Özdeş Özbay

Özdeş Özbay son yazıları

Özdeş Özbay tüm yazıları

02.05.2022 - 08:45

Ülkeler ve ittifaklar: Otoriter yönetimler nasıl yenilir?

Türkiye seçim sürecine doğru yaklaştıkça dünyanın farklı ülkelerindeki seçimler ve buralarda otoriter hükümetlere karşı kurulan ittifaklar Türkiye kamuoyunda da tartışılıyor.

Bu tartışmaların en sonuncusu Macaristan seçimleri oldu. Ülkeyi 12 yıldır tek başına yöneten Orban hükümeti, kendisine karşı birleşen 6 partiden oluşan ittifakı yendi.  Slovenya’da geçtiğimiz haftalarda yapılan seçimi ülkenin otoriter lideri, “mini Trump”  Janez Jansa’ya karşı sadece 4 ay önce kurulan Özgürlük Hareketi Partisi galip gelmeyi başardı. 

Biraz daha geriye gidersek İsrail’de uzun yıllardır iktidarda bulunan Netanyahu yönetimi 8 partiden oluşan bir ittifaka karşı seçimi kaybetmişti. Şili’de ise genç sosyalist Gabriel Boric etrafında birleşen sol partiler ve sosyal hareketler seçimi kazanmayı başarmıştı.

Bu seçimlerin hepsi otoriter iktidarlara karşı kurulan farklı ittifakların kimi zaman kazandığı kimi zaman da kaybettiği deneyimler oldu. Bu seçimlerden Türkiye açısından önemli dersler çıkarmak son derece önemli. 

Macaristan’da ittifak yenilgisi, İsrail’de Netanyahu’nun geri dönme ihtimali

Macaristan’da gerçekleşen seçimlerde 12 yıldır iktidarda bulunan ve ülkeyi hızla otoriter bir rejim olmaya doğru götüren Victor Orban’ın Fidesz Partisi ile ittifak ortağı KDNP oyların %53’ünü alarak büyük farkla birinci oldu.

Orban’a karşı 6 muhalefet partisinin birleşek oluşturdukları Macaristan İçin Birleş hareketi, Péter Márki-Zay’i ortak aday göstermişti ancak anketlerin aksine Orban, %35 oy alan Zay’i büyük farkla  yendi. Bu yenilgi, Türkiye’deki 6’lı ittifakın da yaşayabileceği bir dizi seçim kampanyası sorununun ardından yaşandı. 

Öncelikle Orban yönetimi uzun süredir iktidarda olup, muhalif ve bağımsız medyayı tamamen kapatmış, ülkeyi Soros ve küresel güçlerin ele geçirmeye çalıştığına dair kutuplaştırıcı bir komplo teorisi yaymış, mülteci istilasına karşı ülke güvenliğini koruduğunu ilan etmiş, LGBTİ+’lara karşı sert bir kampanyaya girişmiş ve yüksek enflasyona karşı maaşları radikal ölçüde artırmıştı. Ukrayna savaşı konusunda ise tarafsız bir politika izleyerek muhalefetin Macaristan’ı Rusya ile savaşa sürükleyeceğine dair propaganda yapmıştı seçim boyunca.

Muhalefet ittifakı (Macaristan İçin Birleş) ise ortak bir seçim çalışması yapamayarak daha baştan dağınık bir görüntü verdi. İçerisinde faşist bir parti olan Jobbik, liberal sağ Momentum Hareketi, 3 ayrı merkez sol parti ve Macaristan’ın Yeşil Partisi’nin yer aldığı ittifak sadece Orban’dan kurtulmak gerektiğine dair bir seçim kampanyası yapabildi. Orban rejiminin olumsuzlukları ve yolsuzluk, hırsızlık iddiaları üzerine kurulu bir seçim kampanyası yapıldı. Çıkardıkları aday Márki-Zay ise eski bir Fidesz Partisi destekçisi yani muhafazakar bir sağcı adaydı. Yerel seçimlerde Fidesz’in güçlü olduğu küçük bir şehir olan Hódmezővásárhely’de ortak aday olarak belediye başkanlığını kazanmış olması nedeniyle Orban’ın tabanındaki muhafazakar oyları çekebileceği düşünülüyordu. 2018’deki yerel seçimlere kadar ülkede bilinmeyen bu yeni politikacının ülkedeki kutuplaşmayı aşarak Fidesz tabanından da oy alabilmesi muhalefeti aynı şeyin genel seçimlerde de başarılabileceği sonucuna götürmüştü. Ama öyle olmadı. 6’lı ittifak 2018 yılında aldıkları oy toplamının da altına düştü, parlamentodaki sandalye sayısı azaldı. 

Seçim süresince birçok kriz yaşadı ittifak cephesi. İttifakın en büyük partisi ülkenin Fidesz’den sonra en çok oy alan partisi faşist Jobbik seçim sırasında ittifak tartışmaları nedeniyle bölündü. Solcu partilerle koaliyon yapılması tabanında sorun yarattı ve Jobbik’ten ayrılan bir grup yeni bir parti kurarak seçimlere katıldı ve %5 oy almayı başardı. Jobbik’in güçlü olduğu birçok yerde ittifaka beklenen oy çıkmadı. 

Bir başka kriz ise ortak bir program çıkarılamaması sonucu her partinin iktidar alınırsa yapılacaklar konusunda farklı şeyler söylemesi oldu. Ortak aday Márki-Zay’in açıklamaları diğer partilerin açıklamalarıyla çelişti. İktidar bu ayrılığı çok iyi kullandı. Bu duruma karşı partiler Márki-Zay’in kampanyasına zarar vermemek için açıklama yapmama kararı aldı. Ama bu çelişkiler zaten ekonomik sıkıntı ve savaş riski yaşayan ülkede belirsizliğin hakim olacağı anlayışını kuvvetlendirdi ve bildikleri otoriter ama en azından ne yaptığını bilen tek parti iktidarına destek artmış oldu. 

Türkiye ile kıyaslanan bir başka ülke ise İsrail olmuştu. Orada da 12 yıldır iktidarda olan ve yine yolsuzluk iddiaları, ekonomik sorunlar ve sert savaş yanlısı uygulamalarıyla ülkeyi yöneten Benjamin Netanyahu yönetimi seçimi 8 partiden oluşan bir ittifaka karşı kaybetmişti.

Bu geniş ittifak içerisinde İsrailli Arapların partisi de vardı, sol ve sağ merkez partiler de. Netanyahu’nun Likud Partisi’nden Filistinlilere karşı yeteri kadar sert davranmadığı eleştirisiyle ayrılan siyasetçilerin kurduğu partiler de vardı.

İttifak özellikle Netahyahu’ya karşı süren yolsuzluk soruşturması sayesinde ve seçimlerin iki yılda 4 kez tekrarlanmasının verdiği yorgunlukla beraber kazanılabilmişti. Ancak mecliste sadece bir fazla sandalyeye sahip olarak çoğunluk olabilmişti. Birbiriyle tümüyle uyumsuz politikalara sahip bu 8 partili ittifakın iktidarda kalmayı başarıp başaramayacağı tartışılırken Ramazan boyunca yaşanan çatışmalar ve ölümler ittifak üyesi bir milletvekilinin istifasıyla çoğunluğun kaybedilmesine yol açtı.

Netanyahu bu dağınık koalisyonun yakın zamanda tamamen işlevsiz kalarak erken seçime gitmesini bekliyor. Böylece yolsuzluklar ve otoriterlik ile suçlanırken ittifakın ülkedeki ekonomik sorunlara da şiddet olaylarına da çözüm bulamamış olmasından yararlanarak bir kez daha güçlü bir iktidar kurarak geri dönmeyi hedefliyor.

Bu iki seçim ve ittifak deneyimleri Türkiye açısından iki önemli ders içeriyor. Birincisi Macaristan örneğinde olduğu gibi sandık matematiğinin işlememe ihtimali ve Erdoğan’ın da muhalefetin çelişkilerinden yararlanarak istikrar ve güvenlik söylemi ile iktidarını koruması. İkincisi de İsrail örneğinde olduğu gibi dağınık bir ittifakın seçimleri kazansa da kısa sürede içine düşeceği bir yönetim krizinin ardından tekrar istikrar sağlayıcı bir “kurtarıcı” olarak geri dönme ihtimali.

Gerçek ittifak: Şili’de radikal solun zaferi ve Slovenya’da yeni partinin başarısı

Sol açısından örnek alınabilecek başka ittifak deneyimleri de var dünyada. En son gerçekleşen Slovenya seçimleri ilginç bir örnek. Slovenya’da da Yugoslavya döneminde “komünist” bir bürokrat olan ve Alman basınının "mini Trump" lakabını taktığı sağcı başbakan Janez Jansa hükümeti, ülkede demokrasiyi geriletmek ve basın özgürlüğünü sınırlamakla suçlanıyordu. Orban’a yakın bir siyasetçi olan Jansa, yine Orban gibi giderek otoriterleşmiş, muhalif basını sindirmişti. Jansa daha önce de üç kez başbakanlık yapmış ve 2013’te yolsuzluktan iki yıl hapis cezası da almıştı. Son iktidarında ise aşırı sağa doğru yönelerek ülke demokrasisinin altını oymakla itham ediliyordu. 

Jansa alternatifsizmiş gibi görünürken seçimlere 4 ay kala kurulan merkez sol Özgürlük Hareketi Partisi seçimlerden %34,5 oy alarak galip ayrıldı. Jansa’ya karşı kurulan merkez sol ve yeşil bir parti olan Özgürlük Hareketi’nin liderliğini ise ilginç bir şekilde bir iş insanı olan Robert Golob yapıyor. Golob’un, mecliste 12 sandalye kazanan diğer küçük sol partilerle ittifak kurarak bir koalisyon hükümeti kurması bekleniyor. Jansa’nın uygulamalarına karşı demokratik özgürlükleri güçlendirmesi bekleniyor. Yeşil ve sosyal demokrat bir program uygulaması bekleniyor.   

Slovenya’dan ayrı olarak esas büyük başarı ise Şili’de yaşnmıştı. 2021 sonunda gerçekleşen seçimleri Gabriel Boriç’in liderliğindeki sol ittifak kazanmıştı. 

2017’de Geniş Cephe isimli sol partiler ittifakı kurulmuş ve Boric bu hareketin lideri olmuştu. 2019’da ülke çapına yayılan kitle eylemleri sonrası sağcı iktidar yeni bir anayasa için kurucu meclis oluşturmayı kabul etmek zorunda kalmıştı. Ülkeyi saran işçi, kadın ve gençlik hareketleri neoliberalizmin dünyada ilk uygulandığı ülke olan Şili’de neoliberalizme son vereceklerini haykırıyordu.

Kitle eylemleri sonucu Geniş Cephe ile Komünist Parti ve toplumsal hareketlerin aktivistleri yeni bir ittifak kurdular: Haysiyeti Tanıyın (Apruebo Dignidad) hareketi. Bu ittifak neoliberal politikalar altında Şili emekçilerinin haysiteyini yitirdiğini ve onu yeniden ayağa kaldırmayı amaçlayan radikal bir sol program etrafında birleşti. Yapılan ön seçimde eski öğrenci hareketi lideri Boriç %60 oy alarak hareketin devlet başkanı adayı olarak seçildi.

Bu geniş ve radikal sol ittifak milyonlarca kişiyi değişimin mümkün olduğu konusunda heyecanlandırdı ve harekete geçirdi. Bu büyük umut ve değişim hareketi seçimlerde %56 oy alarak sağcı adayı mağlup etmeyi başardı ve Salvador Allende’den sonra ülke başkanlığına seçilen ikinci sosyalist lider oldu.

Şili örneği sol bir ittifak projesinin nasıl gerçekleştirilebileceğinin iyi bir örneği. Anket ve sandık sonuçlarına dayanarak kurulan ittifaklar evdeki hesabın çarşıya uymaması sorunlarıyla karşılaşırken birleşen hareketlerin kurduğu mücadele ittifakları sadece kendi ülkeleri için değil tüm insanlık için de umut olabiliyor.

Türkiye’de de bu yılın ilk aylarında 200’den fazla grev yaşanmış, binlerce kadın İstanbul Sözleşmesi için sokaklara inmiş, tüm yasaklara ve baskılara rağmen LGBT+’lar yine sokaklarda mücadele etmeyi sürdürmüş, çevre ve kent hareketleri birçok eylem gerçekleştirmiş ve Kürt hareketi bütün baskılara rağmen Newroz’da gücünü koruduğunu göstermişti. Bu hareketlerin oluşturacağı radikal bir sol program milyonları seçim kampanyasında heyecanlandırarak harekete geçirebilir ve AKP’ye karşı gerçek bir sol seçenek yaratabilir. Bu Şili’deki gibi yeni bir ittifak platformu şeklinde ya da Slovenya’daki gibi yeni bir sol parti şeklinde de olabilir ama bu olmadığı zaman Türkiye’yi bekleyen olsaı sonuçlar Macaristan veya İsrail örnekleri gibi duruyor.

Özdeş Özbay

Fotoğraf: Gabriel Boriç, Şili.


Bültene kayıt ol