Sağdan sola Türk milliyetçileri, 18 Mart'ta bir kez daha "Çanakkale zaferi" adı altında Türk milletinin emperyalizme karşı şanlı direnişini kutluyor. Bu "zafer", mazlum halkların hanesine yazılmak isteniyor.
Oysa 1. Dünya Savaşı emperyalistlerle mazlum halklar arasında değil, bir emperyalist blok ile bir diğeri arasında gerçekleşti. Cepheye sürülüp ölüme gönderilenler ise her yerde yoksul emekçilerdi. İki farklı bloğun çıkar çatışması sebebiyle yaşanan emperyalist paylaşım savaşında, egemenlerin çıkarları adına milyonlarca işçi hayatını kaybetti.
Bu savaş sosyalistler arasında çok önemli tartışmalara sebep oldu. Kendi hükümetlerinin çıkarları lehine savaşı destekleyenler sosyal şovenizme kaydı, bu gelenek bugün sosyal demokrasi diye bildiğimiz reformist akımın temellerini oluşturdu. O dönemin devrimcileri ise, farklı uluslardan işçilerin, egemen sınıfların çıkarları lehine karşı karşıya getirilmesine savaş açtılar. Bolşevik Parti liderlerinden Lenin, bu savaşa karşı tutumunu şöyle anlatıyordu:
"Günümüz sosyalizmi, ancak savaşan emperyalist burjuvazilerden biri veya diğerinin yanında yer almayıp bunlardan her ikisini de 'birbirinden kötü' sayarsa ve her ülkede o ülkenin emperyalist burjuvazisinin yenilgisini arzularsa, kendi ismine layık kalacaktır. Bunun dışında kalan herhangi bir diğer tutum, aslında gerçek enternasyonalizmle hiçbir ortak yönü bulunmayan milliyetçiliberal bir tutum olacaktır."
"Gerici bir savaşta, devrimci bir sınıf kendi hükümetinin yenilgisini arzulamaktan başka bir tutum takınamaz ve hükümetinin askeri açıdan gerilemesinin onun yıkılmasını kolaylaştırıcı bir gelişme olduğu gerçeğini görmezlikten gelemez. Savaşa katılmış tüm ülkelerin sosyalistleri 'kendi' hükümetlerinin yenilgiye uğramasını arzuladıklarını ifade etmelidirler."
"Hükümetin emperyalist savaşa giriştiği her ülkede, devrimci propagandanın ülkenin yenilgiye uğraması olasılığını artırmasına bakıp hükümete karşı verilen mücadeleyi duraksatmamak gerekir. Hükümet ordusunun yenilgiye uğraması o hükümeti zayıflatır, onun baskı altında tuttuğu ulusal azınlıkların kurtuluşu için olanaklar yaratır ve egemen sınıflara karşı iç savaşa girişmeyi kolaylaştırır."
Osmanlı İmparatorluğu da 1. Dünya Savaşı'ndaki emperyalist bölüşüm planlarının bir parçasıydı. Bu gerekçelerle savaşa dahil oldu, İngiliz donanmasından kaçan Alman savaş gemilerini sahiplendi. Bu savaş gemilerinin Rus limanlarını bombardımana tutmasıyla Osmanlı savaşın bir tarafı oldu. Parçası olduğu emperyalist ittifak yenildi. Çanakkale savaşına giden süreç de böyle başladı. Meselenin "emperyalizme direniş" ile bir ilgisi yoktu.
Üstelik şanlı bir destana dönüştürülmeye çalışılan savaşta, resmi kayıtlara göre ölen askerlerin sayısından daha fazla asker kaçağı vardı. Halk "emperyalizme karşı direniş" sergilemiyor, Osmanlı devletinin çıkarları doğrultusunda zorla savaşmaya gönderiliyordu.
Dolayısıyla bugün 18 Mart ile ilgili laf etmek için milliyetçilerin, ulusalcıların veya yurtseverlerin bu yöndeki yalanlarını teşhir etmek; meseleyi "emperyalizme karşı milli kurtuluş mücadelesi" yalanından çıkarıp, tüm ülkelerden işçilerin ölüme yollandığı tabloyu netçe gözler önüne sermek gerekiyor.
Ozan Tekin