Barış ve özgürlükler için “hayır”

11.03.2017 - 08:18
Hakan Tahmaz
Haberi paylaş

Gözü, kulağı barış çalışmalarında olanların, her gün savaş, ölüm haberleri okumaktan ve duymaktan bitap düşmüş olanların, savaşın mağdurlarının yanıtını aradığı sorulardan biri de referandumdan ‘Evet’ mi, yoksa ‘Hayır’ mı çıksa barışın imkanları gelişir, ölümlerin son bulmasının siyasal zemini olur sorusu.

On sekiz maddeden oluşan anayasa değişiklik paketinde doğrudan Kürd sorununun çözümüne veya barışa dair bir madde yok. Ama referandum sonuçları herkesten daha çok Kürdlerin geleceğini ve barış sürecinin nasıl ve hangi zaman dilimi içinde gelişebileceğini doğrudan ilgilendiriyor.

Daha önce de yazdığım gibi çözüm sürecinin bitirilmesi, tarafların daha çok bölge siyasetlerinin bir sonucu olmuştur. Yanlış bir biçimde Türkiye barışı, Ortadoğu özellikle de Suriye politikalarının eklentisi haline getirildi.

Taraflar, çözüm sürecinin başında benimser gözüktükleri Kürd, Türk ve bölgesel düzeyde Kürdler arası güçlü bir ittifak, işbirliği arayışlarını terk etti. Mezhepsel, küresel güçlerle ittifakları tercih etti. Böylelikle Türkiye’nin, kendi iç barışı ötelenirken, küresel güçlerin süreci belirlemesine, Türklük ve teklik eksenli milli duruş geliştirme yönelimi ve çabaları yoğunlaştırıldı.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaşananlar ve bugün referandum kampanyası bu tekliğin ve Türklüğün yeniden üretilmesi ekseninde gelişiyor.

Çözüm sürecinin başarıya ulaşması ise tam aksi yönde ilerlemeyi zorunlu kılıyordu. Başka bir ifadeyle Kürd sorununda barışın imkânı tekçiliği değil, çoğulculuğu mümkün olduğu kadar geliştirmekten geçiyordu. Bu doğrultuda yürütülen mücadele bertaraf edilerek tekçi cumhuriyetin, devlet “otoritesi” ve yetkisi tek elde, tek merkezde toplanarak reorganize edilmek istenmesinin adı referandumda ‘Evet’ oldu.

Toplumsal ve siyasal gerçekler ile kopuk anayasal değişikliğine ‘Hayır’ diyenlerin de, bir anlamda tekçi cumhuriyetin reorganize edilme tarzına, statükolarının korunması güdüsüyle karşı çıktıkları bir gerçek. 

Ancak bu nokta, 15 yıllık siyasal, toplumsal güç tahkimini, demokratik, çoğulcu ve yetki paylaşma doğrultusunda değil, otoriterleşme, etnik ve yönetsel güç tekelleşmesini mezhepsel çerçevede sürdürmede hiçbir sınır tanımayan, insancıl ve demokratik evrensel değerlerden yoksul bir siyasal iradeyi durdurmak, ikisi arasındaki tercihlerdeki niteliksel farklılığa tekabül ediyor. 

Tek başına mevcut hükümet partisinin 15 yıl boyunca Kürdlerden gördüğü müthiş desteği nasıl ve ne yönde kullandığı/değerlendirdiği bile demokratik anlayıştan uzak olanların, güç tahkim etmesiyle gidilecek yolun kalmadığını göstermeye yetiyor.

Suriye politikasında yalnız kalan hükümetin, PYD’yi, KDP’lileştirme çabaları, ya da PYD’nin yerine KDP’yi ikame etme siyaseti, KDP’yi ise petrol parasıyla terbiye etme yaklaşımı çok şeyi anlatıyor. 1929-30 yıllarında Suriye’nin bağımsızlığı tartışmalarında Türk teziyle bu günkü tezin örtüşmesi aşırı derece güç tahkim etmiş iktidarın, nelere yol açacağını görmemize yardımcı olacaktır. Bu nedenle referandum sonuçları millileşmeye hizmet etmemeli, yerelleşmeye hizmet etmelidir. ‘Evet’, millileşmeyi ve Ankaralaşmayı güçlendirecektir.

Referandum sonrasında yedi düvelle cenk etmek üzere hazırlık yapan milli iradenin, herhangi bir sorunu çözmeyi bırakın yeni sorunlar üreteceği çok açık. Var olanları ise daha akut hale getireceği. ‘Evet’ bloğunun bu konuda çok mahareti olduğunu son dönemde batı ülkeleriyle yaşanan krizlerde de gördük.

Referandum kampanyasını Türk milliyetçileriyle ittifakla, tekçilikle yürüten, var oluşunu 1920 model cumhuriyeti korumaya indirgemiş ve son yıllarda hiçbir siyasal, yasal, anayasal, yönetsel ilerleme yapmamış; resmen veya fiilen anti demokratik uygulamalara imza atmış siyasal iradenin elde edeceği başarıyı hayra yorma çabaları sadece tarafgirlikle açıklanabilir.

Barışın, Suriye’de durumunun netleşmesine eklemlendiği siyasal süreçte, çoğulculuk ve demokratik katılımcılıkla şekillenmemiş siyasal iradenin, küresel Suriye sofrasına eli zayıflamış olarak oturması bugünkü kritik eşikte, Kürdlerin, hayrına olacaktır. Aksi yönde herhangi bir emare kırıntısının dahi gösterilemediği siyasal ortamda, referanduma kayıtsız kalmak, sonuçları itibariyle otoriterleşme eğilimine ve tekçiliğe yol vermektir.

Türkiye’nin, beka sorununu tekçilikte ve Türkçülükte ısrar edenler yarattı. Kendi tekçiliklerini başka ülkelere de dayatarak sorunu akut hale getirdiler. Barışın, çoğulculuğun özgürlükler zeminde gelişmesinin önündeki yakın ve güncel tehlikeyi ‘Evet’ bloğunun siyasal yönelimi ve kadroları oluşturuyor. İlk adım bu bloğun zayıflatılması ve yenilgiye uğratılması olmak zorundadır. ‘Evet’, cephesinin zayıflaması Türkiye’yi “PYD olmasın da kim olursa olsun” veya “ehlileştiremediğimiz Kürdler olacağına Esad olsun, IŞİD olsun”a indirgenmiş siyasetten uzaklaştıracaktır. Suriye’de Kürdlerin kazanımlarının bir biçimde korunmasını sağlayabilir ve dolayısıyla Türkiye’de barışın kapısını aralayabilir.

Değişiklik önerilerine insancıl evrensel hukuk temelinde çeşitli itirazların yanı sıra, bu nedenlerle de itiraz edilmeli ve barış, özgürlük arayışları için ‘Hayır’da ısrar etmeliyiz.

Evet, koruyup kollayacağımız, pamuklarla bezeyeceğimi bir cumhuriyet yok. Yakılan yıkılan kentleri, sokakları, tarihimizi, kültürel mirası, toprağa verdiğimiz evlatlarımızı, bebekleri, canları, barış isteyen, itiraz eden hocalarımız üniversitelerden uzaklaştırılması, kapısına kilit vurulan kurumlarımızı ve cezaevlerindeki siyasetçileri unutacak değiliz. Ama demokratik, özgür ve barışçı bir cumhuriyet kurmakta ısrar etmekten de başka her yol gerçek ve toplumsal “beka sorunu” yaratacaktır. Bunun önü yeter demekle, ‘Hayır’ demekle kesilebilir.

Hakan Tahmaz

[email protected]

(IMP News)

Bültene kayıt ol