Ferhat Kentel

Ferhat Kentel son yazıları

Ferhat Kentel tüm yazıları

14.07.2016 - 15:58

Çiçek böcek

Memleketimizin doğasıyla ne kadar çok övünüyoruz değil mi? Gerçekten övünülmeyecek gibi değil. Dünyanın en güzel doğası ve coğrafyası değil belki ama her türlü mevsimi gördüğü ve oldukça farklı bitki örtüsüne sahip olduğu için ve bütün bu farklı köşeleri pasaportla gezmek zorunda kalmadığımız için oldukça şanslı sayılırız.

Akdeniz’den Karadeniz’e, Doğu Anadolu’dan Batı Anadolu’ya, meyvesi, sebzesi, ormanı, bozkırı, mor dağları, yeşil ovalarıyla olağanüstü bir ülke burası. Bazı yerler var; insan kendini cennette hissediyor adeta...

Bazı yerler var; “toprağa tahta sandalyeyi diksen, bir ay sonra filiz verir” diye namı yürüyor. Memleketin her köşesinde bu türden metaforlar üretebilecek kadar güzel yerler var. Kimisinin suyu şifalı; kimisinin mikro kliması her türlü hastalığa birebir şifa olabilecek kalibrede... Sonra bu güzelim yerlere çirkin apartmanlar dikiliyor. Meyve bahçeleri çatır çatır kesiliyor; Adana’dan ve Mersin’den karşılıklı başlayan beton ormanları portakal bahçelerini yok ettikten sonra orta yerde buluşuyorlar.

Belediyeler arazilerini imara açıyor, “halkımıza katkısı” olsun diye... Doğanın değil, içinde rant ve para kelimelerinin en çok geçtiği bir dil konuşuluyor, insanlar arasında iletişim kurmak için. Ağaçlar kesiliyor; “sinek yapıyor” diye... Kimisi dere yataklarının dibine dikiyor evlerini. Kimi fabrikalarının zehirini hemen dibindeki akarsuya basıyor, atığını ucuza tahliye etmek için.

“Bir karış toprağımız”, “çakıl taşımız” muhabbeti yapıp, en milliyetçi ve Atatürkçü geçinenler fabrikalarının zehirlerini en verimli ovalarda toprağa gömdüler.

“Yeni Türkiye”yi kurduklarını iddia eden pek muhafazakar ve dindar seçkinler, “en çevreci biziz” deyip, “üç tane ağacı” korumaya çalışanları aşağılamak ve itibarlarını kırmak için kurmadıkları komplo teorisi kalmadı.  

Sonra “şehirlerimizi ucubeye çevirdik” diye yanıp yakılıyormuş gibi yapıyor bu etkili ve yetkili devlet babanın elemanları... Bütün o şehirlerin o hale gelmesinde hiç payları yokmuş gibi...

Yıllar önce Karadeniz otoyolu açıldığı zaman, çok gururlanmıştı yapanlar. Samsun’dan Hopa’ya son sürat gidileceğini söylemişlerdi. Otomobilleriyle yola çıkanlar çok memnundular. Her şey çok güzel görünüyordu. Sürat çok güzel bir şeydi. Modern zamanlar hız gerektiriyordu ve çok zaman kazanılacaktı bu sayede.

Sonra kazanılan zamanı tabiat kat kat geri almaya başladı. Kara Deniz affetmedi toprakla bağlarını koparanları... Göz yumanları da affetmedi...

Ankara’dan ne yetişeceğine karar verenler yüzünden toprak fakirleşti. Edirne’den Kars’a kadar aynı tatsız tuzsuz, kokusuz domatesleri yiyoruz artık. Toprağın çeşitlenmiş kültürü yok oldu. Organik olsun diye özel çaba harcıyoruz; çok paralar veriyoruz zaten buraların doğal olan kültürünü yeniden kurabilmek için...

Edirne’den Kars’a kadar “biriz, bütünüz” tadındaki hamaset kültürünü tükettiğimiz gibi... Ne Çerkesçe kaldı, ne Boşnakça.... Biraz Kürdçe kaldı direnen... Onun da ne kadar dayanacağı belli değil.. Artık yöremizin doğal domatesini yetiştirebilmek için olağanüstü çaba harcamamız gerektiği gibi, ana dilimiz Çerkesçe’yi, Kürdçe’yi öğrenmek için, sınıflarının kapı genişliği bilmem kaç santim olması gereken okullarda kurslara gitmek zorundayız.  

Tarlalara kimyasalı döktük; yılan kalmadı... Yılan kalmayınca, her yeri fareler bastı... Dengesi bozulunca, tabiat ana (ya da Allah baba, nasıl isterseniz) Müslüman Türk milletine en sevdiği hayvanı (!) hediye etti... Edirne’den Kars’a kadar, yaban domuzu en çok üreyen, en yaygın hayvan türü haline geldi...

Dağları, taşları, akarsuları zincirleyip, “kalkınma” derken, ceplerini dolduranların marifetleri sonucunda Çarşamba’yı sel aldı, Perşembe’yi de, Ordu’yu da... Daha önce pek çok yeri aldığı gibi...

Hay Allah! Gerçekten sadece çiçek böcek yazmak için oturmuştum bu yazıya... Gene olmadı; çiçek böceğin bile tadı tuzu kalmadı. Çiçek böcek bile reel siyasetin, çıkarların kurbanı oldu.

Ferhat Kentel

[email protected]

(Bas Haber)


Bültene kayıt ol