. Her bir işyerinde, kahvede, evde hareketi ve rejimi nasıl yıkabileceklerini konuşurlar.

Tüm bunlar bazen kazanmak için yetmez. Çünkü devrim ve kitle hareketleri dönemlerinde hareketi çalmak isteyen yerel, ulusal ve uluslararası güçler de müdahalede bulunurlar. Örneğin İran’da hareketi çalmaya çalışan grupların bir önceki diktatör Pehlevi’ye yönelik slogan attıklarına şahit oluyoruz. Muhtemelen Amerika’da yaşayan oğlunun dönmesini isteyen gruplar da vardır. Özgürlük mücadelesi ve kitlelerin kendi eylemliliği yerine bir kurtarıcıyı beklemesi tüm mücadeleler içerisinde yer alan bir eğilim. Ancak kitleler bu fikir çatışmalarından da mücadele içerisinde öğrenirler. Sosyalistler ise tüm bu mücadele sürecinde tarihin hafızasını kitlelere taşıyarak onların taleplerine programatik bir şekil vermeye çalışırlar. Ancak Ortadoğu’da devrimci, sosyalist partilerin büyük bir kısmının Stalinist olmasının bir sonucu, kitle hareketlerinin yanında değil rejimlerin yanında tavır almaları olmuştu. İran’da ise sosyalist örgütlerin çoğu diaspora örgütleri durumunda. Bu hareketin sosyal bir devrime evrilmesini imkânsızlaştırsa da bu yine de rejimin yıkılamayacağı anlamına gelmiyor. Nasıl ki Rusya’da 1917 Şubat Devrimi, Çarlığı devirdiyse İran’da da rejim devrilebilir. Radikalleşen ve devrimin mümkün olduğu gören işçi sınıfı sosyalist fikirlere çok daha açık hale gelir. Bu fırsatı değerlendirmek ise İranlı sosyalistlerin atacağı adımlara bağlı. Biz entarnasyonal sosyalistler ise bu mücadeleden heyecanlanır ve o mücadeleden öğreniriz.   

Özdeş Özbay

[email protected]

Karıştıran, karıştırılan ve kaşıklar  (Ümit Kıvanç)

İran’da yoksullar ayaklandı (Ozan Tekin)

İran: Gösterilerde ölenlerin sayısı 12'ye yükseldi

(Video) İran'da isyanın beşinci günü: Gösteriler küçük şehirlere de yayılıyor

İranlı devrimci sosyalist Nima Soltanzadeh, protesto eylemlerini yazdı

İran’da isyan büyüyor

İran'da rejime karşı yaygın protestolar


Bültene kayıt ol