Çözüm sürecinden cenaze düşmanlığına

20.09.2017 - 08:24
Yıldız Önen
Haberi paylaş

En kötü çatışmasızlık süreci bile çatışmaların, patlamaların, gerilimin ve bunlardan beslenen ırkçılığın hâkim olduğu koşullara yeğdir. Diyarbakır’da bir mitingde açılan pankartta, boşuna, “Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz!” yazmamıştı.

Küçümsenen, burun kıvrılan çözüm sürecine nostaljik bir güzelleme yapmak değil amacım. Amacım, Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesine yönelik utanç verici ırkçı saldırının hangi iklimin ürünü olduğunun altını çizmek. Hatun Tuğluk’un cenazesine yönelik saldırının ardından, “Bize neler oldu, nasıl bu hale geldik” diyerek 20. yüzyıl Türkiye’sini cennetten bir köşeymiş de son düzlükte bu cennet yıkıma uğramış gibi yapanları bir kenara bırakırsak, ırkçı saldırıyı arka arkaya kınayanların çokluğu çözüm sürecini yeniden tartışmaya açmamızı zorunlu kılıyor. Aysel Tuğluk da ırkçı saldırı sonrasında yeniden umutlandığını söyledi ve şunu da belirtti: “Çözüm süreci bitmemiş olsaydı bunu yaşamamış olabilirdik.”

Çözüm sürecinin sona ermesi ve sanki mecburiymiş gibi bu sonlanmanın ardından yoğun bir hamaset dilinin siyaset sahnesine hakim olması ve ırkçı girişimlerin hemen hiçbirisinin cezalandırılmaması cenazelere saldırılar için zemin yaratıyor. Hamaset yüklü dil, iç politikada da dış politikada da her gelişmeyi devletin ölüm kalım sorunu olarak görmekten kaynaklanıyor. Putin’in Rusya’sı, Trump’ın ABD’si, Orban’ın Macaristan’ı ve Mondi’nin Hindistan’ında da paranoyaya varan bir milliyetçiliğin en azından devlet katında hakim olduğu söylenebilir ama her gelişmenin devletin bekası açısından ölümcül bir tehlike olduğu fikri, reaksiyoner bir milliyetçilik ve ırkçılık temelinde örgütlenen faşist odaklara hareket serbestisi sağlıyor.

Medyada yer alan şu iki habere benzeyen haberlerin bu döneme denk gelmesi tesadüf değil. Birisi, otobüste bir kadına arkadan saldırıp tekmeleyen adamın mahkemece serbest bırakılması. Diğeri, CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’yla aynı uçakta olan bir öğretim üyesinin önünde oturan Tanrıkulu için “Uçakta Sezgin Tanrıkulu’nun arkasında oturuyorum. Onu boğma teli ile öldürsem, işini bitirsem cezaevinde bana bakar mısınız.fav” yazabilmiş olması. Başka örnekler de var, özellikle Suriyelilerle ilgili ve her nedense “tehlikeli gerginlik” manşetleriyle verilen linç girişimleri.

Sorun Kuzey Irak’ta bağımsızlık referandumunun savaş sebebi olarak görülmesi gerektiğinin dile kolay, hemen söylenebilmesiyle el ele giden bir sorun.

Bu sorunu aşmak zorunlu. Politik iklimi her gelişmeyi ölüm kalım sorununa indirgeyen bakış açısının yarattığı keskin, karamsar ve kaygı yüklü halinden sert bir dönüşle çıkartmak çok önemli. Demokrasiye, diyaloğa, çoğulculuğa, özgürlüğe doğru radikal bir dönüş şart. Şart zira cenazelere yönelik saldırılar hayra alamet değil!

Yıldız Önen

[email protected] 

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol