Geçiş ve belirsizlik dönemi

25.01.2018 - 12:39
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

Geçen yıla Trump karşıtı eylemlerle giriş yapmıştık. Milyonlarca kadının liderliğinde ezilenlerin Trump’a verdiği müthiş yanıt, yılın geri kalanının karakterine de bir gönderme olmuştu. Dünyanın askerî ve ekonomik olarak boy ölçüşülemez hegemonik ülkesi konumundaki bir ülkenin tepesinde yönetme yetenekleri ve akıl sağlığı sorgulanan, trilyoner, ırkçı ve cinsiyetçi olduğu su götürmez bir başkanın oturması, kadınların gösterisinin öneminin altını çizmişti. Selefinin siyah bir politikacı olduğunu hatırlayınca gezegenin nereye savrulacağı konusu gerçekten de yaşamsal bir önem arz etmeye başlamıştı.

Geçen yıla gösterilerle girmiştik, 2018’e de gösterilerle girdik. Bu kez önce İran’da bir sosyal patlama yaşandı, hemen ardından Arap Baharı’nın merkez üssü Tunus’ta sert bir mücadele gündeme geldi. Ocak ayı bitmeden bu kez Amerika’da 100 bin kadın Trump’a karşı gösteri yaptı.

Kuşkusuz 2017’de grevler, genel grevler yaşandı. Yıl boyunca İran’da grev olmayan tek bir gün yoktu. Ama bu örnekler, 2017 yılında sarkacın sola savrulduğunu göstermez. Durum böyle değil. Geçtiğimiz yıl ırkçılar Avrupa’da yükselişe geçti. Naziler Almanya’da parlamentoya güçlü bir şekilde girdiler. Fransa’da Marie Le Pen’in ırkçı ve faşist yükselişi, sağcı bir merkezî figür olarak Macron’un başkanlığıyla dengelenebildi. Öte yandan Suriye’de iç savaş derinleşti. Avrupa’da milyonlarca Suriyeli, ırkçılar tarafından huzurun bozulmasının sorumlusu olarak ilan edildi. Suriye hemen tüm ülkeler tarafından bombalanmaya, yıkıma uğratılmaya devam etti.

Geçtiğimiz yılı bu paragraftaki gibi hatırlamak da yeterli değil ama. Zira Avrupa’da birçok ülkede ırkçılardan daha çok ırkçılık karşıtlarının sesi yükseldi. Göçmenlerle dayanışmayı tüm politik taleplerin odak noktasına yerleştirenler de seslerini çıkarttı. Amerika’da ırkçı başkandan aldıkları güçle sokaklara çıkan ırkçı kalabalıklar karşılarında çok daha büyük kitleler hâlinde bir araya gelen ırkçılık karşıtlarını buldu.

Geçiş ve belirsizlik

Sarkaç bir sağa bir sola savruluyor, üstelik alışılagelenden çok daha sert ve hızlı bir şekilde. Tek tek bütün ülkeler bu küresel sertlik, hız, ani değişimler tarafından politik olarak baskılanıyor. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada bir geçiş ve belirsizlik dönemindeyiz. Bu döneme karakterini veren süreçlerin başında, emperyalizmin hegemonya krizi geliyor. “Yine mi emperyalizm?” diyenler çıkabilir; ne yazık ki, “Evet, yine emperyalizm!”

Amerikan siyasetinde 1990’lı yılların ortalarından itibaren etkili bir güç olarak öne çıkan neoconlar, Amerika’nın gerileyen gücünün farkında olmakla kalmıyor, yükselen güç Çin’e de dikkat çekiyordu. Neoconlar, bazen George W. Bush döneminde olduğu gibi doğrudan iktidar olarak, zaman zaman da şimdi Trump döneminde olduğu gibi “fikirleri iktidarda” olarak 21. yüzyılın da yine bir Amerikan yüzyılı olarak yaşanması için bir dizi tedbir öneriyordu. Fakat bu tedbirler, önlemek için üretildikleri sorunları daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramadı. 1999 yılında parçalanan Yugoslavya’ya NATO’nun müdahalesi,  müdahalenin ardından Bondsteel Üssü’nün kurulması, ABD’nin ana tehdit olarak gördüğü Doğu’ya yaklaşma, askerî varlığını Avrupa-Asya arasında caydırıcı bir güç olarak konuşlandırma hamlesinin başlangıç adımı oldu. Bu askerî üs ve İncirlik gibi üsler, daha sonra ABD’nin Afganistan ve Irak işgallerinin kolaylaştırıcı merkezleri oldu. Fakat yıllar sonra, 15 yıl önce teklif dahi edilemez askerî gelişmeler, 2017-2018 yıllarında yaşanabiliyor. ABD Suriye’de Rusya’nın gölgesinde kalıyor, ABD’nin askerî üssü konumundaki bir ülke olarak tanımlanan Türkiye bir ölçüde ABD’ye rağmen Suriye’ye müdahale edebiliyor. İran, bölgesel gelişmelerde etkin bir siyasî ve askerî aktör olarak öne çıkıyor. Emperyalist güçler arasındaki çatlakların derinleşmesi, hem bu çatlakları zorlayan daha bölgesel yayılmacı güçleri cesaretlendiriyor, hem de bildiğimiz dünya büyük bir çatırdamayla geride kalıyor. Trump gibi bir adamın başkan olması bu çatırdamanın bir ifadesi. Trump’ın neredeyse bütün kabinesinin bir yıl içinde değişmesi ve seçim kampanyasının liderliğini yapanların başkan aleyhinde ifşa hedefli bir kitap yayınlaması da öyle.

Yeni yüzyılın efendileri

Emperyalist ülkeler arasında ve bölgesel yayılmacı güçler arasında karmaşık askerî, politik ve diplomatik oyun, ulusal sorunu derinleştiriyor, temel sorununu beka sorunu olarak algılayan ülkelerin sayısı artıyor. Sadece Türkiye değil, Amerika’da Trump da bir beka sorunu tarifi yapıyor. Söz konusu Amerika olunca, beka sorununun yanıtı tüm dünya üzerinde askerî gövde gösterisiyle veriliyor. Yeni yüzyılın efendilerinin tayin edileceği süreç, militarizmin her yönden atağa kalktığı, Irak Kürdistan’ı ve Katalonya’da gerçekleşen bağımsızlık referandumlarında olduğu gibi ulusal sorunların derinleşmesine fakat dönemin baskın rüzgârı olarak beka kaygısı etrafında tırmandırılan küresel ve egemen milliyetçi söylemlere kapının aralandığı tehlikeli bir süreç.

Belirsizliklerle dolu bir geçiş sürecindeyiz ve süreç sağ ve daha sağ tehlikelerle dolu. Bu tehlikelere gözümüzü yumamayız. Ama süreç sadece sağ tehlikelerden ibaret değil. İran’da 2018’e girerken hızla yayılan isyan dalgası, başka bir arayışın da devrede olduğunu gösterdi. Emperyalizmin 1990’larda belirginleşen hegemonya krizinin yanı sıra, 2008 küresel malî krizi başka bir krizin daha tetiklenmesi anlamına geldi. Neoliberal düzen (küresel kapitalizmin kamusal tüm kaynakları özel sermayeye açması, kamuda çalışan işçilerin sendikal örgütlülüğünü ve temel haklarını yıkıma uğratması ve kapitalizmin kâr oranlarındaki düşüşe karşı tedbir almaya çalışması) 2008 kriziyle birlikte açık bir çöküş yaşadı. Neoliberal yöntemin kapitalizmin yapısal krizine bir alternatif değil bu krizi derinleştiren ve hemen yeni bir krizi, iklim krizini tetikleyen unsur olduğunun açığa çıkmasıyla, neoliberal uzlaşma da dağılmış oldu. Bu uzlaşmanın kurumları çözülürken, ideolojisi de zayıfladı. Neoliberal uzlaşma, küreselleşmenin karşısında duran geleneksel tüm politika, ideoloji ve kurumların gerici olduğunu ilan etmişti. Çöküşü, neoliberal yozlaşmaya tepki duyan kitlelerin radikal arayışlara yönelmesiyle el ele gitti.

Otoriter eğilimler, neoliberal uzlaşmanın çelişkili parlamenter demokrasisine bir alternatif olarak, kitle desteği üzerinden yükselmeye başladı. 2017 yılı, sadece Türkiye’de değil bir dizi ülkede otoriter eğilimlerin popüler bir kitle desteğiyle bütünleşmesine dair örneklerle dolu. Türkiye, Hindistan, Macaristan, ABD bu eğilimin güçlü örnekleri.

İnsanlık ve gezegen bu iki eğilimin arasındaki çelişkiyle baş başa kaldığı sürece, otoriter eğilimlerin alternatifi neoliberal uzlaşmanın ideolojik, siyasal ve kültürel düzeylerinde kökleşen kurumlaşma olduğu sürece, içinde olduğumuz geçiş sürecinin barındırdığı sağ tehlikeler, kitle destekli aşırı sağ yönetimlerin zaferini kaçınılmazlaştırır. Küresel ölçekte üretici güçlerin toplumsallaşmasıyla üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişkiye kapitalizmin şu ya da bu siyasal biçiminin bir alternatf sunması mümkün değil. Uluslararası yardım kuruluşu Oxfam’ın yayınladığı yıllık gelir adaletsizliği raporuna göre, dünyadaki en zengin yüzde 1'lik kesim, küresel servetin yüzde 82'sine sahip. Bir yanda 2043 milyarder var, bir yanda 3 milyar 700 milyon kişi yoksul.

Kitle ayaklanmaları, meydan işgalleri çağı

Bu, başka bir alternatifin gündeme gelmesi için teorik, politik ve örgütsel her düzeyde çabalamanın dönemin en önemli görevi olduğunun altını çizmektir aynı zamanda. Başka bir alternatif, aşağıdan, doğrudan üreticilerin kendi eyleminin ürünü olan bir demokrasi olarak, kitlesel bir örgütsel gövde kazandıkça şekillenecek. İran’daki ayaklanmanın gösterdiği gibi, çağımız çok açık ki bir kitle ayaklanmaları, meydan işgalleri çağı aynı zamanda.

1990’lı yılların sonunda tüm gezegen yepyeni bir kuşağın harekete geçmesi sayesinde soluklandı. Kitle eylemleri bazen büyük şirketleri, bazen Dünya Bankası gibi kuruluşları, bazen de George W. Bush gibi seri katilleri köşeye sıkıştırdı. Dünyanın bir ucu bir başka ucundaki haksızlıklarla dayanışmak için varını yoğunu ortaya koydu. Daha geniş kapsamlı dayanışma ağları da kuruldu ve dünyanın en merkezî gündemleri etrafında politik kampanyalar örgütlendi. Örneğin, ABD’nin 2003 yılında gerçekleştirdiği Irak işgalinde olduğu gibi, hem bu işgali geciktirdi hem de ABD’nin Irak’ta yenilgisine küresel bir siyasî zemin hazırladı.

Bu kuşak, hem yeni bir hareketi örgütledi hem de eski hareketin aktvistlerini, daha yaşlı kuşağı ve hatta bütün bir solu kapalı devre politika yapmaktan kurtararak milyonlarca insanla buluşturdu. Yenilenmeyi başarabilenler antikapitalist hareketin bir parçası, zaman zaman sözcüsü olabildi. Zamanla, hareket devrimci bir kitlesel liderliği inşa edemediği ve işçi sınıfının aktif liderliğine ve hareketine yaslanmadığı için bürokratlaştı, yaşlandı, yoruldu ve geri çekildi. Bu hareketin artçıları, Arap Baharı’nın etkisiyle parlayan meydan işgalleri oldu. Bu işgal hareketleri ise özellikle Yunanistan ve İspanya’da siyasî ifadesini yeni sol reformist partilerde buldu.

Arap Baharı’nın geri çekilmesi, Mısır’da darbe, Suriye’de sınıf şekillenmesini kıran ve yıllara yayılan iç savaş, IŞİD belasının yarattığı kaygı ve özellikle ABD ve Rusya gibi güçlerin Ortadoğu’da at koşturması 2008 küresel krizinin etkisiyle şekillendi. Bu krize tepki örgütleme yeteneğini kaybeden ve bir dizi başlıkta bölünen antikapitalist hareketin müdahale edememesi nedeniyle, siyasî atmosfere sağcılık ve karamsarlık hâkim oldu.

Ama şimdi bir başka gücün sokağa çıkışına tanıklık ediyoruz ve önümüzdeki dönemde de edeceğiz. İran daha yoksul, daha genç, önceki dönemin ağırlığını taşımayan bir kuşağın karmaşık fikirlerle yüklü isyan hareketinin merkezi oldu. Bu hareketlerle örgütlü işçi sınıfının hareketi arasında bağ kurabilmek, işçi sınıfının sosyalizmini ve demokrasisini politik alanın hegemonik gücü haline getirmek, belirsizliklerle dolu bu sürecin sağ salim atlatılması için girişilmesi gereken aslî mücadele. İşçi sınıfı ne imha oldu, ne onarılamaz bir yenilgi aldı, ne de bir daha belini doğrultamayacak kadar yıkılmış durumda. Tersine, daha mücadele dolu bir dönemin giriş bölümünü kaleme alıyor. Tayin edici olanın bu mücadele olduğunu bilmek gerek.

Şenol Karakaş

[email protected]

(AltÜst)

Bültene kayıt ol