Reform mu, devrim mi?

26.12.2014 - 21:43

Rosa Luxemburg 1900 yılında yazdığı broşürün başlığında bugün hâlen devam etmekte olan bir tartışmayı en basit şekliyle ifade etmişti: Reform mu, Devrim mi?

Luxemburg'un bu metni yazmasının üzerinden 100 yılı aşkın bir zaman geçmiş olsa da tartışma hâlen güncel. 2008'den bu yana kapitalizmin krizinin açığa çıktığı bir atmosferde yaşıyoruz, ardı ardına pek çok toplumsal kalkışma gerçekleşiyor: Arap Baharı, İspanya'daki Öfkeliler, Wall Street İşgali, Brezilya'daki hareket, Yunanistan'da arka arkaya gelen genel grevler, Ukrayna, Latin Amerika deneyimleri, Gezi Parkı gibi hareketler içinde reform mu, devrim mi tartışması çoğu zaman bu şekilde ifade edilmese de alttan alta devam ediyor. Daha doğrusu bu hareketlere ilişkin politik konumlanışların çoğu aslında bu soruya verilen cevap üzerinden şekilleniyor. Sadece sokağa çıkma anları değil, bu hareketlerin akacakları politik kanalı yaratmak isteyenler açısından da bu soru temel bir tartışma olarak karşımıza çıkıyor. Çeşitli ülkelerde kurulan yeni sol partiler hem kendi içlerinde, hem de dışlarında kalan solla çeşitli yönleriyle bu sorunu tartışıyorlar.

İki yanlış bakış

Bu konuda hem dünyada hem de Türkiye'de sol hareketler içinde temel olarak iki yanlış bakıştan söz etmek mümkün. Bunlardan ilki işçi hareketi içinde köklü bir geçmişe sahip olan reformist bakış açısı. Bu bakış açısı toplumsal bir devrimin gerçekleşmesini mümkün görmüyor, en klasik hâliyle işçi sınıfını daha iyi hâle getirebilecek reformlar yoluyla kapitalizmi tasfiye etmeyi, daha yaygın versiyonunda ise kapitalizmi "insancıl" hâle getirecek reformları hayata geçirmeyi savunuyor. İkinci yanlış anlayış ise reformlar için verilen mücadeleyi bütünüyle önemsizleştiren ultra-solcu tavır. Bu yaklaşım, işçilerin ve ezilenlerin siyasal veya ekonomik her tür reform talebini devrimden bir sapma olarak görüyor, dolayısıyla ne sendikaların zam, güvence gibi taleplerini önemsiyor ne de kapitalizm altında siyasal özgürlüklerin genişlemesi yönündeki talepleri ciddiye alıyor.

Bu iki anlayış da aslında ortak bir tutumdan besleniyor: kitlelerin kendi eylemine güvenmemek, işçi sınıfının eylemi yerine kendi eylemini ikame etmek veya Lenin'in sözleriyle "kitlelere kendi doktrinerliğini dayatmak". Reformistler, işçi sınıfı "adına" ve onların yerine parlamentoda çeşitli iyileştirmeler yapabileceklerini savunuyorlar, dolayısıyla işçi sınıfını kendilerine oy vermeye çağırıyor, eylemlerinin sistem sınırları dışına çıkmasına karşı çıkıyorlar. Ultra-solcular ise işçi sınıfının gündelik hayatını düzeltmek için verdiği mücadeleyi –ki bu aslında sınıf mücadelesinin temelidir- önemsiz görüyor ve kararlı bir grup devrimcinin eylemini sınıfın kendi eyleminden daha önemli görüyorlar.

Marx, Engels, Lenin, Troçki, Luxemburg, Gramsci gibi devrimci sosyalistlerin geleneğine yaslanan DSİP, dünyanın reformlar yoluyla değişemeyeceğini, kapitalizmin ancak bir toplumsal devrim sonucu bütünüyle yerinden edilebileceğini savunuyor. Çünkü sosyalizm ancak işçi sınıfının kendi eseri olabilir, yüzyıllarca zihinlerde yer etmiş egemen fikirler mücadele içinde yerini devrimci fikirlere bırakmadan başka bir dünya inşa edilemez.

Bunu savunmak ise reformlar için mücadele etmemek anlamına gelmiyor. Tersine sosyalistler açısından devrimci bir mücadelenin en temel ayaklarından biri reformlar için verilen mücadelenin en kararlı savunucuları olmalıdır.

Sosyalist harekette reform tartışması

Reformizm, sosyalist hareket içinde temel olarak 1900'lerin başlarında II. Enternasyonal içinde başgöstermişti. Avrupa'nın en büyük sosyalist partisi olan Sosyal Demokrat Parti (SPD)'nin teorisyenlerinden biri olan Eduard Bernstein, kapitalizmin krizinin bir işçi devrimine yol açacağı fikrine meydan okudu. Bernstein'a göre ekonominin büyümesiyle işçiler giderek orta sınıf hâline gelmekteydi, odaklanılması gereken o anda kazanılacak reformlar olmalıydı, devrim artık mümkün değildi. Parti içindeki tartışmaya Rosa Luxemburg da katıldı ve kapitalizmin uzun süre istikrarlı bir büyüme yaşayamayacağını gösterdi. Luxemburg, kapitalizmin krizlere mahkûm olduğunu ve krizin savaşlarla aşılmaya çalışılacağını öngörmüştü. Burjuvazi egemen sınıf olarak kaldığı sürece ne kadar reform yapılırsa yapılsın sosyalizmden bahsetmek mümkün değildi. Tarih Luxemburg'u haklı çıkardı. Kısa bir süre sonra I. Dünya Savaşı başladı, iyiden iyiye reformist bir hattı benimsemiş olan SPD savaşta kendi devletinin ve egemen sınıfının yanında tutum aldı. Luxemburg ve Lenin gibi enternasyonalist devrimciler II. Enternasyonal'den koptular. 1917'de işçiler Rusya'da iktidarı ele geçirmeyi başardı. Bunu Avrupa genelinde bir devrimler dalgası izledi ancak reformizmin çok güçlü olduğu Avrupa'da devrim dalgası yenilgiyle sonuçlandı, bunun ardından ise Almanya ve İtalya'da faşizm iktidara geldi, ikinci bir kanlı savaş dalgası ile kapitalizm kendini restore etmeyi başardı. Kapitalizmin krizlere mahkûm olduğu ve reforme edilemeyeceği açığa çıktığı gibi, reformizmin işçi sınıfı açısından yarattığı bedel çok ağır oldu.

Reformlar için antikapitalist mücadele

Reformlar için verilen mücadele sosyalizm açısından yeterli değildir ancak reform mücadelesi olmadan sosyalizm için verilen bir mücadeleden bahsetmek de mümkün değildir. İşçi sınıfı reformlar için mücadele ederken başka bir dünyanın nüvelerini inşa etmeye başlar. Ancak sınıfın mücadelesi kapitalizmin kendisiyle bir hesaplaşmaya dönüşmediği, kapitalist devlet mekanizmasını dağıtmaya yönelmediği sürece elde edilen kazanımlar her zaman kaybedilebilir.

Örneğin Mısır'da 2011 yılındaki işçi grevleri Mübarek'in devrilmesinde önemli bir rol oynadı. Ardından iktidara Müslüman Kardeşler kaldı, gerek MK gerek liberaller ve solun çeşitli kesimleri ayaklanmanın sistem sınırları içinde kalmasını savunuyorlardı. Mevcut devlet mekanizmasıyla hesaplaşılmamasının sonucunda kitlelerin MK'ye gösterdiği tepki ordunun iktidara el koymasıyla sonuçlandı. Bugün liberaller ve reformistler darbeden yana tutum alırken, MK üyeleri idam cezalarıyla karşı karşıya, işçilerin ise grev ve gösteri hakları yasaklanıyor.

DSİP'te örgütlü kadrolar uzun bir zamandır kitlesel antikapitalist yeni bir sol partinin gerekliliğini savunuyorlar. Bu parti reform mücadelesinin en kararlı savunucusu olmak ama aynı zamanda kapitalizmi bir bütün olarak yerinden edecek antikapitalist bir hattı inşa etmek zorunda.

Can Irmak Özinanır

(Sosyalist İşçi)



Bültene kayıt ol