Marksizm ve işçi sınıfı

16.02.2018 - 10:38
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

Marx’ın cenazesinde mezarı başında konuşan arkadaşı ve yoldaşı Engels, “Marx, her şeyden önce bir devrimciydi. Kapitalist toplum ile onun yaratmış bulunduğu devlet kurumlarının yıkılmasına şu ya da bu biçimde katkıda bulunmak, (…) modern işçi sınıfının kurtuluşuna yardımda bulunmak, onun gerçek yönelimi işte buydu” demişti.

Marx, sosyalizm anlayışını boşlukta üretmedi, daha önce hiç yazılmayan bir konuda yazmış da değil, kendisinden önceki fikirleri göz ardı etmiş de. Marx’tan önce, yine mücadele içinde şekillenen azımsanamayacak bir sosyalizm birikimi vardı ama Marx’ın sosyalizm anlayışı, kendisinden önce üretilen tüm sosyalizm anlayışlarından radikal bir kopuşu temsil ediyordu. Kopuşu radikal kılan, Marx sahneye çıkana kadar savunulan sosyalizmin kuruluşunun toplumun maddi koşullarının ürünü bir toplumsal güce bağlanamamasıydı. Tartışma, Marx’la beraber sarih bir hal aldı, o günden beri de süregiden kritik bir tartışma olarak varlığını koruyor.

Halk, köylüler, gençler

Bu tartışma, marksistler ve diğerleri arasında tarihsel bir ayrım yarattı ve bu ayrım her gün yeniden üretiliyor. İşçi sınıfı tarihin çeşitli evrelerinde devasa hareketler yarattı, bu hareketler geri çekildiğinde, yenildiğinde ya da bozguna uğradığında geriye kalan hareketle birlikte ileri atılan aktivistlerin arasında yenilgiyi teorize etmeye çalışanların karmaşık fikirleri oluyor. Bu fikirler arasında kadim olan, işçi sınıfının gücünü, üretimin örgütlenmesinde oynadığı rolü, siyaset üzerindeki etkisini sorgulayan ve daha da ileri giderek birkaç on yılda bir işçi sınıfının ölümünü ilan eden geleneğin görüşleri.

Trump’tan Türkiye’ye, Putin’den Mondi’ye kadar sayılan liderlerin nezdinde ifadesini bulan güncel otoriter siyasal yönelim, hızla işçi sınıfının varlığının tartışılmasına neden oluyor. İşçi sınıfı eylemlerin içinde olsa da hatta bu eylemlere kritik toplumsal güç olarak damgasını bassa da sağ dalga karşısında yaşanan geri çekilmenin sorumlusu olarak ilk fişi çekilen oluyor. Sadece içinde geçtiğimiz dönem değil, sayısız mücadele dolu dönemin ardından bu türden tartışmalar baş gösteriyor. Sanki Marx mücadelenin otomatik olarak zafer kazanacağını ilan etmiş gibi, sanki sosyalizm, aynı zamanda yenilgi dolu yılların deneyiminden işçilerin çıkarttığı derslerin de bir ürünü olmayacakmış gibi.

Kuşkusuz yenilgi ya da geri çekilme dönemlerinde  herkesi etkisi altına alan bir salgın haline gelen işçi sınıfından kaçışın kökenlerinde, zaten sosyalizmi işçi sınıfının kendi eylemi olarak görmeyen eğilimin gizlenmiş olması bulunur.

Sosyalizm mücadelesinin tarihi, bu nedenle, sosyalizmin kimin eseri olacağının tartışılmasının da tarihidir. Marx’tan önce de sonra da bu soruya çeşitli yanıtlar verildi: İyi eğitilmiş kadroların eylemi diyenler olduğu gibi, aydınlar tarafından eğitilen köylülerin eylemi diyenler de oldu, mücadelenin motor gücü öğrenciler olmalıdır diyenler olduğu gibi, çeşitli bölgelerde kurulacak komün temelli siyasal birimlerdir diyenler de oldu, koopetarif sistemini önerenler olduğu gibi, devlete sert bir darbe indirmeye hazır öncü eylemcilerin mücadelesi diyenler de oldu. Marx’ın bu soruya verdiği yanıt, marksizmi bilimsel kılarken, sosyalizm teorisini boşlukta gezen, ayakları yere basmayan bir teori olmaktan da kurtarmıştır. Marx ve Engels, sosyalizm mücadelesinin en parlak çalışmalarından birisi olan Komünist Manifesto adlı kitapçıkta, komünistlerin mücadele etmek zorunda olduğu sosyalist gelenekleri, boşuna feodal, ütopik diyerek tanımlamadılar.

Özgürlük işçilerle gelecek

Marx doğumunun üzerinden 200 yıl geçti. İşçi sınıfının kapitalizmin hem ürünü hem mezar kazıcısı olarak anlatan muazzam teori, çağımızı açıklama gücüne sahip tek teori. Bu teorinin gücü işçi sınıfının gücünden, işçi sınıfının kapitalist üretim içinde tuttuğu kolektif konumdan, kolektif eylem yeteneğinden kaynaklanıyor. Marksizm, bu maddi durumun teorik bir ifadesi olduğu için bir toplumsal sınıfın hikayesini tüm zenginliğiyle kavramamıza yardımcı olacak anahtarı sunduğu için vaz geçilmezdir.

Ömrünü işçi sınıfının mücadelesine adayan bir başka Marksist Tony Cliff, Marksizm hakkında şunları söylüyordu: “Ancak, Plehanov'un 1 879'daki durumu da dahil olmak üzere, narodniklerin sanayi işçileri arasındaki propaganda çalışması ile Marksistlerin çalışması arasında temel bir fark vardır. Marksistler 'işçilerin devrim için değil, devrimin işçiler için gerekli olduğuna inanmışlardır.' Narodniklere göre ise 'işçiler devrim için önemlidir.' Bir narodnik 'neden işçi sınıfı?' diye sorabilir, bir marksist ise ancak 'neden marksizm?' diye sorar, çünkü onun için işçi sınıfı tarihin nesnesi değil, öznesidir.”

Özel mülkiyet sahiplerinin emek gücünü sömürme hakkını bulduğu ve yaklaşık 400 yıldır milyonlarca insanın ölümüne neden olarak bu özel mülkiyet hırsını korumaya çalışan üç kağıtçı bir sınıfın, burjuvazinin egemenliğini ne halk, ne öğrenciler, ne kadrolar, ne köylüler yok edecek.

Her geri çekiliş döneminde rahmet anılan ama daha mateminin ilk aylarında yeni eylemleriyle ölmediğini gösteren işçi sınıfının mücadelesi kapitalizmin katlanılmaz barbarlığını sona erdirme gücüne sahip. Bu gücü kavramamız için herkesten çok çabalayan ve herkesten çok borçlu olduğumuz insan ise Karl Marx’tır.

Şenol Karakaş

[email protected]

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol