Nedir şu “normal”?

20.07.2018 - 16:01
Can Irmak Özinanır
Haberi paylaş

Seçim sonuçları ile beraber aslında uzun zaman önce kabul etmemiz gereken bir şeyi yeniden hatırladık: Neoliberal uzlaşıya dayalı dünyanın sonu geldi. Neoliberalizmin kanlı tarihinin yanı sıra “normal” kabul edebileceğimiz bazı yönleri vardı. Örneğin Türkiye gibi ülkelerde olmasa da, liberal Batı ülkelerinin hiçbirinde burjuva demokrasisinin ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kalacağı düşünülmezdi, ırkçı partiler genel olarak küçük ve marjinal kalırlardı. Fransa’da Le Pen’in iktidara geleceği endişesi toplumun önemli bir kısmını birleştirmiş ve en büyük tehlikelerden biri böylelikle atlatılmıştı.

Bugün içinde yaşadığımız dünya ise böyle bir dünya değil. Faşizmi yaşamış olan Almanya’da dahi içinde Nazilerin de bulunduğu AfD’nin parlamentoya girdiği, ABD’yi alenen ırkçı olan Donald Trump’ın yönettiği, dünyanın neredeyse her yerinde ama özellikle de Avrupa’da göçmen karşıtlığı üzerinden ırkçı partilerin şu veya bu ölçüde yükselişe geçtiği bir dünyada yaşıyoruz. Sadece Türkiye’de değil dünyada da sol yaslanması gereken tabandan yani işçi sınıfından, yoksullardan kopuyor. İngiltere’deki İşçi Partisi örneğindeki gibi gerçekten radikal önerilerde bulunan bir sol ortaya çıktığında ise işçi sınıfına seslenmeyi başarabiliyor.

Hâl böyleyken Türkiye’deki seçim sonuçlarına bakıp dövünmek, ağlamak bir işe yaramıyor. Aslında dünyada ne yaşandıysa Türkiye’de yaşanan da o. Solun genel olarak yoksullarla bağlantısı kopmuş durumda. (HDP’nin Kürt yoksullarıyla kurduğu ilişki bir istisna ama bu ilişki de doğal olarak sınıfsal bir temelden çok ulusal bir temele yaslanıyor) İçinde yaşadığımız baskı koşullarında bu kopukluk kendisini apolitik bir ittifaklar politikasına evriltiyor ve bu politika içinde “sistem içi” arayışlar ile AKP’nin yenilgiye uğratılabileceği umudu hasıl oluyor. Ancak bu arayış her seferinde umutsuzlukla sonuçlanıyor.

Burjuva demokrasisini aşmak

Elbette “sistem içi” arayışlar derken bunun karşısına seçimleri boykot etmeyi savunan, “sandıkla bir şey değişmez” diyerek aslında topluma umutsuzluk püskürtmek dışında hiçbir işe yaramayan ultra-“sol” bir uçarılık koymuyorum. Ancak Muharrem İnce etrafında estirilen ve sosyalistlerin bile bir bölümünün garip hayallere savrulmasına yol açan rüzgara baktığımızda bir şeyleri yeniden düşünmek gerektiği çok açık.

Dünyada 2008 krizinin ardından kısa süre etkili olan sol yükseliş, uzun zamandır yerini ağır sağcı bir atmosfere bıraktı. Türkiye de bunlardan bağımsız değil. Sağcılığın yükselişte olduğunu kabul ederek işe başlamak lazım. Ancak sağcılık yükseliyor diye sağa prim veren ve bu yükselişe katkıda bulunacak politikalardan da uzak durmak gerekiyor. Cindoruklarla, Akşenerlerle, İncelerle yan yana gelinerek, AKP’nin karşısında diye her birinin ettiği mülteci karşıtı laflara sessizlikle yanıt vererek solun yeniden bir alternatif hâline gelemeyeceği açık.

Bugün burjuva demokrasisinin bile kısmen askıya alındığı koşullarda yaşıyoruz ancak baskı koşullarını aşmak sağcılığa karşı başka sağcılıklarla flört ederek mümkün olmayacak. Kapitalizmin yapısal sınırlılıkları nedeniyle işçi sınıfına dönük ağır bir kemer sıkma politikası uygulayacağı kesin, ancak bu politikalar her zaman otomatik olarak iktidar partisi ile kitleler arasındaki bağları koparmaya yaramıyor. O yüzden sol var olmaya devam etmek ve gerçek bir alternatif oluşturmak istiyorsa inatçı ama sabırlı bir mücadeleye hazırlanmak zorunda. Bunun için AKP iktidarı boyunca artarak devam eden ve her seferinde iktidara yarayan “kutuplaşma” politikasını şeklen değil gerçekten bir kenara bırakarak, kitlelere burjuva demokrasisini de aşan bir ufku işaret etmek gerekiyor. Solun alametifarikası sıradan insanların kendi kendilerini yönetebileceklerini göstermek ve bunu gerçek bir alternatif olarak kitlelerin içinde inşa edebilmek olmalı. Bunu yapabilmek için ezilenler arasındaki suni ayrımlara değil, yukarıdakiler ile aşağıdakiler arasındaki gerçek ayrıma odaklanmalıyız. İşçi sınıfını ve kent yoksullarını sadece Erdoğanlardan, Bahçelilerden değil İncelerden ve Akşenerlerden de koparma iddiasını ortaya koyan antikapitalist bir sınıf politikasına ihtiyacımız var. Aksi takdirde burjuva demokrasisi içindeki çeşitli özgürlükleri bile elde etmek mümkün olmayacak.

Can Irmak Özinanır

[email protected]

Bültene kayıt ol