Ülke yeni yıla seçim hazırlıklarıyla girdi. Her gün Ankara’dan atanan belediye başkanlarına şahitlik ediyoruz. Seçmen, atanmışlardan birini tercih edecek.
31 Mart yerel seçimleri de çoğu kez olduğu gibi, bilindik anlamda yerel seçim olmayacak. Uzun süredir olduğu gibi Fırat’ın doğusuyla batısında iki ayrı seçim atmosferi olacak. Doğusu bir kez daha “rüştünü” ispat edecek. Batıda 24 Haziran seçimleri sonrasında inşa edilmeye başlanan ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yeni bir evresine geçiş atmosferi yaşanacak.
Neye oy istenecek?
Seçmenden adaylara değil inşa edilen yeni yönetim sisteminin geleceğine oy istenecek. Bunu ilk dile getiren MHP lideri Devlet Bahçeli oldu. Yerel seçimin yeni sistem için önemine vurgu yaparak, AK Parti’nin Cumhur İttifakı’na mecburiyetini dile getirdi. Sandıktan ne çıkaracağını konuşmak için erken olabilir ama görünen o ki Bahçeli siyasetten istediğini elde etti.
Seçimlerin değerlendirmesini salt sandık sonuçları üzerinden yapmak kısa vade açısından yeterli olabilir ama gelecek açısından yanıltıcıdır. Tabii ki sandık sonuçları önemlidir ve çok şey anlatır. Ama seçmenin nasıl bir siyasal atmosferde, hangi politik argümanlarla ve nasıl bir gelecek beklentisiyle rızasının alındığı da önemlidir. Hatta bazen bunlar sandık sonuçlarından çok daha önemli olabiliyor.
AK Parti’nin “başarılarından” biri de “istikrar ve gelecek vaadini” seçmene iyi pazarlaması. 16 yıldır bunun karşısında dikiş tutturabilen bir tek Kürt siyasi hareketinin üçüncü yol diye tarif ettiği siyasal çizgi oldu.
Önce 2014 yerel seçimlerinde, sonra Cumhurbaşkanı seçimlerinde ve 7 Haziran 2015 seçimlerinde bu çizginin oyun kurucu siyasal güce dönüşmesine tanıklık ettik. Hiç kuşku yok ki, bu bir anlamda Çözüm Süreci’nin siyasal atmosferinde oldu. Seçmen “yeniyi temsil ettiğini” düşündüğü HDP’nin ve onun lideri Selahattin Demirtaş’ın önünü açtı, memleketin üçüncü büyük partisi yaptı.
Çözüm sürecinin bitmesiyle bu dönem uzun sürmeden kapandı. Bölgesel gelişmelerin etkisi ve Kürt siyasetinin yanlış politikalarının çanak tutmasıyla çözüm yolunda ilerlemeyi tehlikeli gören iktidar, sorunu beka sorununa dönüştürmeyi becerdi. İktidar, bu “tehdit” karşısında milliyetçi ve ulusalcı siyasal güç ve kesimlerinin değişik versiyonlarıyla iş tutarak yeni yönetim ve idari yapının inşasına koyuldu. Bunun önünde esas tehdit olarak gördüğü Kürt siyasal hareketini her alandan ve her düzeyde tasfiyesini temel stratejik hedef olarak belirledi. Bu perspektifle Cumhur İttifakı’nı ilan etti.
24 Haziran seçimlerinde Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi resmiyet kazandı. Seçimleri, beka sorunu karşısında güç toparlama, toplumu siyasal, sosyal, idari ve yönetsel olarak yeniden dizayn etme hedefiyle değerlendiren Cumhur İttifakı, sandık başarısından çok daha büyük sonuç elde etti.
Büyük tehlike arz ettiğini düşündüğü Kürt siyasal hareketini, muhalefetin de el vermesiyle tam anlamıyla yalnızlaştırıldı. HDP, oyun kurucu bir siyasal yapı olmaktan çıkarıldı. Muhalefetin dinamik ve direngen yapısı muhalefetin “ötekisi” oldu.
Dolayısıyla Cumhur İttifakı’nın, Kürt siyasetini demokratik siyaset alanın dışına atma stratejisi, siyasal, toplumsal alanda HDP fobisi ve bütün siyasal güçlerin kendi sınırlarını yeniden belirlemek biçiminde gelişti.
Muhalefetin muhalefet yapamadığı referandum
Sol ve demokratik muhalefetin 16 Nisan 2017 referandumundan başlayan Kürt seçmenin özgün sorunlarına ve duyarlılığına sırt dönmesi ve iktidarın yıkım ve tasfiye emelini dillendirmekten imtina etme siyaseti, süreç içinde HDP’yi, yok sayma siyasetine dönüştü.
24 Haziran seçimlerinde Muharrem İnce, bu durumu tersyüz etmeye çalıştı. Ama seçim yenilgisinin faturasının bir kısmı da İnce’nin bu yaklaşımına çıkarıldı. AK Parti’nin Türk milliyetçisi çizgiye yaklaşma siyaseti muhalefetin bütününde, direksiyonu kendi sağına doğru çevirmeyi getirdi. Milliyetçilerden, muhafazakarlardan oy alma sevdası barış, Kürt sorunu gibi konuların buzdolabına kaldırılmasına yol açtı. Bu konulardaki toplumsal duyarlılık zayıflatıldı.
CHP, İYİ Parti ittifakı, Kürtlere mecbursun mesajı
Yerel seçimlerde CHP-İyi Parti ittifakı tam da böylesine bir siyasetin ilanı oldu. Türk milliyetçilerini, muhafazakarlarını gözeten, Kürtler bize mecbur siyaseti izleniyor. Bu, son tahlilde istenmese de Cumhur İttifakı’nın siyasal yönelimini güçlendiren, toplumda dal budak salmasına yol açan bir siyasal strateji olarak MHP lideri Devlet Bahçeli’yi başarılı kılıyor.
Bu siyasetin örülmesinin baş aktörü CHP, kendi dışındaki demokratik kesimleri de etkisi altına aldı. Hatta oluşan politik atmosfer, HDP’nin yalnızca “AK Parti’ye kaybettirecek” siyaset izlemesine yol açtı. Bu, Kürt siyaseti için başta ifade etmeye çalıştığım milliyetçi muhafazakâr ve statükocu yarılmaya karşı oyun kurucu üçüncü bir odak siyasetinin terk edilmesi oldu.
HDP’nin yanlış siyaset izlemesinin de payını yok saymadan bu durumun kendisi, muhalefet eliyle Cumhur İttifakı’nın politik cephesine toplumsal güç aktarmaktır. Bu yerel seçimlerde muhalefetin çukurudur. Anlamsızlaşmasına ve etkisizleşmesine yol açan stratejidir.
1 Nisan’da kayyımlarla yönetilen kentlerdeki seçmen büyük ölçüde Cumhur İttifakı siyasetine onay vermemiş olacak ve kimliğine siyasetine belki son kez yüksek düzeyde sahip çıkacak ama seçimlerin Kürt seçmen kitlesinde derin bir yarılmaya yol açma tehlikesi var. Bu kendini nasıl ve ne zaman dışa vurur kestirmek zor. Fakat AK Parti’ye öfkeyle, AK Parti’nin kaybettirilmesine indirgenmiş/sınırlı siyaset ve tutumun faturası ağır olacak gibi görülüyor.
Demokrat olmak bu günaha ortak olmamayı gerektirir. Mecburiyetten oy vermek gibi kirli bir oyunu oynanamaz. Mesele “kirlenmekten çekinmek” değil, milliyetçi, yerlici bataklığına boylu boyunca saplanmaktır. 31 Mart seçimleri kadar önemli olan seçimleri sonrasına hazırlık olarak görerek hareket etmektir.
Hakan Tahmaz
(www.hakantahmaz.com)