Kapitalizm ve kriz

01.02.2016 - 12:00

Kapitalizmin sözcüleri tarafından bu sistemin isteyen herkesi refaha ulaştırabileceği, bunun için yapılması gereken şeyin çok çalışmak ve fırsatları iyi değerlendirmek olduğu söylenir.

Evet, bu sistem altında nüfusun ezici çoğunluğu çok (üstelik son derece kötü şartlar altında) çalışır ama refahtan, yani bu çok çalışma sonucu ortaya çıkan zenginlikten pay alamaz. İngiltere merkezli uluslararası yardım kuruluşu Oxfam'ın raporu nasıl bir dünyada yaşadığımızı ortaya koyuyor. Dünyanın en zengin 62 milyarderinin serveti, dünya nüfusunun neredeyse yarısının, yani 3,5 milyar insanın mal varlıklarına denk geliyor! Tek tek ülkeler ele alındığında da gelir dağılımı (gerçekte gelir adaletsizliği) aşağı yukarı aynı eğilimi gösteriyor. Türkiye’deki en zengin %1’lik nüfus toplam servetin %54.3’üne sahip; buna karşın nüfusun geri kalan %99’luk kesimi toplam servetten ancak %45.7 oranında pay alıyor. Karl Marx bu durumu “İşçi ne kadar çok üretirse o kadar az tüketir. Ne kadar değer yaratırsa, o kadar değersizleşir. Emek zenginler için harikalar ama işçiler için yoksunluk üretir. Saraylar inşa eder, ama işçiler için barakalar. Güzellik üretir, ama işçi için biçimsizlik” diyerek açıklıyordu. Bir milyardan fazla insanın her gün açlık çektiği bir dünyada egemen sınıfın temsilcileri, asıl olarak bu yalın gerçekliği perdelemek, kapitalizmin nihai başarısı hakkında yalanlar üretmek için maaş alıyor. “Yüksek büyüme oranlarının yakalanacağı”, “küresel enflasyonun kontrol altında tutulacağı” ve “küresel cari işlemlerdeki dengesizliklerin azaltılacağı” gibi çoğunluğun anlamadığı teknik ifadeler ile kapitalizmin insanlığın son ve en ileri aşaması olduğunu anlatıp duran bu yüksek maaşlı yalancılar, bir önceki kriz döneminden insanların unutabileceği kadar bir süre geçtikten sonra, repertuvarlarına “kapitalizmin bundan sonra krizsiz bir şekilde devam edeceğini” yalanını ekliyor. Oysa yeni bir ekonomik kriz her seferinde “kapitalizmin krizler olmadan genişlemenin yolunu bulduğu” inancı doruktayken patlak veriyor. Ve kriz ile birlikte % 99’luk kesimin koşulları çok daha berbat bir hal alıyor.

Sömürü, rekabet ve birikim

Kapitalizm, besin, barınma, giysi, enerji, ulaşım araçları, kendimizi hayatta tutmak için ihtiyaç duyduğumuz her şeyi satın almak zorunda olduğumuz, bir başka deyişle meta (ihtiyaca göre değil, satılmak için üretilen şeylerin) üretiminin evrenselleştiği bir sistem. İnsanların ihtiyacına göre bir kullanım değerine sahip olan şeyler, insan emeği ile birlikte alınıp satılır bir şeye dönüştüğünde bir meta haline geliyor. Ama kapitalizm sadece bir meta üretimi sistemi değil, kapitalistin, işçinin asgari geçimi için ürettiğinden fazlasına, artı değere el koyan sömürü sisteminin adı.

Artı değerin kaynağını işçinin emek-gücünün değeri (kendi geçimi için gerekli olan çalışma zamanı) ve harcanmış emeğinin yarattığı değer (şirket için çalıştığı zaman) arasındaki fark oluşturuyor. İşveren, bu artı değeri aldıktan sonra kâr olarak doğrudan elinde tutabilir, makine (tezgah) yatırımı için bankadan aldığı kredinin faizini ya da fabrikanın üzerinde kurulduğu arazi sahibine kira ödemekte kullanabilir. İşveren bu kârı yeni üretim araçları imal ederek (veya satın alarak), geçimlerini sürdürmek isteyen işçilere kendi şartlarını dayatmak için kullandığı anda bu yatırımı sermaye haline gelir. Sermaye ikiye ayrılır. İşçilere ödenen ücretler için yapılan harcama “değişken sermaye”dir, emek-gücünü kullanarak ve üretim sürecinde değeri genişleterek artı değer yaratan bu sermayedir. Diğer kısım, üretim araçlarına (fabrika binaları, makineler, enerji, hammadde, vb) yapılan harcamadır, bu da “değişmeyen sermaye”dir. Kâr oranı, artı değerin toplam yatırıma (değişken sermaye + değişmeyen sermaye) oranıdır.

Krizlerin kaçınılmazlığı

Mevcut emek sömürüsüyle büyüyebilen geçmiş emeğin bir ürünü olan sermaye, doğası gereği büyümek zorundadır. Aksi takdirde bu boşluk benzer alanda faaliyet gösteren başka bir sermaye tarafından doldurulacaktır. Şirketler diğer şirketlerle rekabet etmek, yani daha verimli teknikler geliştirmekte başı çekmek zorundadır, ancak bu sayede kendisinden daha ucuz mal üretip satan rakipleri tarafından piyasa dışına itilmekten kurtulabilir. Kapitalizmin dinamizmini sağlayan şey rekabettir. Diğer kapitalistin önüne geçme baskısı işletme ve makinelerin (tezgahların) sürekli yenilenmesine yol açar. Bu nedenle genel eğilim, ücretli emeğin kapitalist tarafından el konulmuş kısmından daha fazla ölçüde “yeni tekniklere” pay aktarma yönündedir.

Kapitalizm altında krizlerin kaçınılmaz olmasının çıkış noktası işte bu rekabetçi birikim eğilimidir. Kârlarını olabildiğince azamileştirmeye çalışan kapitalistler, bunu gerçekleştirebilmek için hem ücretleri aşağı çekmek, hem de eşzamanlı olarak kendi mallarının üretimini artırmak için çalışırlar. Üretimin artırılması zorunluluğu ham maddelere ve yeni tekniklerin uygulamaya sokulmasına olan talebin, dolayısıyla değişmeyen sermayenin maliyetinin artmasına yol açtığı için uzun vadede kâr oranları düşer. Kârlar düşerken bazı şirketler yatırımlarını durdurur. Bu durum başka şirketlerin önceden onlara arz ettiği mallara talebi düşürür. O zaman bu ikincil şirketler fiyatlarını düşürerek satışlarını sürdürmeye çalışırlarken, düşük fiyatlardan sattıkları mallardan edecekleri kârı koruma çabasıyla bir yandan işçi çıkarır, diğer yandan kârlı olmayacağı korkusuyla kendi yatırımlarını iptal ederler. Bu daralma dalgasıyla birlikte fiyatların genel değerin altına çekilmesi döngüsü bütün ekonomiyi sarar. Diğer taraftan ücretlerin azalması ise tüketimin üretimin altına inmesine ve ortalıkta satılamayan çok sayıda ürün olmasına yol açar.

Ekonomik büyüme dönemindeki yatırım çılgınlığı artan miktarda kredi kullanımına ve faizlerin yükselmesine yol açar. Yükselen faiz oranları tıpkı artan hammadde fiyatları ve para cinsinden ücretler gibi kâr payını düşürür. Sistemi genişlemeden krize çeken baskılara bu da eklenir.

Kapitalizmden kurtulmak mümkün

Kriz patladığında aralarında büyük şirketlerin de yer aldığı çok sayıda firma iflas eder, işsizler ordusuna bir anda milyonlarca kişi katılır. Ayakta kalan kapitalistler, önemli rakiplerinin bir kısmının devreden çıkmış olmasından memnundur, devasa işsiz ordusunu şantaj olarak kullanıp çalıştırdığı işçilerine sefalet ücretini dayatır ve bu yolla yeniden kâr oranlarını yükseltmeye çabalar. Ama kriz dönmelerinde iflas eden sadece şirketler değildir. Egemen sınıfın fikirleri de yerle bir olur, o zamana kadar sorgulanmadan kabul edilen düşüncelerin yerini radikal fikirler almaya başlar. Bu bakımdan krizler işçi sınıfına zincirlerinden kurtulma fırsatını da sunar. Ama bu fırsatı gerçeğe dönüşmesi için işçi sınıfı içinde krizden önce örgütlenmiş ve kök salmış bir araca, devrimci partiye ihtiyaç vardır.

Kemal Başak

(Sosyalist İşçi)



Bültene kayıt ol