Özdeş Özbay

Özdeş Özbay son yazıları

Özdeş Özbay tüm yazıları

19.03.2021 - 09:01

Hedges üzerinden iklim hareketi içi bir tartışma: Yeşil mi kızıl mı olmalı?

Gazeteci Chris Hedges iki hafta kadar önce küresel elitlerin yani kapitalistler ve yönetici siyasetçilerin insanlığı felakete sürüklediğini anlattığı yazısında Engels’in “toplumsal cinayet” kavramını kullanmıştı. Engels İngiltere’de Emekçi sınıfların Durumu kitabında bir tek kişinin bilerek birini öldürmesine cinayet dendiğini ama nedense ölümcül sonuçları bilinmesine rağmen kapitalizm altında engellenmeyen felaketlerin de aslında toplumsal cinayet olarak görülmesi gerektiğini yazıyordu. Hedges de buna örnek olarak savaşları, çevre kirliliğini ve iklim değişimini örnek veriyordu.

Hedges’ın bu yazısı Açık Radyo’da Ömer Madra ve Ümit Şahin’in Açık Yeşil programına da konu oldu. Türkiye’de Yeşiller Partisi’nin en önemli isimlerinden biri olan Ümit Şahin, Hedges’in yazısını önemli bulmakla birlikte Hedges’in bir çözüm önerisi sunmadığını ve meseleyi sadece direnmenin insanın umudu olduğunu söylemekten öteye götüremediğini belirtiyordu. Şahin bu eleştirilerinde haklı olmakla birlikte sonrasında söylediği şu sözler iklim hareketi içerisindeki antikapitalistlerle yeşiller arasındaki farkı da ortaya koyması açısından önemli: 

“Benim için Hedges’ın bu yazısının tek eksiği, her ne kadar Roger Hallam’ın videolarını koysa da, bu açmazdan nasıl çıkacağımızı, bu mega makinayı nasıl değiştireceğimizi ya da belki onun kontrolünü ele geçirmenin yolunun ne olduğunu söylememesi. Yani bu mega makinayı gerçekten dağıtmak için herhâlde önce o mega makinanın kontrolünü elinize geçiriyor olmanız olsa gerek mantıken. Eskiden bu konuda basit bir takım çözümler vardı ama onların işe yaramadığı ortaya çıktıktan sonra özellikle reel sosyalizm denen dönemin bitişinden sonra bu konuda bir şey söyleyememek ve sadece critical theory (eleştirel kuram) denen şeyin bu kadar ön plana geçmesi belki uzun uzun tartışılmalı. Evet, eleştiriyoruz ve çok radikal bir eleştiri yapıyoruz sisteme karşı fakat bunu nasıl değiştireceğimizin isyan dışında bu yazıda bir cevabı yok ve isyan da, benim esas itirazım o, onurumuzu kurtarmaya yarıyor buradaki tanıma göre. Halbuki 15-20 yaşındaki bir iklim aktivistine bugün isyan ederek onurunu kurtar dediğinizde size pek iyi gözlerle bakmayacaktır çünkü hayatını kurtarmaya çalışıyor. Bu kadar radikal bir eleştirinin ardından çözümü de verebilmiş olması gerekir ve bunun da isyanla sınırlı olmaması gerekir diye düşünüyorum. Bunu belki tartışmak lazım.”

Ömer Madra’nın Hedges’in önceki tartışmalarında bu konuda önerileri olduğunu hatırlatması üzerine de Şahin şöyle devam etti:

“Orada da daha çok sistemin kilitlenmesi bir öneri olarak veriliyor. Yani sivil itaatsizlik ve Covid öncesi lockdown’ın eylemciler tarafından yapıldığı bir şey öneriliyordu. Ama onun da etkisinin sınırlı olduğu bariz yani. Tabi herkes bir genel grev mantığıyla yine eski, yine 100 yıl önceye dönüyoruz, bir genel grevde olduğu gibi bütün sistemi kilitlerseniz iş değişir ama onu nasıl örgütleyeceksiniz sorusu ortaya çıkıyor. Maalesef bu sorulara sıkıştıkları noktalarda çok net cevap vermemeyi tercih ediyorlar. Bunu daha detaylı tartışması gerekiyor hareketin.” 

Ümit Şahin’in bu eleştirileri çok yerinde ve bu tartışmaya hemen icabet etmek iklim hareketinde antikapitalist mücadeleyi savunanlar için önemli. Öyleyse şimdi bunu yapalım. Öncelikle Şahin’in yıkılan SSCB hakkında “reel sosyalizm” dediği rejimin bir kapitalizm türü olduğunu yani devlet kapitalizmi olduğunu anlatmak önemli. Ardından Greta ve Gelecek İçin Cumalar (Fridays for Future- FFF) hareketinin “hiçbir şey yapmadınız” diyerek hedef aldığı siyasi hareketler içerisinde Şahin’in de bir parçası olduğunu Yeşiller’in de bulunduğunu hatırlatmak önemli. Yani eski olmak kendi başına bir sorun ise Yeşiller’in de eski olması gerekirdi. Dolayısıyla yeşil partilere ve iktidarlara da kısaca bakmak gerekiyor. Son olarak da eğer kapitalizm eleştirilerine bir itirazı yoksa gerçekten haklı olarak sorduğu çözüm önerisi sorusuna yanıt vermek gerekiyor.  

Eski-yeni tartışması ve "reel sosyalizm"

Ümit Şahin ve hareket içerisinde aktivistlerin sık sık eski ve yeni diye kavramlar kullandıklarına şahit oluyoruz. Nedir bu eski olan şeyler? Genelde devrim, grev, işçi örgütleri, sosyalizm kastediliyor ama bunu açıkça söylemek yerine “hiyerarşik örgütler” gibi kavramlar da kullanılabiliyor. Şahin de program sırasında yıkılan “reel sosyalizm” derken sosyalizmin eski ve yenilmiş bir ideoloji olduğunu, “yüz yıllık genel grev” ve “Yani sivil itaatsizlik ve covid öncesi lockdown’ın eylemciler tarafından yapıldığı bir şey öneriliyordu. Ama onun da etkisinin sınırlı olduğu bariz” sözlerinden de grevleri eski ve etkisiz olarak gördüğü sonucuna varmak mümkün. 

Öncelikle “reel sosyalizm” kavramı ile genel grevi eski ve yetersiz bulmak arasındaki ilişkiyi ortaya koymak son derece önemli bir başlangıç noktası. SSCB’nin korkunç bir rejime dönüştüğü, ekolojik felaketlere ve hatta Çernobil nükleer faciasına yol açtığı gibi gerçekler iklim hareketinde bu pratiklerin sosyalizmin hanesine yazılmasına yol açmıştı. Oysa SSCB’deki rejim kapitalizmin bir türüydü. Marx, Kapital’de kapitalizmi “birikim için birikim üretim için üretim” sistemi olarak açıklar. Yani üretim, ihtiyaçların karşılanması için yapılmaz sermaye birikimini sürekli olarak artırmak ve bu sayede hem teker teker kapitalistler arasındaki rekabette hem de kapitalist devletler arası rekabette ayakta kalmak için yapılır. Yalnızca kapitalizmde ihtiyaç duyduğumuz şeyleri artık kendimiz üretmeyiz ve “ürünlerin büyük çoğunluğu ya da tümü meta biçimini alır”. Yani ihtiyaçlarımızı para ödeyerek pazardan karşılarız. Engels’in Doğa’nın Diyalektiği kitabında ve Marx’ın Kapital’inin özellikle ikinci cildinde değindiği birikimin doğa üzerindeki yıkıcı etkisi oldukça “eski” bir eleştiridir. Marx ve Engels kapitalizmin bir doğa felaketine neden olmakta olduğunu çok erken bir dönemde ileri sürmüşler ve “metabolik yarılma” kavramı¹ ile bunu açıklamaya girişmişlerdi.

Ancak sosyalizm olarak görülen SSCB’de yaşananlar da dünyanın geri kalanında yaşananlardan farklı olmadı. Çünkü Marksist Tony Cliff’in 1950’lerde yazdığı Rusya’da Devlet Kapitalizmi kitabında müthiş bir şekilde anlattığı gibi Sovyetler yani işçi demokrasisi iç savaştan galip çıksa da Sovyet demokrasisinden ve hatta devrimi yapan işçilerden geriye pek bir şey kalmamıştı. Bu yıkıntı üzerinde yükselen bürokrasi 1930’lardan itibaren Stalin önderliğinde kendisini yeni bir egemen sınıf olarak örgütledi. Cliff, devrimin ilk yıllarında henüz işçi demokrasisi işliyorken üretimin nasıl tüketim araçlarına odaklandığını ve bürokrasinin yükselişiyle nasıl zamanla üretim araçları üretimine kaydığını istatistiksel olarak ortaya koyar.² Yani öncesinde işçiler gıda, barınma, giysi ve benzeri kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek şeylerin üretimine öncelik verirken rejim devlet kapitalizmi halini aldıktan sonra üretimi planlayan bürokrasi üretimi kömür, petrol yani enerji, çelik yani silah gibi kalkınma ve rekabet amaçlı üretimine geçer. Boşuna değil dünyanın en büyük askeri gücü yıkılırken maden işçilerinin grev yapmasına neden olan şey sabun bulamamak olabilmişti. SSCB içerisinde kapitalist bir rekabet olmasa da Vatikan’ın kolektif özel mülkiyetinde olduğu gibi Sovyet kapitalizmi diğer kapitalist devletlerle ulusal düzeyde ekonomik ve militarist rekabet içerisinde ekonomik planlamasını gerçekleştiriyordu.

Bu devlet kapitalizmi rejimi ise genel grevler ve kitle gösterileri gibi “eski yöntemlerle” yıkılacaktı ki Cliff kitabında bu sistemin de piyasa kapitalizminde olduğu gibi ekonomik krizlere gebe olduğunu ve içerisinde devrimci dinamikleri barındırdığını çok erken bir dönemde ileri sürecektir.

Yeşil siyaset yeni mi?

Kökeni eskiye yani 1970’lere dayanan Yeşil Hareket, iklim için okul grevleri ve Yokoluş İsyanı gibi Yeşil Partiler’in seçim odaklı pratikleri dışında ve yeşil siyasetin çok daha solunda taleplerle ortaya çıkınca yeniden gündeme geldi. 2019-2020 yıllarındaki Avrupa ülkelerinde ve AB Parlamentosu seçimlerinde bir “Yeşil Dalga”dan söz edilir oldu. Fransa, Almanya, İrlanda ve İngiltere’de oyları ciddi oranda arttı. 2020’de ise özellikle Fransa yerel seçimlerinde büyük başarı elde ettiler.

Bu yeni Yeşil Dalga’nın ardından ne oldu derseniz de mesela İngiltere’de bir Yeşil milletvekili Yokoluş İsyanı kurucusu ve Beyond Politics isimli yeni bir partinin de kurucusu olan Roger Hallam’ı ihbar ederek hapse atılmasına neden oldu.³ Avusturya Yeşiller’i göçmen düşmanı bir partinin koalisyon ortağı oldu.⁴ İrlanda Yeşilleri zaten 2008 yılında iktidar ortağı olarak krizin faturasını işçilere ödeten kemer sıkma politikalarının sahibiydi şimdi de yeni bir sağ koalisyonun ortağı olmuş durumda. Almanya’da Yeşiller’in sağ bir partiyle koalisyon kurarak iktidarda olduğu Baden-Württemberg’da ise iklim aktivistleri Yeşiller’in performansından hiç memnun olmadıkları için İklim Listesi adında yeni bir parti kurarak yerel seçimlere katıldılar ve ulusal seçimlere katılmayı da tartışmaya devam ediyorlar.

“Eski” Yeşiller’in iklim konusunda neredeyse hiçbir fark yaratmayan politikaları⁵ yeni Yeşil Dalga olarak ilan edilirken, tarihin dönüm noktaları olan devrimler ve genel grevler, sırf bastırıldıkları ve yenildikleri için eski ilan ediliyor!

Genel grev ve devrim

Snowpiercer isimli, filmi ve dizisi de bulunan bilimkurgu romanında iklim değişimini durdurmak için sistemi değiştirmek yerine teknik çözümlerin peşinden giden siyasetçiler atmosferi soğutacaklarını düşündükleri bir molekülü atmosfere enjekte ederler. Ancak son derece karmaşık bir ilişkiler ağı olan dünya ekolojisi beklendiği gibi tepki vermez ve gezegenin sıcaklığı -100 dereceye kadar düşer. Milyarlarca insan ve neredeyse tüm canlılar birkaç gün içerisinde ölür. Bir tek 1034 vagonlu ve enerji üretmek için sürekli hareket etmek durumunda olan bir trende birkaç yüz kişi hayatta kalır. Bu yeni sınıflı toplumun en arka vagonlarında alt sınıflar ön vagonlarda ise üst sınıflar bulunur. Bir devrim anlatısı olan filmde trenin kokpitini ele geçirmek isteyen alt sınıflar ayaklanırlar. Ancak metaforik olarak devrim sadece kokpitin yani iktidarın alınmasında değil bu mega trenin dışında yeni bir yaşam kurabilmektedir.

Bu metafordan çıkıp sisteme yani kapitalizme dönecek olursak kapitalizm altında bir devrimi sosyal bir devrimle sonuçlandırmanın tek yolu “eski” bir mücadele yöntemi olan genel grevdir. Kapitalizm içerisinde değişen birçok şey olduğu bir gerçek olmakla birlikte hala bu sisteme kapitalizm diyebildiğimize göre hala değişmeyen şeyler de mevcut olmalı. O da sistemin “birikim için birikim, üretim için üretim” sistemi olmasıdır. Sistem gösterileri, değişim isteyen siyasi partileri, yeni toplumsal hareketleri zamanla içermenin ya da elde edilen kazanımları geri almanın yollarını bulabilir ama genelleşen grevlerin çok özgün bir yeri vardır. Grevler sadece üretimi ve birikimi durdurarak sistemi kilitlemez aynı zamanda grevler uzadıkça ve genelleştikçe üretim araçları grevciler tarafından el konarak işletilmeye de başlanır ki grevin devrimci gücü de burada yatar.

Genel grevler genelde spontane şekilde Rusya’da 1905 ve 1917 devrimi, Almanya’da 1919 devrimi, Fransa’da 1968 isyanları, İran’da 1979 devrimi, Mısır’da 2011 devrimi gibi tarihsel dönemeçlerde bir toplumsal birikimin sonucu olarak ortaya çıkmıştı ama uzayan her genel grev yeni bir toplumun nüvesini de içinde barındırıyor. Lenin’in söylediği gibi, “Kapitalist toplumun tabiatından doğan grevler, işçi sınıfının bu toplum düzenine karşı mücadelesinin başlangıcını ifade eder.”⁶ Bunun en yakın örneği Mısır devrimiydi. Tahrir meydanını tutan yüzbinler güvenlik, su, gıda, elektrik, internet gibi kendi ihtiyaçlarını sağlamak için fırınlar ve elektrik idareleri gibi işyerlerindeki işçilerle komisyonlar kurup rejime rağmen bu tedarikleri sağlamaya girişmişlerdi. Bugün kapitalizmin zayıf karnının üretim ve birikim olduğunu farkeden toplumsal hareketler de 8 Mart’larda kadın grevi, iklim grevleri, darbelere karşı demokrasi grevleri örgütlüyor. Ya da üretim ve dolaşım sürecini engelleyen meydan veya cadde işgallerine başvuruyor.

Bu, grevden başka hiçbir şey yapmamalı ve genel grevi beklemeliyiz anlamına gelmiyor elbette. Şahin’in de dediği gibi genel grevler öyle kolay ortaya çıkmıyor ama her zaman bir toplumsal birikimle öncesindeki mücadele düzeyinin bileşimi olarak ortaya çıkıyorlar. Her bir kitle gösterisi, her bir eylem örgütlenmeyi gerektirir. Gençlerin ve işçilerin harekete geçme konusunda özgüvenini, deneyimini ve bilincini yükseltir. Mücadelenin genelleşmesini sağlar. Daha önce kendi güçsüzlükleri nedeniyle imkânsız gördükleri fikirler kısa sürede mümkün hale geliverir. Hemen her genel grev patlaması öncesinde irili ufaklı mücadeleler hep var olmuştur. Marx bunu köstebek metaforuyla açıklıyor. Yaprak kıpırdamıyor gibi görünürken aslında bir yerlerde tünel kazmaya devam eden köstebekler yani aktivistler her zaman vardır. Bu tünellerin yani aktivistler ağının öznel pratikleri yapısal koşullarla kesiştiğinde büyük patlamalar ortaya çıkar. 

Devrimlerin yenilmesinin sebebi çoğunlukla ufku yeni bir toplumun şafağında olduğumuzun farkında olmayan “realist” veya “makul” gruplar oluyor. Bugün iklim hareketi içerisinde mücadele eden antikapitalistler dışında bazı yeşil aktivistlerin oynadığı rol tam da bu. Yeşil girişimcilik, karbon vergileri ve benzeri ama biz sistemden söz ettiğimizde kapitalist üretim ve yeniden üretim mekanizmalarından söz ediyoruz, onların kastettiği ise kapitalizm değil enerji üretim sistemi ve fosil yakıtlar. Oysa fosil yakıt şirketlerine acilen el konması, tüm gezegene büyük zararlar vermiş olan bu şirketlere tek bir kuruş ödenmemesi, aksine şirketlerin mal varlığının temiz enerjiye dönüşüm sürecinde kaynak olarak kullanılması gibi talepleri sahiplenmiyorlar.

Greta ve arkadaşlarının “bla bla bla…” dediği politikaların hemen hepsi Yeşil siyasetin eski önerileri. Oysa bizim piyasa mekanizmalarına ve sadece seçimlere odaklanmış mücadele yöntemlerinin ötesine geçen antikapitalist bir harekete ihtiyacımız var. Bu zannedildiği gibi hazır reçeteler sunmak anlamına gelmiyor. Somut talepler ortaya koymak gerekiyor elbette ama bu taleplerin hayata geçirilmesi tam da iklim hareketinin yaptığı şekilde grevlerle ve kitle gösterileriyle mümkün olabilir ancak. 2019 yılında Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nde konuşma yapmak için gittiği New York’ta Greta şunları söylemişti: “Benim ve hareketimiz için inanılmaz çok şey ifade ediyor. Daha birçok işçi sendikası, yani yetişkin insanlar, grevlere gidecek. Hareketin sadece çocuklar ve ergenlerden oluşmadığını göstermek açısından, bu son derece önemli. Bu, hepimizin hareketi. Yaptığımız şey sistemi altüst etme grevi, dikkatleri çekmek için. Dilerim sonucu iyi olacak.”

Genç aktivistler şunu kavramış durumda: %1 dediğimiz kapitalistler iktidarda hangi parti olursa olsun gerçek ekonomik gücü elinde bulunduruyorlar ve basitçe sandıkta galip gelince kendi programınızı hayata geçiremiyorsunuz. Oysa büyük kitleler ve grev hareketleri taleplerini çok daha kısa sürede hayata geçirtebiliyor. Yeşil yeni anlaşmaların içeriğini piyasa mekanizmaları dışında çok daha radikal bir işçi perspektifiyle dolduran da önce occupy hareketi ile kentleri kilitleyip ardından okul grevleri ve kitle gösterileri ile meydanları dolduran kalabalıklar oldu. Corbyn İngiltere’de bu sayede yükseldi. “Real” politikanın sınırlarını zorladıkça yükseldi, partisinin sağı tarafından realist çizgiye çekildikçe yükselişi durdu. ABD’de Bernie Sanders da aynı şekilde bu hareketlerin itmesiyle bir radikalden gerçek bir alternatife yükseldi ama realistleştikçe gücünü yitirdi. İki ülkede de hazırlanan yeşil yeni anlaşmalar bu nedenle birer adil geçiş programı olarak sosyalist yeşil anlaşmalar diye görülmeli. 

Özetle Corbyn ve Sanders iklim hareketinde çıtayı yeşillerin çok daha ötesine koydu ama hareket hala antikapitalist çizginin sadece ideolojik düzeyde değil pratik düzeyde de örgütlenerek hegemonya kurabilmesine bağlı. Seattle sonrası hareket “realist” çizgiye girdiğinde hem kaybetmiş hem de yılların boşa geçirilmesine neden olmuştu. Bir 10 yıl daha parlamentoları, piyasayı, sağ koalisyonları bekleyecek durumumuz yok. Başka bir dünya mümkün diyenlerin artık kendilerine sandığı işaret edip realizm salık verenlere çok daha güvenli bir şekilde “şimdi radikal olma zamanı” demesi gerekiyor.

Özdeş Özbay

1. Ian Angus, Metabolik Yarılmanın Yeniden Keşfi ve Gecikmeli Takdiri; Martin Empson, İklimi Değil Sistemi Değiştir, Z Yayınları, ss. 55-72.

2. Tony Cliff, Rusya’da Devlet Kapitalizmi, Z Yayınları, 2017, s.48

3. Chris Hedges, Direnişin Bedeli, Açık Radyo, 4 Ekim 2020, https://acikradyo.com.tr/editorden/chris-hedges-direnisin-bedeli 

4. https://tr.euronews.com/2020/01/04/avusturya-sebastian-kurz-liderligindeki-koalisyon-hukumetine-yesiller-partisi-nden-onay 

5. Bir dipnot olarak Yeni Yeşil Anlaşmalar da Yeşil Partilerin değil Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi programının ve Sanders adaylığı döneminde Demokratik sosyalistlerin hazırladıkları radikal sol içerikleri nedeniyle dünya gündemine oturmuştu. 

6. Lenin’in 1899’da kaleme aldığı ve 1924’te yayınlanan Grevler Üzerine başlıklı makalesinde, dönemin Almanya’sında bir bakanın grev hakkındaki fikirlerini alıntıladığı bölüm oldukça önemli tartışmamız açısından: “Sosyalistlere ve sınıf bilincine sahip işçilere baskı yapmakla maruf bir Alman İçişleri Bakanı, halk temsilcileri önünde “her grevin arkasında devrim ejderhası çöreklenmiştir” dediğinde haksız değildi. Her grev işçilerde, hükümetin kendilerinin düşmanı olduğu, işçi sınıfının halkın hakları uğruna hükümete karşı mücadeleye hazırlanması gerektiği kanısını güçlendirir ve geliştirir.” Grevlerin önemini 1899’lardan değil de 2021’lerden tartışmak isteyenler ise CHP’li belediyelerde başlamadan biten temizlik işçilerinin grevlerinin toplumda yarattığı tartışmalara ve bölünmelere bakabilirler.


Bültene kayıt ol