Başkanlık ve çevre

30.01.2017 - 12:09
Nuran Yüce
Haberi paylaş

#HayırÇünkü başlığı altında çevre hareketleri de başkanlığa neden itiraz ettiklerini açıklayan paylaşımlarda bulunuyor.

Türkiye’nin dört bir yanında maden, termik, nükleer, HES, baraj gibi çok sayıda çevresel yıkımlara yol açan proje olduğu için de bu paylaşımlarda çok sayıda sorunlu alan dile getiriliyor. Bu paylaşımlardan biri “suların özgür akması için başkanlığa hayır”dı. Başkanlık sistemini savunanlar ise “ Başkanlık gelirse Tayyip tüm suyu kendi içecekmiş, başkasına vermeyecekmiş!” gibi ilkokul düzeyinde esprilerle bu itirazlarla akılları sıra dalga geçtiklerini düşünüyorlar. Doğru, yeni yasal düzenlemelerin hiçbir maddesi çevre ile ilgili değil. Ama iki nokta var ki hayata geçirilmeye çalışılan başkanlık sistemi ile çevre yıkımı daha da artıracak.

Yıllardan beri var olan Anayasa’nın bu topluma bir beden dar geldiği, köklü bir değişime ihtiyaç duyulduğu çok açık. Değiştirilmesi dahi teklif edilemez ilk dört maddenin değiştirildiği, sınırsız örgütlenme ve ifade özgürlüğünün yer aldığı daha özgürlükçü ve demokratik bir Anayasa’ya ihtiyacımız var. Ayrıca bu Anayasa’nın ekolojik bir Anayasa olması da gerekiyor. Ekolojik kaygıların ekonomik kaygıların önünde yer aldığı, doğanın bir kaynak değil de bir varlık olarak tanımlandığı, insanın ve doğanın haklarının ayrılmaz bir bütün olduğunu kabul eden, bu hakları koruma altına alan bir Anayasa’ya ihtiyacımız var. Ancak böyle yasal bir düzenleme şu an içinde bulunduğumuz ekolojik yıkımının önüne geçebilir. Maddeler içinde böyle bir düzenlemenin olmaması birinci olumsuzluk. Ki bu olumsuzluk aslında var olan durumun yani çevre katliamının daha da artarak devam edeceğinin de kanıtı.

Hayır! Çünkü OHAL’in devamı

15 Temmuz askeri darbesine karşı ilan edilen OHAL, kısa sürede temel hak ve özgürlüklere yönelik kısıtlamalar getirdi, keyfi, hukuk dışı uygulamalara yol açtı. Oysa askeri darbeleri geriletmek, darbe girişimlerini engellemek için de siyaseten tercih edilmesi gereken demokrasi olmalıydı. Hükümet tercihini tam tersi yönde yaptı. Antidemokratik uygulamalardan çevre de nasibini alırken OHAL fırsatçılığı bu alana da uygulandı. Bu fırsatçılığın çevre bazında çok örneği var ama en bariz düzenlemesi Madde 75 idi. Hükümetin stratejik yatırım kabul ettiği projeler için; tabiat varlıkları ve SİT alanlarını kullanıma açan, bu projeleri tüm denetim mekanizmalarının dışında tutan, şirketlere Kurumlar Vergisi ve Gümrük Vergisi muafiyeti, gelir vergisi stopajı teşviki tanıyan, hazine arazilerini 49 yıllığına bedelsiz tahsis eden, yatırım finansmanlarında kullanılan krediler için 10 yıla kadar faiz ve kar payı desteği sağlayan bir düzenlemeyi OHAL kapsamında KHK ile oldu bittiye getirdiler. Bu maddenin darbecilerle ve darbe koşullarının geriletilmesi ile bir ilgisinin olmadığı çok açık. Bu madde ile hem hiçbir denetime tabi olmayan çevre yıkımlarının hem de bugüne kadar dava konusu edilmiş projelerin (nükleer, HES, termik santraller, madenler, mega projeler vb) Bakanlar Kurulu tarafından stratejik yatırım kabul edilmesi halinde davalarının düşürülmesinin yolunu açtılar. OHAL döneminde ÇED olumlu raporları daha hızlı verildi. Yatırımların önünü kestiğini düşündükleri ÇED süreçlerini tamamen işlevsiz hale getirmede kararlı olduklarını ifade eden hükümet yetkilileri OHAL içinde elde ettikleri bu yetkileri kalıcılaştırma çabası içindeler.

Nuran Yüce

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol