20. yüzyılın bir tiranı: Stalin

24.12.2015 - 10:07

20. yüzyıl devrimlerin, karşı devrimlerin yüzyılıydı. Aynı zamanda milyonlarca insanın ölümüne yol açan savaşların, katliamların, büyük belaların yüzyılı oldu. Kuşkusuz bu belaların, katliamların önde gelen faillerinden biri de Stalin. Ancak, Stalin’i çağın tiranlarından ayıran özelliği gerçekleştirdiği tüm kötülükleri “sosyalizm” olarak adlandırmış olmasıydı.

Bu kadar büyük bir yalan, ancak büyük bir şiddet mekanizmasıyla sürdürülebilirdi. Stalin ve elindeki devlet aygıtı, bu konuda elinden geleni ardına koymadı. Bu aygıtın bir parçası olan parti ve onun uzantısı Komintern sayesinde şiddet mekanizması uluslararası boyutlarda işledi. Komintern ihanet şebekesine dönüştü ve bu şebekenin liderliğine bağlı komünist partiler büyük yalanın parçası hâline geldiler. Dünya işçi sınıfına ve ezilen halklara, Sovyetler Birliği’nde her şeyin yolunda gittiğini anlattılar.

Hitler’in iktidara gelmesinden bir yıl önce Rusya’ya giden, tutuklanarak yaşamının 20 yılını Gulag’da geçiren Alman sosyalisti Nathan Steinberger, Sovyetler Birliği’ne ilişkin yaratılan ilüzyonu şöyle betimliyordu: “Sovyetler Birliği’nde her şey Marksist bir izci kampıymış gibi görünebilir: sermaye kamulaştırılmış, muhalefet bastırılmış ve her şey sosyalizm olarak tanımlanmış. Ardından ‘faşizme karşı’ kazanılan zafer"…  

Oysa bütün bunlar birer saçmalık. Sosyalizm işçi sınıfının kendi eylemidir. İşçi sınıfı, kapitalist devleti yıkarak yerine kendi özyönetim örgütleri Sovyetler aracılığıyla devleti yönetir. Üstelik bu devlet, giderek işçilerin eylemiyle sönmeye mahkûmdur. Stalinist rejimde devlet, ordusuyla, bürokrasisiyle, gizli teşkilatıyla giderek güçlenen ve bütün toplumu izleyen, tüm muhalefet unsurlarını baskı altına almayı başaran bir aygıttı.

Ancak, “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” misali bütün bu anlatıların sonu geldi. Hakikat ortaya çıktı. Rusya ve Doğu Avrupa rejimleri kâğıttan kaleler gibi kısa bir zaman içinde yıkılıp gittiler. Üstelik ne Rusya’da ne de Doğu Avrupa’da işçiler çöküşün karşısında durdular.

Kolektifleştirme: Köylülüğün tasfiyesi

Rusya’da 1917’de işçi sınıfı İktidarı ele geçirdi. Sonrasında kurulan Sovyetler, devrimi boğmak üzere harekete geçen emperyalist devletlere ve karşı devrimci güçlere karşı kendisini savunmak zorunda kaldı. Devrim yenilmedi, ancak devrimi yapan işçi sınıfı dağıldı. 1923’te Alman devriminin yenilgisiyle birlikte devrim izole oldu. Bu koşullarda Stalin’in sağcı fikirleri etkili oldu.

Stalin, enternasyonalizmi bir kenara attı, tek ülkede sosyalizmi kurmanın mümkün olduğunu savundu. Rusya’nın 15-20 yıl içinde ileri sanayi ülkelerine yetişmesi gerektiğini açıkladı. İngiltere gibi 100-150 yılda gerçekleşen saniyeleşme süreci Rusya’da 10-15 yılda gerçekleştirdi. Rusya’da bunun bedelini bir kuşak ağır ödedi. “Kolektifleştirme” adı altında köylülük tasfiye edildi. Yaşanan tam bir katliamdı. Kolektifleştirmeye karşı çıkan herkes tutuklandı, kurşuna dizildi ya da çalışma kamplarına gönderildi. Bütün tahıl stokları köylülerin elinden alındı. Yüzbinlerce insanın ölümüne yol açan büyük bir kıtlık yaşandı.

İşçi sınıfının önderliği yok edildi

İkinci tasfiye dalgası ise şehirlerde yaşayan işçileri ve Ekim devriminin önderliğini hedef aldı. Düzmece mahkemelerle devrimde yer almış ve iç savaşta savaşmış devrimin önde gelen isimleri itibarsızlaştırıldı, işkencelerle kişiliksizleştirerek yok edildi. Aynı akıbete diğer ülkelerden, faşist terörden kaçıp Rusya’ya sığınmış komünistler de uğradı. İşçi sınıfının önderleri ya öldürüldü, ya da toplama kamplarına gönderilerek orada öldüler. Böylece köyden kente gelen yeni işçi kitleler, mücadele geleneğinden yoksun bırakılmış oldu. Aynı zamanda da terör dalgasıyla geniş yığınlar korkutuldu.

Tek adam yönetimi

Stalin Rusya’sında Sovyetler kuru bir kabuktan ibaretti. İşçiler fabrika yönetiminden uzaklaştırıldı. İşyerlerinde fabrika yönetimleri yerini tek adam yönetimine bıraktı. Yöneticilerin ortalama işçi maaşı alma ilkesi terk edildi. İşçilerin sendika, grev, toplu, sözleşme hakları gasbedildi. İşçilerin iş piyasasında serbestçe dolaşımı engellenerek, pasaport yasası çıkarıldı. Sovyetlerin ise içi boşaltıldı. Sovyetlerde seçenlerin seçilenleri geri çağırma hakkı ortadan kaldırıldı. Parti aygıtı, elinde bulundurduğu büyük bir bürokratik ağ ile devleti yönetiyordu. Bu devlet aygıtının başında Stalin tek başına tüm ulusu yönetiyordu. 1917 devriminin kazanımları ise geri alındı. Büyük Rus şovenizmi hortlatıldı. “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesi gasbedildi. Kadınların istihdamı azaltıldı. Kadınlar, çok çocuk yapmaya teşvik edildi. Eşcinsellerin yaşadığı özgürlükler kaldırıldı ve eşcinsellik tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak kabul edildi.

"Sosyalist anavatan" savunusu

Kuşkusuz, Stalin’in katliamları ve ihaneti sadece Rusya’da olup bitenlerle sınırlı değildi. “Tek ülkede sosyalizm” fikrini karşı devrimin temel ideolojisi hâline getiren Stalinistler, dünya sosyalist hareketinin önüne “sosyalist anavatanın savunusunu” koydular ve dünya devrimine ihanet ettiler. Çin’de, İspanya’da ve Fransa’da gelişen devrimci dalga, bizzat komünist partilerinin müdahaleleri sonucu yenilgiye uğradı. Almanya’da Stalinizmin hegemonyası altındaki Komünist Partisi, Nazilerin yükselişi karşısında işçi hareketinin en ileri unsurlarını yanlış yönlendirip, Hitler’in iktidara gelmesine yol açtı. Öte yandan Rusya, Polonya’yı birlikte işgal etmek konusunda Nazilerle anlaştı. İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminde de ABD başkanı Roosevelt ve İngiltere başbakanı Churchill ile Yalta'da buluşarak Avrupa’yı iki emperyalist güçle paylaştı. Doğu Avrupa Rusya'ya, Batı ise diğer ikisine düştü. Soğuk savaş dönemi boyunca da ABD dışındaki diğer emperyalist kutupta kalan devlet kapitalisti bu rejimler de sosyalist ilan edildi.

Sonun başlangıcı

Soğuk savaş dönemi olarak adlandırılan süreçte, Rusya iki kutuplu dünyanın ikinci büyük emperyalist gücüydü. Başta Doğu Avrupa olmak üzere pek çok ülkeye müdahalelerde bulundu. 1956'da önce Polonya'da, Macaristan’da ve Çekoslavakya’da ayaklanan işçiler ve askerler, Rus ordusu tarafından bastırıldı. Rus ordusu 1979’da Afganistan’ı işgal etti. 10 yıl süren işgalde 1,5 milyon insan hayatını kaybederken, milyonlarca Afgan mülteci kamplarına sığındı. Rusya, Afganistan’da yenildi. İşgalin maliyeti ve yenilgi, sonun başlangıcı oldu. 1980’de Polonya işçilerinin kurduğu Dayanışma hareketi, seçimleri kazanarak iktidar partisini hezimeti uğrattı. Ardından işçiler her yerde ayaklandı. Başta Rusya olmak üzere, Doğu Avrupa’da Stalinist rejimler yıkıldı.

Sosyalizmin itibarı

Kuşkusuz, Stalin’in yaptığı en büyük kötülük, sosyalizm fikrini itibarsızlaştırmak oldu. Bugün çok az insan Stalin’i sosyalist olarak görüyor. Kapitalistler için de Stalin ve fikirleri çok kullanışlı. Son 30 yıldır, her türlü özelleştirme hamlesi "sosyalist kalelerin yıkılması" olarak ilan edilirken, her türlü kamulaştırma da sosyalizmle ilişkilendiriliyor. Örneğin, Obama sağlıkta reform yaparken sosyalist olmakla suçlandı.  

Ne Stalin’in ne de öğretilerinin solla ya da sosyalizmle ilgisi var. Sosyalizmin kaybettiği itibarın telafisi, ancak bu gerçekliğin kabulüyle mümkün olacaktır. İşçi sınıfının uluslararası mücadelesi, sosyalizmin hak ettiği itibarına kavuşmasına sağlayacaktır. Stalin ve onun gibiler diktatörler mezarlığını boylarken, insanlığın geleceği sosyalizm olacaktır.

Çağla Oflas

(Sosyalist İşçi)



Bültene kayıt ol