Karl Marks neden vurguyu işçi sınıfına yapmıştır? Bunun nedeni işçilerin sayısının çok olması mıydı? Marks, Komünist Manifesto'yu yazarken sadece iki ülke sanayi devrimini tamamlamıştı: İngiltere ve Belçika.
Uluslararası düzeyde işçi sınıfı minicikti. Bugün sadece Güney Kore'deki işçi sayısı Marks'ın zamanında tüm dünyada varolan işçi sayısından daha fazla. Bugün bile işçi sınıfı insanlığın çoğunluğunu oluşturmuyor. Dünya nüfusunun çoğunluğu köylüler.
Marks işçi sınıfını seçti, çünkü işçi sınıfı tarihin öznesidir; çünkü kolektif bir pozisyondadır. İnsanlardan oluşan bir topluluk değil, insanların oluşturduğu bir kolektiftir. Bu ikisi arasında çok büyük fark var.
Rusya'da, örneğin 1917 öncesi en fazla acı çeken insanlar işçiler değildi. Petrograd'daki Putilov silah fabrikasında çalışan 40.000 işçi en yüksek ücreti alıyorlardı, ancak Bolşevizmin kalesini oluşturdular. İşçiler köylülerden daha kültürlüydüler. İşçilerin neredeyse % 80'i okuma yazma biliyordu.
Öyleyse asıl olan çekilen acının derecesi veya mahrumiyet değil, işçi sınıfının bir kolektif olmasıydı.
İşte bu nedenle Marks, işçi sınıfından kolektif bir sınıf, evrensel bir sınıf olarak bahsediyordu. Kendisini özgürleştirirken insanlığı da özgürleştiren bir sınıf. Çünkü kapitalizmin zincirleri üretildiği yerde kırılmak zorundadır.
Ezilenlere baktığımızda bir problem görüyoruz. Dünyada işçilerden çok daha fazla ezilen insan var. Milyonlarca ezilen kadın ve eşcinsel, çok fazla sayıda ezilen siyah ve Asyalı, ezilen milyonlarca Yahudi var. Sayılar tam anlamıyla kocaman.
Onlar kolektif mi? Hayır. Ezilenler otomatik olarak güçlerini birleştirmezler. Ezilenlerin gökkuşağı ittifakı beş dakikalık mücadele testi karşısında çözülür.
Eşcinsel olmanız otomatik olarak siyahları destekleyeceğiniz, siyahsanız otomatik olarak eşcinselleri destekleyeceğiniz ya da eşcinselseniz otomatik olarak Yahudileri destekleyeceğiniz anlamına gelmiyor.
Bu konuda kimsenin herhangi bir şüphesi varsa, gerçeklere şöyle bir bakalım. Örneğin Nazi Almanyası'nda Yahudiler sadece heteroseksüeller tarafından saldırıya uğramadılar. En belalı anti- Semitistler arasında Nazi gayler (erkek eşcinseller) vardı.
Neden? Çünkü, Nazi şartlarına göre eşcinselseniz aşağısınız. Ama üzerinizde deri bir ceket, deri botlar ve bir Nazi arması (swastika) varsa bir Yahudi'ye veya bir kadına göre kendini hiç de aşağı hissetmezsin, hatta üstün hissedersin.
Yine kadınlar ve siyahlar arasındaki ilişki konusunda bir şüpheniz varsa bir otobüs kuyruğunda durun. Eğer otobüs 40 dakika geç geldiyse, biletçi de bir siyahsa o kadınların ağzından çok çirkin ırkçı yorumlar duyacaksınız.
Çünkü birey olarak o kadınlar çok acı çekiyor. Çok katlı apartmanlarda oturuyorlar, belki yeterince paraları yok, belki bebek sabaha kadar uyutmamış, belki de uyku ilacı almalarına rağmen uyuyamamışlar, bu nedenle de hırslarını siyah biletçiden çıkartıyorlar.
Bazıları bu duruma inanamıyor. Şöyle diyorlar: "O kadın eziliyor, o siyah adam da eziliyor öyleyse güçlerini birleştirirler." Hiç de böyle değil. Güçlerin birleşmesinde hiçbir şey otomatik değil.
Aynı şekilde ezilenlerin bile güçlerini birleştireceği doğru değil. Eğer doğru olsaydı Marks, "Tüm dünyanın işçileri birleşin!" diye yazmazdı. "Tüm dünyanın ezilenleri birleşin!" diye yazardı.
O işçi sınıfı için hiçbir zaman "ezilenler" sözcüğünü kullanmadı. Çünkü ezilen farklı grupların bir araya gelmediğini ve aynı ezilen grup içinde de birlik oluşturmadıklarını biliyordu.
Kadınlar binlerce yıldır eziliyorlar. Ama kadınlar arasında ortak bir bağ olduğunu düşünüyorsanız rüya görüyorsunuz. Kölelik tarihi gösteriyor ki kadınlar da köle sahibidir ve kadın kölelere işkence ederler.
Tarih kadınların farklı sınıflara ait olmaları nedeniyle sürekli bölündüklerini gösteriyor. Paris Komünü'ne bakın. Komünarlar müthiş savaşçılardı. Times'ın Paris muhabiri Komün hakkında "eğer Paris sadece kadınlardan oluşsaydı, kazanırlardı" diye yazıyordu. Bu bir abartma ama kadın komünarların mücadelesi hayranlık uyandırıcıydı. Çok görkemliydiler.
Zengin kadınlar ise zafer kazanan Versaille ordularının kente girişini kadın Komünarların gözlerine şemsiyelerinin uçlarını sokarak kutladılar.
Ezilenler öylece bir araya gelmezler, çünkü ezilenlerin kendileri farklı sınıflara ayrılmışlardır. Kapitalist kadınlar kapitalist erkeklerle eşit değiller, bu doğru. İngiltere'de kadınlar nüfusun % 40'ından fazlasını oluşturmalarına rağmen İngiliz şirket hisselerinin sadece % 40'ına sahipler.
Ancak hisse sahibi erkeklerle kadınlar arasındaki mesafe, hisse sahibi kadınlar ile hiçbir şeyi olmayan milyonlarca kadın arasındaki mesafeyle hiçbir şekilde karşılaştırılabilir durumda değil.
Mücadelede anahtar unsur güç sorunudur. Bilinç, insanlar arkalarına yaslanıp "bilincimizi nasıl değiştirebiliriz?" diye düşündüğü için yükselmiyor. İnsanlar güvenli hissettikleri için, kendilerini mücadeleye uygun hissettikleri için değişirler. İşte böyle bilinç değişir.
1917 öncesi Rusya'da Yahudilere karşı korkunç bir baskı vardı. 1881'de yüzlerce şehir ve köyde Yahudilere karşı bir katliam yaşandı. Yahudilerin Petrograd ve Moskova'da yaşamalarına izin verilmiyordu.
1917'de tüm bunlar değişti. Petrograd Sovyeti'nin başkanı, Troçki, bir Yahudi'ydi. Moskova Sovyeti'nin başkanı, Kamanev, bir Yahudi'ydi. Sovyet Cumhuriyeti'nin başkanı, Sverdlov, bir Yahudi'ydi.
Troçki Kızıl Ordu'nun başına geçtiğinde Petrograd Sovyeti'nin başkanlığını bir başka Yahudi Zinoviev'e devretti.
Onları seçen milyonlarca insan Yahudi katliamlarının bir parçası olan insanların oğulları ve kızlarıydılar. Komünist Manifesto okuyarak fikirlerini değiştirmediler. Mücadele sırasında kendileriyle öylesine gurur duydular ki artık başkalarını günah keçisi yapmaya ihtiyaçları kalmadı. Öylesi koşullarda Troçki'yi seçmek çok doğaldı.
Güç anahtardır. Güven hissi anahtardır. Lord Acton, "Güç yozlaştırır ve mutlak güç tam anlamıyla yozlaştırır"diyor, bu söz şöyle olmalıydı: "Güç yozlaştırır ve güçsüzlük tam anlamıyla yozlaştırır."
Boyun eğmekten daha kötüsü yoktur. Bir mücadeleden daha iyisi, bir savaşım vermekten daha iyisi yoktur. Bir savaşım güven kazandırır. Kötü olan şu ki, ezilenler bir bireyler toplamı olduğu müddetçe güç hissine sahip olamazlar. Bu nedenle entelektüel ve duygusal olarak büyüyemezler.
Rus Devrimi'nin en büyük başarısı, kitlesel grevler hatta sovyetler değildi. En büyük ve en muhteşem kazanım, Rus işçilerinin ruhsal gelişimiydi. Güçsüzlük böylesi bir gelişime olanak vermez.
İki örnek bunu gösteriyor. Moskova'da Okhrana'nın başı (Çar'ın gizli polisi) olan Sregei Zubatov çarı desteklemek için sendika örgütlemeye karar verdi. Zubatov çok akıllı bir adamdı. Bu sendikaları örgütlemek için Yahudi işçileri seçti.
Yahudi işçilerin Ruslardan farklı olduğunu tartışıyordu. Rus işçileri anti-Semitiktiler. (Yahudi karşıtı) Yahudi işçiler yalnız örgütlenmek zorundaydılar.
Yahudi işçiler bu çağrıya olumlu yanıt verdi çünkü Rus işçilerine güvenmiyorlardı. Ancak yalnız ayakta kalabilecek kadar da güçlü değillerdi. Tek başlarına hem Rus işçilerine hem de Çarlık rejimine karşı mücadele edemedikleri için bu durum rejimle işbirliği yapmalarıyla sonuçlandı.
Rus tarafında işbirlikçilerin lideri o dönemde İçişleri Bakanlığı yapan Plevhe isimli bir adamdı. 1881'de Yahudilere karşı katliamları örgütlerken de aynı makamdaydı.
Yahudilerin hepsi katliamlar sırasında korkunç acılar çektikleri için çarlık karşıtı olmadı. Tam tersine, güçsüzlükleri nedeniyle bazıları Çar'la işbirliği yaptı.
Bir başka örnek de 1960'larda ABD'deki Kara Panterlerdir. Ancak basit bir problemleri vardı. Siyah insanlar ABD nüfusunun yaklaşık %10'unu oluşturuyor. Amerikan kapitalizmini nüfusun yüzde onu ile yıkman mümkün değil.
Kara Panterler müthiş yürekli savaşçılardı. Birçoğu öldürüldü, devlet tarafından katledildiler. Hayatta kalanlar güçsüzlükleri nedeniyle sisteme eklemlendiler.
Bunun etkileri bugün de görülebilir. Yaklaşık 200 şehrin Belediye Başkanı siyah. Eğer Starsky ve Hutch gibi programları izleseniz bile polis şefi rolünün bir siyah tarafından oynandığını görürsünüz. Beyazlar bir kısım siyahlara bazı tavizler verdi. Ancak büyük siyah çoğunluk için bunun hiçbir anlamı yoktu.
Bugünün en üzücü resimlerinden birini bir zamanlar kendisini Marksist olarak gören Panterler'in teorisyeni Eldridge Cleaver oluşturuyor. Londra'da televizyona çıktığında bir soruyu yanıtlarken, eşi ona bir çocuk sunduğunda tanrının varlığını anladığını ve Marksist olmaktan vazgeçtiğini açıklıyordu. Neden Leninist olmaktan vazgeçtiğine dair bir soruya ise şöyle cevap veriyordu: "Bir gün bulutlara baktım ve Lenin'in görüntüsünü gördüm, sonra bulut dağıldı ve ben Leninizm'in gelip geçici bir şey olduğunu anladım."
Bu durumun asıl açıklaması tabii ki güçsüzlüktü. Statükoya adapte olursun. Gücü olmayan her hareketin başına aynı şey geldi.
Sosyalistler için anahtar problem çok basit: Ezilenler ancak işçi sınıfının anahtar gücü ile birleştiğinde güç sahibi olabilirler. Marks, toplumların tarihinin sınıflar mücadelesi tarihi olduğunu söyler. Burada ifade ettiği şey, bir stratejik pozisyonun varlığıdır ve her şey bu stratejik pozisyon tarafından belirlenir. İngiltere'de kadınlar arasındaki en büyük güven, işçi sınıfının hareketinin yüksek olduğu dönemde yaşandı. 1968'den 1974'e kadar olan süreç müthişti. 68'de Ford'da çalışan kadın işçiler greve çıktı ve bütün Dagenham fabrikasında üretimi durdurdular.
1969'da çoğunluğu kadınlardan oluşan öğretmenlerin grevleri yaşandı. Hemşirelerin ilk grevi, büyük bir ulusal grevdi.
Kadınlar o zaman çok müthiş gelişmeler kaydetti. Aynı zamanda erkekler de gelişti. 1972'de liman işçileri grevi ve 72 ile 74 arası madenciler grevi yaşanıyordu.
Kadınlar ve erkekler büyük bir ordu gibi birlikte yürüyorlardı. Ordu yenilmeye başlayınca herkes yenildi. Dahası, kadınlar erkeklerden daha hızlı geri çekildiler. Çünkü daha az güçleri olduğu için yalnız ayakta kalamadılar. Savaş, sadece bir kesim tarafından yürütülemez. Hepimizin bir bütünün parçası olduğumuzu anlamamız gerekiyor. Sosyalistler insanlar farklı olduğu için ayrı olmaları gerektiği fikrini reddetmeliler.
Marksizm, Etiyopya'da açlıktan ölen bir insanla, İngiltere'de yaşlı bir emeklinin, yine İngiltere'de bir işsizin arasında farklılık olduğu basit gerçeğini kabul etmeyi başlangıç noktası olarak kabul eder.
Eğer bir reformistsen, Etiyopya halkı için bir çözüm, yaşlı bir emekli için başka bir çözüm ve işsiz içinse ayrı bir çözüm olduğunu düşünürsün.
Ancak işsizliğin, yaşlı insanın soğuktan donmasının, Etiyopya'daki açlığın nedeni kapitalizmdir. Oysa işsizliğin nedeni bellidir: Kapitalizm! Yaşlı adamın bunamasının nedeni de kapitalizmdir,
Hepimiz aynı gemide olduğumuz için (her ne kadar gemideki oturduğumuz bölge ve koşullar farklı olsa da) ayrı çözümlere sahip değiliz.
Roma'ya yüzlerce yol gider, fakat sadece bir Roma vardır. İnsanların sosyalist olmaları için yüzlerce neden vardır, ancak bir sosyalizm vardır. Bu nedenle ayrılık fikri yıkıcıdır.
Ayrılığın temelleri çok basittir. Birbirimiz arasında çıkar çatışmaları olduğu fikri üzerine yükselir. Yüzeysel bakınca bu çok doğru görünüyor. 30'larda babam bana "Almanlar ve Yahudiler arasında bir çıkar çatışması var ve ben bu nedenle Siyonistim" demişti.
Yüzeysel bakınca haklıydı. Almanlar Yahudileri öldürdü. Almanlar Yahudileri öldürmedi. Bir çıkar çatışması vardı. Almanların çoğunluğu, çıkar çatışması olduğuna inandılar çünkü toplumdaki egemen fikirler, yönetici sınıfın fikirleridir.
Yahudilerin çoğunluğu bir çıkar çatışması olduğuna inanıyor. Çünkü, eğer Almanlar tarafından öldürülüyorsanız, onlar sizin düşmanınızdır. Bu çok açık. Böyle bakınca, Siyonizm, doğal bir olgu. Rusya'daki bağımsız Yahudi sosyalist örgüt, BUND, Ruslardan nefret etmediklerini, fakat Rusların kendilerini anlamadıklarını söylerdi. Lenin'in bunun yanıtını verdi: "Eğer Rus işçiler size katılmazsa, sosyalizm diye bir umut yoktur."
1903'te BUND, Yahudi işçiler için otonomi fikrini öne sürdüğünde Lenin, anti-Semitizm suçlaması ile karşı karşıya kalacağını bilmesine rağmen, otonomiye karşı lider devrimcilerden olan 10 Yahudi'nin otonomiye karşı bir deklarasyon yayınlamasını sağladı.
BUND, nereye gideceği belli olmayan bir gemideki Siyonistlere benziyordu. Siyonizmin, Yahudiler ve yerliler arasında bir çıkar çatışması olduğu tezini kabul ettiler. Yüzeysel bakınca doğru görünüyor. Bir kadın, gece yarısı 2'de kalkıp çocuğu besliyorsa, erkeğin bundan çıkarı olduğu açık değil mi? Kahredici bir biçimde açık görünüyor. Tam da Alman ve Yahudiler gibi.
Ancak, bu teze daha yakından bakınca ne kadar temelsiz olduğunu görebiliriz.
Kuzey İrlanda'da Protestan işçiler, Katolikleri dövmenin kendileri için iyi olacağını düşünüyorlar, yoksa yapmazlardı. Böylece Protestan işçilerin iş sahibi olma olasılığı artacak ve Katoliklerden daha iyi yaşama olanağı elde edecekler. Ancak aynı işçiler, İngiltere'deki Birmingham veya Glasgow şehirlerindeki işçilerden daha az ücret almaya devam edecekler. Irkçılığın daha yaygın olduğu ABD'nin güney eyaletlerinde siyah bir işçiyi tekmeleyen beyaz bir işçi bundan çıkarı olduğunu düşünür çünkü, siyahlardan daha fazla kazanıyordur. Ancak kuzeyde beyaz işçiler çok daha fazla kazanıyor. Aslında kuzeyde siyahlar güneydeki beyazlardan daha fazla kazanıyor. Siyah işçilerin ücretleri, ne kadar düşükse, orantılı olarak beyaz işçilerin ücretleri de o kadar düşük olacaktır. Hem mutlak, hem de oransal olarak siyah ve beyaz işçilerden biri iyi ücret alıyorsa, diğeri de iyi ücret alacaktır. Aynı şey, erkek ve kadın işçiler için de doğrudur. Sorun, bunun böyle görünmemesi. Yüzeysel olarak işçiler arasında bir çıkar çatışması var gibi görünüyor.
Marks, haklı olarak her zaman sağduyudan nefret etti çünkü, aslında sağduyu toplumumuzda egemen olan fikirlerdir. Bazı işçiler şöyle der: "Kapitalistin çok kâr etmesi, az kâr etmesinden iyidir." Tabii herkes bu durumda işinin daha güvende olduğunu bilir. Bu sağduyudur. Bu nedenle işçi işverenle çok kâr etmek için güçlerini birleştirmek zorundadır. Bu mantıklı.
George Bernard Shaw'un, St. John isimli kitabında, karakterlerden biri şöyle der: "Güneşin dünyanın etrafında döndüğü açık, gözlerini kullan yeterli." Güneşin dünyanın etrafında döndüğünü gören kimse var mı? Güneşin dünyanın etrafında döndüğü fikri sağduyudur. Bu durum, sağduyunun ne kadar aptalca olduğunu gösteriyor. Aynı temelde kadının ezilmesinden erkeğin çıkarı vardır. Bu çok açık görülmektedir.
Eğer sadece bireyler arasındaki ilişkilere bakarsan kaybolursun. Bu, liberallerin toplumu kavrayışıdır. Kapitalist fikirleri kabul ettikleri için liberaller topluma, bir birey, diğer bir birey, bireyler toplamı olarak bakar.
Marksistler, bunun tam tersini söyler. Bir birey, bir sınıfın içine doğar. Bir birey bir toplumun içine doğar.
Liberal analiz tam bir felakettir. Çünkü, birbirine yakın olan bireyler arasına kıskançlık girer. Yönetici sınıf gelir politikaları fikrini nasıl satıyor? Şöyle diyorlar: Şu gruptan işçiler, haftada 300 Pound kazanıyorlar. Sen, 80 pound kazanıyorsun. Onların yerine senin daha fazla kazanman adil olmaz mı? Bu durumda devrimci der ki: Kapitalist, senin ürettiğin kekin %60'ını alıyor. Sonra kırıntıları aramızda paylaştırıyor. Ve aramızda kavga etmemizi teşvik ediyor.
Bu nedenle işçi sınıfı hareketi içindeki kadın ve erkek arasındaki ilişki şöyledir: Her ikisi de kapitalizmden muzdariptir. Her ikisi de berbat koşullara sahiptir. Kadınlar erkeklerden daha kötü koşullara sahiptir. Kapitalizm kadını erkekten daha güçlü bir biçimde aşağı doğru iter. Kadınların çocuklara bakması doğal bir süreç değildir. Bu durum kapitalizmle ilişkilidir. Eğer toplum tarafından kreşler, lokantalar, çamaşırhane hizmetleri sunuluyor olsa, çocuklar farklı yetiştirilebilirler.
Bugün bunlara sahip değiliz. Nedeni insan doğası değil, kapitalistlere olan maliyetidir. Kapitalist, maliyeti düşürüp, daha fazla kâr etmek istiyor.
Bunun için, kadının yerinin mutfak, erkeğin ise fabrika olduğunu talep etmekten daha iyi yol var mı?
Bu durum, birey olarak erkeği, mahkum eden olarak gösteriyor. Ancak, mahkum eden, erkek değil, kapitalizm. Eğer, kapitalizm altında beyaz bir erkek olarak kirli bir trende seyahat ediyorsam, cam kenarında bir koltukta oturuyorumdur. Kadın, siyah veya başka birisi, benden daha kötü koşullarda, camdan uzakta bir koltukta oturacaktır.
Ancak asıl mesele trendir. Hepimiz aynı treni çekmek zorundayız. Hepimizi belirsizliğe doğru götüren makinist üzerinde hiçbir kontrolümüz yok.
Kapitalist sınıf, neden sürekli bizlere bu farklılıkları hatırlatıyor? Çünkü, dikkatimizi anahtar sorundan başka bir yere çekmek istiyor: Sınıf ilişkileri.
Bir kesimle diğeri arasındaki tartışmalarda sürekli bireysel ilişkilere bakmamız söyleniyor. Bu nedenle sosyalistler, kalifiye işçinin düşmanının kalifiye olmayan, erkeğin düşmanının kadın ya da tersi gibi gören anlayışlardan tamamen uzak durmalı.
Ezilenlerin hareketinin böyle bir düşüşün içinde olmasına şaşırmamak gerekir. ABD'de kadın ve siyah hareketi 60'ların sonunda bir roket gibi çıktı ve bir sopa gibi düştü. Bunu açıklamanın tek yolu böylesi hareketlerin sınıf mücadelesinin düzeyi ile olan ilişkisini anlamaktan geçiyor.
60'ların sonu ve 70'lerin başında İngiltere'de sanayi sektöründe önemli kazanımlar elde edildi. Aynı zamanda 67'de kürtaj yasası, 73'te ücretsiz doğum kontrolü ve 74'te 16 yaşın altındakiler için gebelik önleyiciler ücretsiz hale getirildi.
Sonra, işçi hareketinin düşüşü başladı. 1975'te James White, 1977'de William Benyon, 1979'da John Corrie kürtaj haklarına saldırdılar.
Ücret komisyonu ortadan kaldırıldı. Bu, asıl olarak kadınlara bir saldırıydı. Çünkü düşük ücret alanların çoğunluğunu oluşturuyorlardı. Ulusal sağlık sistemine karşı büyük bir saldırı yaşadık ve bu da asıl olarak kadınlara bir saldırıdır.
Sonra Gillick ve Powell'ın gebelik önleyicilere karşı saldırılarını gördük. 1975'te NAC'nin bir gösterisinde 40 bin kadın ve erkek vardı. 1979'da 80 bin kişi gösteriye katıldı. 1985'e geldiğimizde Gillick karşıtı gösteriye sadece 3 bin kişi geldi.
Mücadelenin ilk dönemi, kürtaj ya da eşit ücret gibi kolektif talepler etrafında yükseldi. Bundan sonraki 8-9 yıl ise mücadele, kolektif talepler yerine farklılaştırılmış talepler etrafında döndü.
Giderek daha fazla bireysel ilişkilere, bilinç yükseltmeye, kişisel ilişkilere bakılmaya başlandı: "İnsanlar doğuştan kötü mü", "cinsiyetçi mi" gibi. Sanki sorun buymuş gibi. Bireysel çözümlere yönelen hareket, bunun sonucunda çözüldü. Farklı kadın grupları arasındaki husumet, korkutucu düzeylere vardı. Politik lezbiyenlere karşı heteroseksüeller vs. Bir Amerikan feminist durumu şöyle özetliyordu: "Kız kardeşlik güçlüdür. Kız kardeşleri öldürür." Marks'ın kapitalistler arasındaki rekabet ve bireysellik üzerine yazdıkları, feminist hareketin kalıntıları için de geçerli. Marks, kapitalistleri bir "düşman kardeşler çetesi" olarak tanımlar. İşçilere karşı birleşirler ancak birbirlerinden nefret ederler. Bugün feministler, bir düşman kız kardeşler çetesidir.
Kolektif eylemden bahsettiğimizde asıl anahtar, sınıftır. Sınıf, düşmanın içerde olduğunu söyleme lüksüne sahip değildir.
Genellikle insanlar SWP'nin "erkek işçilerin kadınların ezilmesinden çıkarı var mıdır?" sorusuna neden bu kadar taktığını merak ediyorlar. Eğer erkeklerin kadınların ezilmesinden çıkarı varsa, erkek ve kadınlar arasında asla birliğin mümkün olmayacağına inanıyorum. Eğer, beyazların siyahların ezilmesinden çıkarı varsa, siyah ve beyazlar arasındaki birliğin asla mümkün olamayacağını düşünüyorum. Tabii eğer, hayırseverlik fikrine inanmıyorsanız. Bu fikre göre, sahip olanlar olmayanlara ahlaki ve duygusal nedenlerle yardım etmeliler.
Marks, "dünya işçileri birleşin" derken, İngiliz ve Hintli işçilerinin kazanmaları için ortak çıkarları olduğunu ifade ediyordu. Hintli işçilerin ve İngiliz işçilerin çıkarları olan şey, kazanmaktır.
Bir kez, erkeklerin çıkarı var veya beyazların çıkarı var söylemini kabul edersek, sınıfın birliğini tamamen parçalıyoruz.
Kapitalist sınıf, işçileri hem birleştirir, hem de böler. Yaşayabilmesini sağlayan şey de budur. Bu bölünmüşlükle her türlü uzlaşma yıkım getirir. En çok nefret ettiğim insan tipi bilinmezcilerdir. Ateistleri anlarım (ben de bir ateistim). Dine inanan birini de anlarım. Bilinmezcilik iddiasında bulunan ise baş belası bir ikiyüzlüdür. Çıkarlar meselesinin üstü kesinlikle örtülmemelidir. İnsanların "belki evet, belki hayır" demelerindense, yanlış olmalarını tercih ederim.
Devrimcilerin ezilenlerle kendilerini ifade etmeleri çok önemlidir. Ama bunu nasıl yapacağız? Lenin, yoksul köylüler üzerine yazdığı küçük kitapçıkta çok güzel ifade ediyor. Söze şöyle başlıyor: "Belki sen şehre inmişsindir, belki sen değil, baban şehre inmiştir, amcan şehre inmiştir, kardeşin şehre inmiştir (Lenin çok sabırlıydı, tüm nüfusu sayacak kadar) arkadaşın, şehre inmiştir. Ve şehirde ne buldun? İşçiler grevdeydi."
Başka bir şekilde ifade edersek, Lenin kolektif eylemi vurguluyor. Rusya'da Yahudi katliamları yaşanırken Bolşeviklerin vurgusu neydi? Katliamları durdurmak için büyük fabrikaların kolektif gücüne ihtiyacımız var.
Kolektif güce ihtiyacımız var. Buradan çıkan sonuç, devrimci parti, sınıfın genelleştirilmesidir. Çünkü bizler, sınıfın birliğine, eşitsiz olduğuna ve bölünmüş olduğuna inanıyoruz.
Bu nedenle devrimci parti içinde eğer eşcinsel isen tabii ki eşcinselleri savunursun. Eşcinsel değil isen, yine eşcinselleri savunursun.
İngiltere'deki faşist parti National Front, 1977'de bir bildiri yayınlayarak SWP'nin lideri Tony Cliff'in bir Yahudi olduğunu yazdı. Bizler, karşı bir bildiri yazıp bildiride 'evet Cliff bir Yahudidir' demedik. Merkez Komitesinin tümü Yahudi değildi, ancak 'hepimiz Yahudiyiz' dedik. Eğer siyahlara saldırılıyorsa, hepimiz siyahız, eğer kadınlara saldırılıyorsa hepimiz kadınız, eğer eşcinsellere saldırılıyorsa hepimiz eşcinseliz.
Biz, örgütlenme biçimimizde asla ayrılıkçılıkla uzlaşmayacağız. Bunun ne anlama geldiğini söyleyeyim.
Bolşevik Partisinin bir kadın gazetesi vardı. Umarım bir gün bizim de bir kadın gazetemiz olacak. Bu kadın gazetesinin yazı kurulunda: Armand; bir kadın, Krupskaya; bir kadın ve Bukharin; bir erkek vardı. 1916'da Berne'deki kadın konferansında Lenin, Bolşevik liderliği temsil ediyordu.
Troçki, işçi sovyetlerindeki Bolşevik liderdi. Sovyetler, fabrikalardan gelen delegeler tarafından oluşturuluyordu. Troçki, hayatında hiç fabrikada çalışmadı. Ancak o bir delegeydi. Niçin, çünkü biz bir sınıfı temsil ediyoruz.
Bir de bunu 1918'deki Berlin'deki korkunç sovyetle karşılaştırın. Rosa Lüksemburg, bir işçi olmadığı için sovyetlere giremedi. Karl Liebknecht'in sovyete girmesine izin verilmedi. Bu insanlar yıllarını hapishanelerde feda ettiler. Yıllarca mücadele eden bu insanlara dönüp "sen işçi değilsin, giremezsin" dediler. Biz, sınıfın birliğine inanıyoruz ve kim olduğu hiç fark etmez.
Bir gün, tabii ki İngiltere'de Pencapca, Urduca, Bengalce basılan gazetelerimiz olacak. Tabii ki bir kadın gazetemiz olacak.
Büyük bir hareket yükseldiğinde yeni durumun ihtiyaçlarına yanıt verebilecek farklı dillerde gazeteler çıkması mutlaka bir ihtiyaç olacak.
Bu, ayrılıkçılık anlamına gelmiyor. Bu durum, emeğin bölünmüşlüğünden ortaya çıkıyor. Ancak, bir politika, bir liderlik ve bir örgüt var. Asıl olan, demokratik merkeziyetçilik.
Demokratik merkeziyetçilik fikrinin temelinde, birliği bozan eğilimlerin üstesinden gelmenin, ayrılıkçılığın da üstesinden gelmeyi sağlayacağı vardır. Ve bu eğilim her zaman olacaktır. Ezilenlerin kurtuluşunun tek yolu, işçi sınıfının liderliğinden geçiyor. Ne Marks, ne de Lenin ezilenlerin birliğinden bahsetti. Onlar, dünya işçileri birleşin, tüm ezilenlerin liderliği sizsiniz dediler.
Tony Cliff
(Cliff'in 1987 yılı Marksizm etkinliğinde yaptığı bu sunuş Eylül 1987'de Socialist Worker Review'da yayımlanmıştır.)