Şafak Ayhan

Şafak Ayhan son yazıları

30.12.2021 - 12:18

Aman! Siyaset yapma tadımız kaçmasın

"Bir toplumda egemen olan fikirler, egemen sınıfın fikirleridir." 

Karl Marx

Yunan dilinde polis şehir, politik olma ise aslında şehirli olma anlamına gelmekteydi. Şehirli olma ile şehirde olma farklı şeylerdi. Bunun için köleler şehirdeydi ama şehirli değildi. Şehirli olmak, şehrin inşasında ve korunmasında doğrudan katkıda bulunmak anlamına gelmekteydi. Politika-siyaset gibi kavramlar iç içe geçmiş ve gündelik yaşamda birbirlerinin yerine kullanılan  kavramlar. Politika kavramı yerine benim ilgimi çeken kavram, Marx’tan alıntı yaparak başladığım "egemen fikir" kavramıydı. Politik olmaya başladığım üniversite birinci sınıfta etrafındaki "solculardan" ziyade okuduğum teorik yönüyle ön plana çıkan Marksist çevrelerin kitaplarında oldukça fazla kullanılan bir kelime. Neden bu kadar çok kullanıldığını sanırım şimdi daha iyi anlıyorum.

Her yerde vardır, siz gündelik yaşamın içinden bir şeylerden bahsederken hemen birileri çıkar ve "siyaset yapmayalım" bu zarar verir ortama herkesin fikri farklı olabilir, fikrini sandıkta gösterebilirsin diye saçmalıklarını ardı ardına sıralamaya başlar.  Bu zırvalıklar şimdi başlamadı aslında 12 Eylül darbesiyle politik bir nesil adeta yerle bir edildi. Sürgünler, idamlar, hapishaneler, insanlar bir şekilde aktif politikadan ve örgütlü olmaktan uzak tutulmaya başlandı. 12 Eylül aslında, İttihat ve Terakkiye kadar giden ve onlardan aldıkları mirasla Cumhuriyet seçkinlerinin "cahil halk" ne bilir ki- söylemlerine kadar ilerleyen, insanların politikadan uzak tutma politiğinin aslında neoliberal bir versiyonuydu. Şimdiki iktidarın da sorun olarak gördüğü bu durumun artık terse dönmeye başlaması. Çünkü meşhur Z kuşağının temel önceliği geçmiş kuşaklarınkine pek de benzemiyor. Bu kuşak vatan, devlet, bayrak argümanlarıyla hemen politik bir hatta evirilmiyor ve en temel argümanları olan özgürlükten asla taviz vermiyor. Ve özgürlüklerinin kısıtlandığını hissettiği an mevcut iktidar modellerine hemen tepki verebiliyor ve bu sorunu dile getiriyor. Evde, okulda, iş yerinde.

Farkında olmasa bile etrafındaki politik tartışmalardan rahatsız olduğunu dile getirenler egemen fikirlere hizmet ediyor. Çünkü sistem zaten sorunların konuşulup tartışılmasını istememek, sorunların üzerini kapatmak üzerine kurulu. Örneğin Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısından sonra AKP karşıtı ancak devletin ideolojisine laf gelmesini de istemeyen, AKP’den önce her şey çok güzeldi AKP ile bozuldu söylemleri dışında politik argümanları olmayanlara, helalleşmeye 24 Nisan 1915 ile başlanmalı dediğimizde bu emperyalist bir yalandır, öyle bir şey olmadı, bizler Ermenilerle sorunları olmayan bir toplumduk aramıza”siyaset” soktular gibi birçok aslı astarı olmayan söylemlerle yine suçlu olarak politika ve siyaseti gösteriyor. Yani siyaset ile hiç ilgilenilmese, geçmişin defterleri açılmasa, yapılan zulümler, asimilasyonlar, katliamlar, pogromlar dile getirilmese ne güzel sohbet edecektik değil mi?

Egemen fikirlerin ekmeğine yağ sürme sadece devletçi ve sağcı cenahta olmuyor kendine her yerde sosyalist, devrimci demekten geri durmayan ama kendi düşünce dünyasından farklı bir düşünceyle karşısına çıktığınızda hemen sizi, Türkiye’nin en politik, muhalif ve demokratik bir sivil toplum kuruluşu olduğunu iddia eden bir sendikaya "siyaset" sokmakla itham edebiliyor. İşin garip tarafı sendikaya siyaset sokulmamasını söyleyenler, bunu sendika binasında duvarda asılı duran kocaman Mustafa Kemal fotoğrafı altında söylüyor. Devletin resmî ideolojisinin ve ilk siyasi partilerinden olan CHP’nin kurucusu, ölümüne kadar partili cumhurbaşkanı olarak görev yapan Mustafa Kemal’in fotoğrafı sanırım bu kişilere göre bir siyaset teşkil etmiyor. Gerçekten garip.

İnsan politik bir varlıktır

Zoon politikon, Aristoteles'in siyaset felsefesinin temel kavramlarından biridir ve insanın toplumsal bir varlık olduğunu ifade eder. 

En derin ekonomik krizlerden birinin yaşandığı Türkiye’de  "siyaset yapma, huzurumuz, kafa konforumuz kaçmasın" diyenlere karşı susmak mümkün değil. 

Nasıl olur da yoksulluk sınırının on bin lirayı geçtiğini alınan ücretlerin eriyip bittiğini dile getiremeyiz, nasıl olur da 5 litre ayçiçek yağının en ucuzunun 120 lira olduğunu söyleyemeyiz, kiralara, benzine mazota gelen zamları nasıl konuşamayız, bir gecede patronlar servetlerine servet katarken çocuğunun cebine bir lira okul harçlığı koyamayan anne babadan nasıl olur da bahsedemeyiz, nasıl olur da en temel insan haklarından biri olan “Anadilinde eğitim hakkı”ndan mahrum bırakılan insanların bu haklarını savunamayız. Nasıl olur da aman siyaset konuşulmasın diye İzmir’de hayatlarının baharındaki 3 Suriyeli göçmen işçinin üzerine benzin dökülerek ırkçı bir cinayete kurban gittiklerini söyleyemeyiz. 

Kafa konforu bozulacak olanların bu konforlarını bozmaya devam edeceğiz. Yaşam siyaset üzerinedir. Egemenlerin siyaset yapılmasını istemedikleri yerlerin her geçen gün sayısı artıyor. Neymiş efendim “okulda, camide, kışlada, devlet dairesinde siyaset olmaz”mış, şimdi bunlara sendikayı, derneği ve aileyi de ekleyerek yelpazeyi olabildiğince geniş tutmaya çalışıyorlar. Oysaki egemenler bu yukarıda söyledikleri mekânlarda ve kurumlarda siyasetin âlâsını yıllarca yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar. Burada amaç ezilenlerin, yoksulların işçi sınıfının bir parçası olduğunu ve sınıf çelişkilerini görmelerini engellemek. Siyaset yapma sana verilen görevi yerine getir aman sesini çıkarma. Yaşamdan siyaseti çıkartmak insanlara yaşamana gerek de yok demenin başka bir yoludur.

HDP eski milletvekili Sırrı Süreyya Önder, hakkında siyaset yasağı istenen davada Anayasa Mahkemesi'ne geçtiğimiz günlerde savunmasını vermişti. O savunma metninde Önder, kendine has üslubuyla siyaset yasaklarının ne kadar aslında ne kadar anlamsız olduğunu çok iyi bir şekilde dile getiriyor. Bu savunma metninden alınan bir örnekle son verelim yazıya.

"... Rosa Parks, beyazlar bindiği için kalkması gereken otobüs koltuğundan kalkmadı. Tutukladılar. Bunun üzerine başlayan otobüs boykotu 13 ay sürdü. Sonunda kanunlar değişti, siyahların hayatı değişti. Daha doğrusu, siyahların hayatını değiştirecek büyük değişimin ilk adımı gerçekleşmiş oldu. Parks senatör falan değildi, herhangi bir partide görevli de değildi. Bütün partilerdeki bütün temsilcilerden, hatta ABD Başkanından daha müessir oldu ABD’nin geleceğinde. Muhammed Buazizi, hepi topu 26 bahar görmüşken 17 Aralık 2010’de kendisini yaktı. Tunuslu bir seyyar satıcıydı. Ekmek teknesi olan el arabası elinden alınırken onurunu da almaya çalışmışlardı. Kabullenemedi. Öfkesini zalimlere de yöneltmedi. Bedenini tutuşturdu. Bin yıl sürecekmiş gibi görünen Orta Doğu’daki yozlaşmış rejimler ateş topuna döndü, domino taşları gibi yıkıldılar. Burnundan kıl aldırmayan, zalimlikleriyle nam salmış siyasetçiler saklanacak delik aradılar. Buazizi de siyasetçi değildi, koskoca bir siyaset esnafı kuşağının tasfiyesini tetikledi. Esas müessir siyaset, onun yaptığıydı."

Şafak Ayhan


Bültene kayıt ol