Muhbir, itirafçı ve “elin kiri”

13.04.2018 - 11:08
Hakan Tahmaz
Haberi paylaş

Türk siyasetçilerinin sözcükleri yerli yersiz kullanmasına çok sık rastlarız. Siyasal muarızlarının eleştirilerini savuşturmak veya onları suçlamak için kullandıkları  kelimeleri gerçek bağlamlarından koparıp, içini  boşaltırlar.   Zamanla kelimeler  ağırlığını  yitirir, insanlardaki algıları değişir. Siyasal linçin aracına/silahına dönüşürler.

“Vatan haini, terör destekçisi, fetocu”  son dönemin en revaçta suçlama tanımlamaları. Bir zamanların şeriatçı ve komünist sözcüklerinin işlevini görüyorlar. Bu siyaset yöntemi, her dönem  siyasetçilerin ayıbını örtme/gizleme işlevi de gördü.

Mevcut iktidar partisi, kendi siyasal çizgisini 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında gelişen siyasal süreçte “millî duruş” olarak tanımlamaya başladıktan sonra buna karşı çıkan, desteklemeyen ve eleştiren her kesimi, herkesi “gayri millî” ilan etmeye başladı.  Bir süre sonra da vatan haini.  Duymak istemediklerini dillendirenleri, karşısında dikilenleri Türkiye’ye düşmanlık yapmakla damgalamakta hala ısrar ediyor. Bu yolla muhaliflerini veya her hangi bir konuda politikasına itiraz eden insanları biat etmeye zorluyor.

Bu,  Türk siyasetinin genlerinden, siyasal kültüründen kaynaklanan bir vaka olarak hep kendini tekrarlayarak günümüze kadar süregeldi.

15 Temmuz darbesi sonrası içeride, bölgede savaş ve çatışmanın yoğunlaşmasıyla bu kurumsallaştı. Kurumsallaşma derinleştikçe “toplumsal çürüme” gelişti.

Önce darbe girişimi bahanesiyle kanun devletine son verildi. İktidarın keyfi siyasal tutumları her alana hâkim kılındı.  12 Eylül’den kalma  muhbirlik, ihbarcılık ve  itirafçılık müessesi yeniden tesis edildi. 12 Eylül döneminde, devrimcilerin itibarsızlaştırılmasının yöntemleri ve mekanizmaları şimdilerde öfke kusmanın, hınç almanın, yok etmenin mekanizması olarak kullanıyor.

Muktedirlerin, siyasal projelerine muhalefet edenleri bertaraf etmenin mekanizmaları hoyratça ve fütursuzca kullanılıyor.

AB ile müzakere çerçevesinde yapılan değişiklikler kapsamındaki düzenlemelerle gizli tanıklık, itirafçılık kurumsallaştırıldı. Bunun sonuçları, Ergenekon, Balyoz, KCK davaları gibi soruşturmalarda görüldü.

Cumhurbaşkanı, 15 Temmuz sonrası makamında muhtarlara seslenirken, adeta fetva verircesine “vatan hainlerinin, terör örgütü mensuplarının” ihbar edilmesini buyurdu. Muhtarlara yeni bir görev addetti. Bunun milli bir görev olduğunu ifade etti.

OHAL sonrası yaratılan “korku rejiminde” insanların komşusunu, iş arkadaşını, meslektaşını, sıra arkadaşını ihbar etmesi teşvik edildi, ödüllendirildi. İsimsiz, imzasız gizli mektuplarla, yalan beyanlarla, senaryolarla ihbarcılar ve muktedirler “ellerinin kiri” yıkadılar/yıkıyorlar.

İktidarın, kendine muhalefet edenleri  düşmanlaştırma politikası ve siyaset yapma tarzı ile bunun  toplumda  yaygınlaşmasını tercih ettiği durumlarda, toplumsal çürüme ve çöküş  kaçınılmaz olur.

Türkiye bugün tam da bunu yaşıyor. 2018 Türkiye’sinde muktedirlerin evrensel değerleri, insani haklarını, dünyanın   gözeleri önünde ayaklar altında çiğniyor ve zora dayalı güç gösterisi sergiliyor. Gecen ay bir grup Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi  “protesto” haklarını kullandı. Öğrencileri, Cumhurbaşkanının talimatı doğrultusunda mahkeme,  eğitim haklarını gasp edip tutukladı. Osmangazi Üniversitesi’nde ihbarcı, akademisyen Volkan Bayar, dört meslektaşını birden  katletti.

Bunlar son ayın bildiğimiz vakaları. Bilemediğimiz, duymadığımız yaşam hakkını, düşünme özgürlüğünü, düşüncesini yaşama geçirme özgürlüğünü ortadan kaldıran binlerce vaka var. Adeta günlük rutin oluverdi, iftiralar, ihbarlar, ihraçlar, intiharlar.

Bu toplumun çöküş hâli değilse nedir? Hatayla, yanlışla yüzleşmek ve arınmak yerine “elinin kirini” yalan yanlış ihbarla, itirafla yıkamaya çalışmak insanların  “genetik yapısı” nı daha da bozan çaresizlik, güçsüzlük, güvensizlik durumudur. Ülkeyi cezaevine çeviren, içerisiyle dışarının farkının yok edildiği bir ülke ancak karanlıklar diyarı olabiliyor. Hızla bu yolda ilerleniyor.

Hakan Tahmaz

(www.hakantahmaz.com)

Bültene kayıt ol