Özdeş Özbay

Özdeş Özbay son yazıları

Özdeş Özbay tüm yazıları

06.03.2015 - 11:48

Kullanışlı aptal olmak ve Ahmet Şık

Bu ülkede sosyalist solun yükselişinden itibaren her zaman sol içerisinde darbe ve asker yanlıları olmuştur. Ölümünün ardından, verdiği mücadeleler ve Ziverbey Köşkü işkenceleri anlatılan İlhan Selçuk, örneğin, 1971’de “sol” darbenin sivil ayağını örgütleyenlerden birisiydi. İlhan Selçuk o dönem gazete ve dergilerde yazıyordu. Yani mesleki açıdan kendisine gazeteci-yazar deniyordu. Hasan Cemal’ın anlatımına göre yapmak istedikleri 1917 Bolşevik Devrimi gibi bir darbeydi!

1971 darbesi ve Denizlerin asılmasına kadar, ordu, dönemin “sol” aydınları arasında ilerici ve anti-emperyalist askerlerden oluşan bir kurumdu. Devrim yapmanın en kısa yoluydu askeri sokağa çıkarmak. Oysa o ordu, NATO üyesiydi. Ayrıca darbe ile devrim arasındaki farkları dahi bilemeyecek bir teori yoksunluğu hâkimdi.

1971’den sonra biraz olsun asker ve sol hareket arasındaki mesafe açıldı. 12 Eylül döneminde ise tamamen açıldı.

Ancak ülke gündemi, askerle solun açılan arasını bir kez daha kapattı. 28 Şubat sürecinde esas tehlikeyi Refah Partisi ve şeriat olarak gören “sol”, bu gidişatı kendi özgücü ile durduramayacağına onan inançla darbecilere pasif destek verdi. Toplumsal muhalefet biraz olsun canlanmışken sekteye uğradı ve kriz yaşandığında krize karşı sokağı örgütleyebilecek bir “sol” ortada kalmamıştı.

2000’li yıllarda orta sınıf kaygılarına dayanan ve işçi sınıfından uzaklaşan “sol”, artık ulusalcılıkla açıkça iç içe geçmeye başladı. Esas tehdit AKP olmuştu. Ortak düşmana karşı yeni dostlar kazandılar. Kimileri Cumhuriyet gazetesi köşesinde işkencecilerini affettiğini açıkladı. Çünkü artık geçmişe bir sünger çekip ortak mücadeleye girmek zamanıydı. 27 Nisan açıklaması olduğunda, “sol”un bu ordu sevdalısı kesimi destek verdi. Cumhuriyet Mitingi örgütlenmelerine, Hrant Dink cinayetine, Danıştay saldırısına, Cumhuriyet gazetesi bombalamalarına rağmen AKP seçimlerden oy arttırarak çıkınca Ergenekon davaları başladı ve 2010 referandumu ile askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının önü açılınca da çeşitli davalardan 400 kadar muvazzaf asker tutuklanmıştı.

Ordu-sever “sol” derhal kıyameti kopardı ve o dönemden beri ülkenin faşizme gittiğini söylemeye devam ediyor. Askerlerin serbest bırakılması bu kesime yetmedi, daha önce devrim ile darbeyi birbirine karıştıran teorik sığlık, faşizm ile otoriter uygulamaları da birbirine karıştırıyor. Tabii bu karışıklık ordu açısından son derece değerli bir aptallığa dönüşüyor.

Şimdi gelelim Ahmet Şık meselesine. Şık, Ahmet Altan’ın yazısını eleştirirken birkaç argüman kullandı. Bunlardan ilki “gazetecilik” meselesi. Memleketin huyu kurusun, her meslek grubu en kutsal işi yapmaktadır. Askerlik, öğretmenlik, sanatçı olmak ve gazetecilik bunların en meşhurları. Gazeteciler de adeta toplumun üzerinde olan idealist insanlar ve topluma haber götürmek için diğer mesleklerin yapmadığı çok kutsal işler yapmaktalar! Ahmet Şık’ın kendini savunurken sığındığı gazeteci olmanın kutsallığı, bu anlamda çok işe yarar bir perde. Oysa gerçekler öyle değil. Gazetecilik de bir meslektir, çalışanlarının temel derdi kendilerine verilen işi maaş karşılığında yapmaktır. Dolayısıyla diğer mesleklerden bir farkı yoktur. Zaten her mesleğin toplumsal bir yanı vardır. Topluma haber ulaştırmak ile çöp toplamak aynı öneme sahiptir. O yüzden politik bir tartışmada konuyu meslek etiği ve üstünlüğü gibi noktalara çekmek, kurnazlıktan başka bir şey değildir. İlhan Selçuk ve Attila İlhan’ın kullanışlılığı ortada iken, bu onların gazeteciliğinin değil politik duruşlarının bir sonucuydu.

Şık, daha sonra “hepinizin eline kan bulaştı” diyor. 400 asker, büyük çoğunluğu rütbelerini 1990’larda Kürdistan’da kirli bir savaş varken ve Batıda bile faili meçhuller, Sapanca’daki ölüm çukurları, işkencehaneler var iken askerlik görevlerini yerine getirerek almışlar. Ama bu askerlere değil de Taraf gazetesinin eline kan bulaşmış! Bu bir aptallık değil politik tercihtir elbette. Esas düşman rejim ve devlet olmadığında, ulvi gazeteci Ahmet Şık “evrensel adalet”in peşinde askerler için adalet istiyor. Ama nedense Ahmet Şık, davanın sorunlarından bahsederken Hrant Dink ve faili meçhullerin davaya bağlanmamasını eleştirmiyor. Tabii ki Veli Küçükleri savunacak hâli yok ama davanın politik sonuçlarına yönelmiyor, çünkü yazısında da dediği gibi “faşizm”in gelmekte olduğunu düşünüyor. Esas tehlike bu Şık için.

Öncülü “solcu” gazeteciler uyduruk bir milli demokratik devrim teorisi ve darbe ile devrim arasındaki farkı göremeyen bir teorik sığlık içerisindeydi. Şimdi de aynı sığlık faşizm teorisinde kendisini gösteriyor. Gerçi Alper Taş geçenlerde çok net bir şekilde bu teorik sığlığı ilan etmişti. “Propaganda olsun diye AKP’ye faşist diyoruz” deyivermişti. Aynen öyle. Marksist faşizm teorisine sahip olmadığınızda, AKP’nin gerilemekte olduğunu ve kendi tabanındaki işçilerin mücadeleye girmekte olduğunu göremezsiniz ve en umutlu olunması gereken dönemde faşizm anlatarak umutsuzluk yayarsınız. Kullanışlı aptallığın bir diğer örneği de bu.

Ahmet Şık’ın tutuklanması, Ergenekon davasının yetersizliğine vurgu yapan sosyalistlerin elini zayıflatan gelişmelerden biri olmuştu. Çünkü Nedim Şener ve Ahmet Şık, davanın sulandırılması sonucu tutuklanmışlardı. Eski “solcu” ağabeylerin genç sosyalistler üzerinde tahakküm kurmak için kullandığı cezaevi hatıraları vardır. Ahmet Şık da benzer bir şekilde Ergenekon davasındaki çarpık politik analizlerinin önünü mağduriyeti ile kapatmaya çalışıyor. Bu, ona bir dokunmazlık veriyor. Bu dokunulmazlığın arkasında bir de kutsal gazetecilik mesleğini öne çıkaran bir adalet anlatıcısı figürü ile karşı karşıyayız.

Oysa davalarda hangi belgeler sahte gibi teknik işleri mahkemeler çözedursun, sosyalistleri ilgilendiren davaların politik sonucudur. Askerlerin tutuklanması devlete karşı mücadele edenlerde bir adaletsizlik hissi yaratmaz. Adaleti, yasalar ve sahte-gerçek belgeler üzerinden kurmayız. Kürt halkı için adalet isterken PKK’nin yasal olmaması ve çok sayıda ölüme yol açan eylemlerde bulunması, bizim için Kürt hareketinin de yargılanmasını istediğimiz anlamına gelemez. Askerlerin ise, istedikleri kadar yasal olsun, Kürdistan’da işlenen her bir cinayetten yargılanmasını savunuruz. Sadece 400 değil o dönemde yer alan her asker yargılansın.

Ahmet Şık, Ergenekon’un kullanışlı aptallığına soyunadursun, serbest kalan darbecileri yeniden içeri tıktırmak sosyalistler mücadele etmeye devam edecek.

Özdeş Özbay

[email protected]


Bültene kayıt ol