Özdeş Özbay

Özdeş Özbay son yazıları

Özdeş Özbay tüm yazıları

22.04.2015 - 23:57

Ermeni soykırımının tanınması neden devrimci bir taleptir?

Türkiye’de solun tarihini incelemeye kalkarsanız kendi tarihini en geriye götüren siyasi hareketin Mustafa Suphi’lere kadar gittiğini görürsünüz. Yani bu topraklarda sosyalist mücadelenin tarihi “kurtuluş savaşı” ile başlamaktadır. Cumhuriyetin Osmanlı rejimine göre ileri bir aşama olduğunu anlatan hareketler Cumhuriyetin aslında bir karşı devrim sürecinin sonucu olduğu gerçeğini görmezler. 1908-1913 arasındaki dönemden birkaç önemli noktayı hatırlatmak faydalı olabilir.

1908 yılında Abdülhamit’in Anayasayı rafa kaldırdığı baskıcı dönemi bitiren İttihatçı ayaklanma özellikle Müslüman olmayan halklardan onbinlerce yurttaşın sokaklarda kutlama yapmasına neden olmuştu. Meşrutiyet ile birlikte birçok siyasi parti kuruldu. Bunlar arasında “İstibdad” döneminde illegal olan Taşnak ve Hınçak gibi Ermeni sosyalist partileri olduğu gibi 1910 yılında kurulan Osmanlı Sosyalist Fırkası da vardı. Osmanlı döneminde matbaalara en erken sahip olan halklar Ermeniler ve Rumlar oldukları için 19. yüzyıldan itibaren Marks ve Engels’in çeşitli eserleri Ermeniceye İstanbul matbaalarında çevrilmişti. Bu partiler gazete ve bildirilerini Balkanlar, Ortadoğu ve Mezopotamya’da yaydıkları için birkaç dilde yazıyorlardı. 1910 yılında Osmanlı tekstil sanayinin en fazla geliştiği Bursa’da ilk genel grev hareketi yaşandı. Üstelik Osmanlı’nın bu ilk genel grevi Ermeni kadınlar tarafından örgütlenmişti. İpek kozalarını çıkaran ve çoğunluğu Ermeni olan 30 bin kadın işçi ağır çalışma koşullarına karşı greve gitmişti. Osmanlı’nın ilk feministleri arasında Hayganuş Mark gibi Ermeni kadınlar vardı. Feminist veya kadın özgürlüğü mücadelesi veren hareketlerin birçok yayın organları vardı.  Sadece 5 yıl süren Meşrutiyet karşı devrimci bir askeri darbe ile son buldu.

1914 yılında yapılan nüfus sayımına göre dönemin Osmanlı sınırlarında yani bugünkü topraklar ve Suriye ile Irak’ın bazı bölümlerinde 13.5 milyon olan toplam nüfusun 1 milyon 175 bini Ermeni, 1 milyon 564 bini ise Rumlardan oluşuyordu. Sayıları bu iki halk kadar kalabalık olmasa da Yahudiler, Süryaniler, Ezidiler de vardı. Yani nüfusun yaklaşık beşte biri Müslüman olmayan halklardan oluşuyordu. Müslüman olmayan halkların daha kentli ve dolayısıyla üretici ve tüccar olduğunu da eklemek lazım. İttihat ve Terakki içerisinde yer alan Müslüman burjuvazi için Müslüman olmayan burjuvazi ve toprak sahipleri gelişmelerinin önünde bir tehditti. Ayrıca özellikle Ermenilerin sosyalist örgütleri vardı, Ermeni kadınları ve işçileri birçok fabrikada grevler örgütlüyorlardı. Ermeni feminist örgütlerinin birçok yayını vardı.

Ermeni soykırımını bu dönemin sona erdirilmesine karar veren İttihat ve Terakki’nin karşı devrimi olarak okumak doğru olacaktır. 1913’te bir darbe ile iktidara el koyup ülkede esen kısmi özgürlük havasını kısıtlasa da önce Birinci Dünya Savaşı’na dâhil olunması, arkasından da Ermenilerin soykırıma uğratılması ile Türk-Müslüman burjuvazi hâkimiyetinde kapitalist bir ulus devlet kurma projesi hayata geçirildi. Bu proje, Ermeni soykırımından sonra Mübadele, Varlık vergisi, 6-7 Eylül gibi uygulamalarla devam etmiştir. Bütün bu süreçlerde yüzbinlerce ailenin toprağı, evi, değerli eşyaları, işyerleri o şehrin ileri gelenlerine verilmiştir. Yani Marksist bir terminoloji ile açıklayacak olursak Müslüman burjuvazi sermaye birikimini, ilkel sermaye birikimi (fiziksel zor ve el koyma) yoluyla elde etmiştir. Asker ve sivil bürokrasinin desteği ile elde edilen bu sermaye birikimi, devletle burjuvazi arasında günümüze kadar gelen bir ilişki biçimi oluşturmuştur.

 Bu tarihsel geri plan üzerinden düşünüldüğünde Ermeni soykırımının tanınması talebi, Türk burjuvazisinin ve devletinin nasıl bir katliam üzerinde yükseldiğini anlatmak açısından önemlidir. Yani bu talep sadece hukuki bir talep değildir.

Soykırımın tanınması talebini işçi sınıfı örgütleri içerisinde yaymanın önemi şurada; işçi sınıfını burjuvazinin fikirlerinden koparmak. Bir topluma egemen olan fikirler egemen sınıfın fikirleridir diyordu Marks. Türk burjuvazisi bize yüz yıldır Ermenilerin vatan savunması için tehcir edildiğini anlatıyordu. Bizi devletin çıkarı gerektiğinde yüz binerce kişinin öldürülebileceğine ikna ediyordu. Yine bizlere, Türk ve Müslüman olmayan yurttaşların bizimle eşit olmadığını anlatıyordu. Soykırımdan semiren burjuvazi kendi kanlı tarihini yönetilen büyük yığınlara bu ideolojik propaganda ile anlatıyordu. Dolayısıyla bu fikirlere inanmayı sürdüren işçi sınıfı devrimci fikirlere değil devletçi fikirlere eğilim gösteriyor. Soykırımla yüzleşmeyen sol sürekli olarak “tam bağımsız Türkiye” gibi elinde Türk bayrakları ile eylem yapan bir hale bürünüyor. Bu tarz bir eylemlilik işçi sınıfını kendi egemen sınıfının hegemonyasından koparmıyor aksine devleti sahiplenmelerine yol açıyor. Hedef olarak devleti değil devleti kötü yöneten hükümetleri hedef almalarına neden oluyor.

Sonuç olarak, “gerçekler devrimcidir” ve bu topraklarda Türk ulus devleti Ermeni soykırımı ile başlayarak Müslüman olmayan halkların katliamı ve mal varlıklarına el konması üzerine kurulmuştur. Bu gerçekleri anlatmak ve nihai noktada egemen sınıfın aracı olan devletin bu sınıf karakterini teşhir etmek devrimci bir eylemdir. Soykırım kelimesini tanımamakta ısrar eden solun milliyetçilik bataklığına nasıl battıklarını, 28 Şubat ve 27 Nisan’da askeri müdahalelere verdikleri destek, seçimlerde de Mansur Yavaş ve Ekmeleddin İhsanoğlu gibi faşistlere verdikleri destek üzerinden görmek mümkün. Bu nedenle önümüzdeki en devrimci eylem olan 24 Nisan Taksim anmasına mümkün olan en büyük kalabalığı seferber etmek hem egemen sınıfa hem de kendini sol zanneden ulusalcılara verilecek en iyi yanıt olacak.   

Özdeş Özbay

[email protected]

Marksist.org'un 24 Nisan dosyası: Soykırım tanınsın, özür dilensin!​


Bültene kayıt ol