Tayyip Erdoğan’ın alacakaranlığı

03.02.2015 - 00:51
Mehmet Sezgin
Haberi paylaş

Hiç kimse böyle olacağını düşünmemişti. Doğrusu toplumu bir kışla, kendisini de başçavuş zanneden o generallerle kıyaslandığında hiç de sevimsiz görünmüyordu Tayyip Erdoğan.

Birçoğumuz  memleketi inim inim inleten askerî vesayete karşı, içimizden biri olan bu Kasımpaşalıya tek bir şans verilmesinin dahi hayırlı bir şey olacağını zannedip durduk. Hele cezaevinden çıkınca verdiği o pozlar unutulur mu hiç? Bazen aldatılmışlığımızı ve saflığımızın ‘makara’ya sarıldığını düşünüp utanınca memlekette aslında siyaset çok basit bir iş demek geliyor içimden. Yani hiç siyaset felsefesi, pre-modernite/post-modernite ya da demokratik modernite bilmeye gerek yok diyorsun. Halkın, zincirlerini aksesuar-takı zanneden Romalı köleler gibi yaman kandırılmışlığı, onun tıpkı Demirel ya da Erbakan gibi halefleri için hep ‘siyasî bereket’ oluverdi. Nice ocakların söndürülmesi için elde bundan daha iyi ‘bereketli alan’ mı olurdu? Bu derin aldatılmışlığın altında her Ermeni cesedine cennet vaat eden nice Ermeni soykırımları, ‘Kızılbaş Kürt tepeleyeceğiz’ diyerek kanatılan Dersimler, ‘Allah için savaşa’ diyerek Maraşlar ve daha neler neler yatmakta.

Aklımda militarist Japon toplumunun çocuk yetiştirme tarzı var. Daha bebekken Japon anne çocuğunun ağlamasını bir onur meselesi yapar. Bu binlerce yıllık bir kültürdür. Annenin bebeğini “Kolun kesilirse nasıl dayanacaksın, nasıl Harakiri ya da Seppuku (Harakiri gibi bir şey o da) yapacaksın” diye motive etmesi gibi, “onura dair ritüeller”, Japonya’da düşük not alan öğrencilerin her yıl karne döneminde intihar etmesi gibi bir durum çıkarıyor ortaya.

Yani bizdeki kandırılmış toplum meselesinin  de anne tarafından söylenen bebekken kuş geçtiyle başlamış olabileceğini düşünüyor insan. Bu kadar ölümüne naif olunabiliyorken… Örneklerin hangi birini sıralamalı? Memleketin bir kısmı Soma ve hesap sözcüklerini yan yana kullanıp dururken, “huzur demokrasisi” nutuklarını cûş-u hurûşa gelip ağlayarak alkışlayan kongre salonundaki amcamı mı, ‘Ben bu Kürt sorununu çözerim arkadaş!” der demez “Biji” diyen Kürt’ü mü, yoksa Yırca’daki halkın geçim kaynağı binlerce zeytin ağacının aslında dış güçlerin Türkiye’yi ‘yolundan saptırma’  şifresi olduğuna inanan yoksul köylüyü mü?

Ölümüne kandırılmışlık bir toplumun siyasal yönetim biçimi işte. Yalanokrasi ya da… Ama gene aynı toplum,‘siyaset nedir’ diye sorulunca “yalanın türlüsüdür” diye bilgece bir cevap da verebiliyor. Bu topraklar için başka türlüsü icat edilmediğinden el-hak, doğru!

Biz böyle sorunlarına çözüm bekleyen tüm madunlar umutlanırken, o vicdanları hergün biraz daha delerek kendi kan ve demir yasalarını biriktirdi. Kâh akredite gazetecinin ‘iktidar mısınız, hükümet mi’ sorusuna ‘daha iktidar olamadık’ cevabındaki müjdeci maharetiyle, kâh ‘düşünmezsen Kürt sorunu yoktur’ sözündeki manevra kabiliyetiyle ve kâh şiir okumalarıyla bu toprakların yerli fenomeni oldu. Bakmayın Cumhurbaşkanı filan olduğuna, daha olacağı her kim ise o olmadı! CHP ve diğer muarızlar, ‘Cumhurbaşkanı siyaset üstüdür, oy isteyemez’ diye mahkeme aşındırdıkça, o her yasa ve teamülle tespih gibi oynayarak bir siyasî fenomen kalmayı başarıyor. Üstelik öyle Feyzioğlu gibi kendisine ‘atar’ yapacakları da önceden görüp ayıklayarak! Bilmem ne töreninde ‘homurdanmaya’ karşı posta koyarak!

Toplumun bir çözüm adamına (ya da kadınına) ve sağduyulu bilgeliğe değil, bir eğlence figürüne ya da son tahlilde yatıştırıcıya ihtiyacı var demek ki. Baş yatıştırıcı!

Bir söz de CHP’ ye: On iki yıl birisiyle komşuluk edilse, ticaret yapılsa, evlilik ya da ortaklık yapılsa, ya da ne bileyim on iki yıl düşmanlık yapılsa karşıdakini zerre-i miskal tanımaz mı insan? Hâlâ cumhuriyetin falanca maddelerinin, filanca yasalarının Erdoğan tiranizmini frenleyebileceğini zannediyor. Ya da böylesi daha iyi diye düşünüyor olmalı. Tıpkı toplumun yıllarca sorunlarını aynı kişinin çözebileceğini zannedip durması gibi. Üstyapı kurumu olan siyasetin altyapıyla (en genel anlamıyla toplum) paradoksal benzerliği!

Özetle, artık AKP ve Erdoğan hadiselerinin bu toplumun onlarca yıllık yaralarına bir on yıllık yara daha eklediğini unutmadan yeni bir yol-yordam aramalı! Halklar ve emekçiler HDP’yi bu günler için kurdu. ‘Huzur demokrasisi’ sözleri bir yana Güvenlik Paketi’nin şakası yok çünkü…

Bu yazı böylesine ölümcül bir rıza ile kandırılan bir toplumun dikkatini bir saniye bile olsun çekmeyebilir. Bir damla farkındalık yaratmayabilir. Ama gene de kandırıldıkça ölüyoruz ya, hiç değilse yaşamın tarafında olduğumuz bilinsin!

Mehmet SezginDemokratik Modernite dergisi editörü

Bültene kayıt ol