Sınıf siyaseti bildiğimiz siyasete pek benzemez

29.03.2017 - 14:13
Korhan Gümüş
Haberi paylaş

Cogito Dergisi’nin “Mekan ve Siyaset” sayısında Nikita Dhawan* protesto siyasetinin kendi başına iktidarı değiştireceği fantezisi belki ayrıcalıklı şehirlileri fazlasıyla tahrik edebileceğini ancak haklarından mahrum bırakılmış büyük yığınlarla eşitsizliği yeniden üretebileceğine işaret ediyor.  

İktidar muhalefete “devlet-fobik” bir özellik kazandırarak ve onu taraf haline getirerek kendileriyle benzeştirir. Ancak bu durum, iktidarla benzerlik içinde bulunan bu edinilmiş kimlik muhalifleştirilmiş iktidarın toplumsal tabakaları içine yerleşen sınıfları sorumluluktan kurtaramaz.

Modernliğin  kavramlarından biri de “uygulamalı sanatlar”dı. Bu başlık altında mimarlık, tasarım gibi yapılı çevreyi oluşturan uğraşlar toplanıyordu. Bauhaus’un kurucusu Walter Gropius öğrencilerini zanaate geri dönmeye çağırıyordu. Eğitimle donanım kazanmış, iyi birer zanaatkar olmaları için değildi elbette. Fikir geliştirme sürecinin nesnesi (mekan) üzerinde değil, bilişsel bir maddi pratik üzerinde gerçekleştiğini göstermeye çalışıyordu.  

"Uygulamalı siyaset" kavramının da benzer bir problematik içinde ele alınması gerektiğini düşünüyorum: Uygulamalı olması siyasetin düşüncelerin, tasarıların doğrudan uygulanması (ya da tersine yalnızca teori alanında kalması) anlamında değildir.

Bu komplikasyon bilişsel alanının bir "maddi pratik" olmasından kaynaklanır. Çünkü siyaset doğrudan doğruya gerçeklerden yola çıkmaz, onunla ilişki içinde olan bilişsel bir mekanda gerçekleşir. Bu maddi pratikleri bir takım toplumsal tabakalara siyaset yapma kabiliyeti kazandıran “protezler”e benzetilebilir. Siyasetin bilişsel alanının bu maddi pratikler (protezler) tarafından koşullandırıldığı varsayılabilir. Bu benzetmeden hareketle düşüncelerle işleyişler (maddi pratikler) arasında bir ilişki olduğu, hatta ayrışmadıklarını söylenebilir. Bu durumda bu varsayımın ortaya çıkardığı sorun şu olabilir: Eğer düşünce yalnızca bilme biçiminden ibaret değilse, yani maddi pratikler içinde üretiliyorsa, o zaman alternatifini nasıl üretmek mümkündür? Aynı pratikler içinde örneğin, farklı bir siyaset biçiminin üretilmesi mümkün müdür?

Sınıf siyaseti bildiğimiz siyasete pek benzemez

Türkiye'de kıyamet neden kopuyor? AKP'nin devleti kendi hegomonik iktidarının bir şubesi haline getirmek istemesinden ve bunu açık açık söylemesinden kopuyor.  Oysa sürekli travmatik tasarlama düşleri üzerine kurulan bir neoklasik devlet modelinde bunu yapmasından doğal bir şey yok. Çünkü bu hayal onun iktidarını tesis etme çabasına, “uygulamalı siyaset" modeline denk geliyor.  Sorun muhalefetin de aynı “uygulamalı siyaset" modeline sıkışıp kalması, yalnızca iktidar değişince, siyasetin değişeceğini varsaymasında. 

Bu coğrafya dönem dönem bir parça rahatlamalar olsa da, siyasal model sürekli bir kriz üretiyor. Buna belki bir "siyasal kriz iklimi" dememiz gerekiyor. Oysa iktidar mücadelelerinin bu iklimi değiştirme kabiliyeti yok. İktidar alanına dışarıdan baktığınızda tek bir güç varmış gibi gözüküyor. Ama içeriden baktığınızda muazzam bir kargaşa olduğu görülüyor. Bunu anlamak için gözlerimizi açıp çevremizde kamunun neler yaptığına, nasıl çalıştığına bakmak yeter. Yönetime kim gelirse gelsin bu kaotik ortamı denetime almak,  ayakta kalabilmek için bir takım yöntemler uygulamak zorunda. Bunun herkes farkında. 

Devlet aklını üreten bildiğimiz kamu zekası çökmüş durumda. Refah Partisi yerel yönetimlerde iktidara geldiğinde en büyük sorunu Türkiye'ye yön veren İstanbul'daki informel işleyişin nasıl yönetileceği idi. Bu yüzden devlet iktidarı alanındaki diğer toplumsal tabakaları, öteki ayrıcalık (protez) sahiplerini tiye alan, patronajı altına sokan bir model geliştirdi.  Protezlere sahip olan toplumsal tabakalar, iktidarlarını tesis etmek ve çelişkileri örtmek için için bel altından çeşitli yöntemler uygularlar. 

Onlardan sınıf siyaseti beklemek beyhudedir. Ancak sistemin içinde bir kriz var: Kapitalist modernite içindeki protezliler, askeri temsil tekniklerini kullanan bütün yönetim sınıfları sembolik alanın dışında kalanları nesneleştirirken, kendileri de nesneleşir. Yani siyasal açıdan boşluk oluşturur. Yönetimler otoriterleştikçe kırılganlaşır ve ele geçirilmeye hazır hale gelir. Bürokratik devletlerin bu zaafını aşmak mümkün değildir. Bürokratik devletler kutsal hale gelen ideolojilere ihtiyaç duyar ve çırpındıkça daha çok bataklığa gömülürler. Yani bu işin şakası yok. Sanılıyor ki bu neoklasik sistem kendisini dönüştürecek. 

Artık sınıf siyaseti olmadan bunu başarma kapasitesinin olamayacağını söylemek gerekiyor. Tıpkı Gropius’un savaştan önce göstermeye çalıştığı gibi buradaki paradoks kapitalizmin normal işleyişi esnasında “kapitalizm-dışı” bir bilişsel modele, sınıf siyasetine ihtiyaç duymasıdır.

Sınıf siyaseti "uygulama" ile ilişkisini yeniden düzenlemeye uğraşan bir siyasettir

Komplike bir ilişki içinde de olsa modernliği koşullandıran iki yönelim ayırt edilir. Temsilin düz, araçsal bir mantıkla kurgulandığı neoklasik model. Temsili komplike ilişkiler sistemi olarak sorgulayan ve paradigmatik deneyimlere açan "güncellik". Siyaset tarihi bu ikisinin iç içe geçtiği, kimi zaman örttüğü, kimi zaman yapısöküme uğrattığı bu iki deneyim biçiminin bir karşılaşma alanıdır. Neoklasik model bu teması engeller yönde. Örneğin karar almak, ya da dar bir katılım alanında işi tartışmak, siyaset yapmak olarak görülüyor. Bu nedenle bu neoklasik siyaseti değiştirmek için sınıf siyasetine ihtiyaç var. Sınıf siyaseti demek oysa "uygulama" ile ilişkisini yeniden düzenlemeye uğraşan bir siyasettir. 

Neoklasik siyaset temsil meselesiyle uğraşmak yerine doğrudan nesnesine döner, onunla ilgilenir, bütünleşir. Diğeri ise temsil araçlarını görünür kılmaya ve sürekli yeniden düzenlemeye çalışır.

Bu yüzden sınıf siyasetinin meselesi bildiğimiz iktidar mücadelelerine, siyaset içindeki taraf olma biçimlerine pek benzemez. Çünkü bu bildiğimiz siyasal mücadelelerin içinde belli bir uygulama (praksis) modeli bulunur. Bundan kaçınmak, doğrudan çelişkiyi aşmak mümkün değildir. Çünkü neoklasik model bu teması engeller yönde. Örneğin karar almak, ya da dar bir katılım alanında işi tartışmak, siyaset yapmak olarak görülür. Oysa sınıf siyaseti "uygulama" ile ilişkisini yeniden düzenlemeye uğraşan bir siyasettir. 

Sonuç olarak demokrasi yalnızca ifade özgürlüğü temelinde kurumlaşamayacağı söylenebilir. Bu tür bir özgürlük tanımı aldatıcı olduğu kadar gerçekte imkansızdır. Özgürlüklerden söz edebilmek için genellikle gölgede kalan temsille ilgili maddi bir pratiklerin eşitlikçi bir şekilde katılıma açılması gerekir. Çünkü sesi çıkanlar yalnızca protezli olanlardır. Protezsizlerin adları vardır, ama kendileri yoktur. Mesele bilginin bu arayüzle temasını paradigmatik bir deneyime, demokratik bir adaba kavuşturmaktır. Bilişsel olan hiç bir zaman dünyanın, toplulukların, mekanların gerçeğine ulaşamaz, ancak onun yerine geçen maddi pratikler, koşullandırılmış kurgusal araçlar üzerinde çalışır. Bu yüzden özgürlükçü bir yönetim fikri hakikate ulaşmak üzerine değil, bu kurgulanmış pratiklerden oluşan arayüze paradigmatik bir deneyim niteliği kazandırma çabası üzerine kurulabilir.

Bu yüzden  demokrasi tercih yapma, ifade etme özgürlüğünden öte bir şeydir. 

Bültene kayıt ol