Mücadele içerisinde neyi, nasıl tanımladığımız önemlidir. Çoğu zaman tanımlamalar kitabî tartışmalardan ibaret sanılır. Ancak işçi sınıfı mücadelesinin tarihinde, faşizmi yanlış tanımlamanın, yanlış bir faşizm analizine sahip olmanın bedelinin ne kadar ağır olduğuna dair örnekler mevcut.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Nazileri iktidara getiren veya İspanya’da General Franco’nun zafer kazanmasını sağlayan süreçler Stalinist soldaki hatalı faşizm analizlerinin ürünleri oldu. Kısaca faşizmin ne olduğunu doğru kavramak, ona karşı doğru bir mücadeleyi inşa edebilmek için önemli. Faşizmi yenmek için onun ne olduğu konusunda net olmalıyız.
Her yer faşist, her şey faşizm mi?
Ne yazık ki Türkiye’de faşizm konusunda yaygın bir kafa karışıklığı var. Bazı sosyalist çevrelere göre devlet zaten faşist, 12 Eylül döneminde faşizm yaşandı ve AKP de faşist bir parti. Üstelik ‘biz zaten AKP’ye propaganda olarak faşist diyoruz’ diyenler bile var. Seçimlerin ardından mücadeleyi ve mücadelenin güçlü yanlarını görmeyen karamsarların, karamsarlıklarını politize etmeye çalışmalarının bir ürünü olarak yeniden ‘faşizm ilanı’ modası nüksetti. Ancak faşizm birkaç yılda bir kurulup sonra giden bir rejim olmadığı gibi, her devlet baskısını ve otoriterizmi açıklamamızı sağlayan bir maymuncuk da değil. Özgürlüklere ve demokratik haklara yönelik her saldırıya faşist demenin en büyük yanlışı, gerçek faşist tehlikeyi küçümsemeye, görmezlikten gelmeye neden olması. Gerçek faşist tehlikeyi görmek isteyenler MHP’yi ve Ülkü Ocaklarını aklından çıkarmasın.
Faşizm konusunda yaygın olan hatalı görüşler sınıfsal analizden yoksun, işçi sınıfı ve sermaye arasındaki mevcut ilişkileri açıklamaktan uzak, dolayısıyla da bu ilişkiden bağımsız bir siyasi mücadele alanı olduğunu varsayan görüşler. Oysa sınıf içeriği olmayan analizler dünyayı açıklamaya yetmiyor. Faşizm protesto hakkının engellenmesi, polis şiddeti, demokratik hakların kısıtlanması gibi otoriter eğilimlerden ibaret değildir. Bu sayılanlar dünya üzerindeki her devletin sermayenin çıkarlarını korumak uğruna, mücadeleye karşı kullandığı yöntemlerdir. Devlet şiddeti yaşadığımız kapitalist sisteme içkindir.
Faşizmin ayırt edici özelliklerinden biri kitle hareketi olmasıdır. İşçi sınıfının yıllara dayalı mücadelesinin kazanımı olan kurumları, örgütlülüğü dağıtmaya, parçalamaya yönelik mobilize olan, işçi sınıfını sindirmeye çalışan ve bunu başararak yükselen bir kitle hareketidir. Bugün bir kısmının 7 Haziran’da HDP’ye oy verdiği AKP seçmenini faşizmin kitle tabanı olarak tarif edenler, teoriyi eğip bükmekle kalmıyor, işçi sınıfının sindirilmiş olmadığını görmezden geliyor. Faşizmin zaferi işçi sınıfının mutlak bir yenilgisiyle mümkün. Böylesi bir tarihsel yenilgi döneminde değiliz.
Faşizm ve sermaye
Faşizm tarihte hiçbir zaman sadece seçim yoluyla bir ülkede iktidarı almadı. Faşist partilere güç veren şey kriz içindeki egemen sınıflar olmuştur. Faşizmin yükselişi genel olarak kapitalizmin şiddetli bir bunalımının, artık değerin üretilme ve gerçekleşme koşullarında bir krizin ifadesidir. Faşist bir rejimin kurulması böyle bir buhran koşullarında, aşağıdan kitle terörü yoluyla, işçilerin siyasal ve sosyal gücünün kırılması anlamını taşır. Böylece artık değerin üretilme ve gerçekleşme koşullarında sermayenin çıkarlarından yana radikal bir dönüşüm baskı ve şiddet aracılığıyla sağlanmış olur. Faşizmin sınıfsal işlevi budur.
Sermaye lehine bu sınıfsal işlev, faşistlerin sermaye sınıfı dışında insanlar arasında destek görmediği anlamına gelmiyor. Faşist hareketlerin tabanı, kriz dönemlerinde kolektif mücadele yeteneğine sahip işçi sınıfı gibi daha geniş bir toplumsal gücün parçası olmayan kesimlerden oluşur. Faşizm siyasal alana sermayenin çıkarları lehine şiddetli bir müdahale anlamına gelse de diğer yandan özellikle kapitalist kriz koşullarında küçük burjuva ya da kısmen de olsa proleter kitlelerin tepki ve öfkelerini yansıtan bir kitle hareketidir. Bu anlamda faşizm doğuşundan itibaren içsel bir gerilimle damgalanmış bir siyasal akımdır. Bu gerilim, onu sermaye açısından hayli riskli bir seçenek haline getirir. Geleneksel devlet mekanizmalarının sınırlarını aşan faşist kitle terörü, sermaye düzeninin devam ve istikrarı açısından kontrolsüz bir duruma yol açabilir. Tam da bu ihtimal nedeniyle faşizm, hâkim sınıf için ciddi bir kumardır. Sermaye ancak egemenliğinin ciddi bir tehdit altında olduğu çok özel koşullarda bu kumarı oynamaya cüret edebilir. Bugün Türkiye sermaye sınıfının bu kumarı oynamaya cesaret etmesini gerektirecek bir ‘tehlike’ altında olduğunu söylemek pek mümkün değil.
AKP neoliberal ve otoriter bir iktidar. Patronların çıkarlarını kollayan, demokratik kazanımları gasp etmeye çalışan ve bugün devletin Kürt halkına yönelik savaş politikalarına liderlik eden bir parti. Milliyetçiliği kışkırtan ve 1 Kasım’da MHP’nin tabanından da oy almış olan bir parti. HDP’den geri giden oylar AKP’yi Kürt halkının partisi yapmadığı gibi, MHP’den gidenler de faşist parti yapmadı. 13 yıllık iktidarın getirdiği gücün araladığı rant ve ikbal kapısı, özellikle Anadolu illerinde AKP’nin ülkücülerden veya alperenlerden de kadro devşirmesini sağlıyor. Türkiye sağının kendi içindeki rekabette geçmişte de benzer deneyimler mevcut. Osmanlı Ocakları çok açık ki bu rekabetin bir ürünü olarak kurulmuş. Osmanlı Ocakları ülkücülerin 60’lı yıllardan bu yana kemikleştirdiği paramiliter örgütlenme modelini devralmaktan ziyade, eğreti bir Osmanlı anlatısıyla, yönetici tabakaya yakın olarak bolca kaymak yenilebileceği vaadiyle bu rekabete katılıyor. Osmanlı Ocakları’nın sağdaki gençlik tabanını nasıl bir motivasyonla örgütlemeye çalıştığını izlemeye devam etmek gerekir.
Demokratik haklarımıza yönelik her saldırıya ve savaşa karşı mücadele etmek zorundayız. Ancak kazanmamız için gerçekliği bulandıran karamsarlığa karşı, teorik netlik çok önemli. AKP’yi yenmek, ona oy veren işçi sınıfını özgürlüklerden, barıştan, demokrasiden yana olan antikapitalist bir mücadeleye kazanarak mümkün.
Meltem Oral
(Sosyalist İşçi)