Trump’ı istemiyoruz, ama patronlar da istemiyor

11.11.2016 - 15:58
Alex Callinicos
Haberi paylaş

Önce Brexit, şimdi de Trump. Burada anlamaya çalışmamız gereken bir model var. Irkçı ve cinsiyetçi bir emlak komisyoncusunun ABD başkanlığına seçilmesi elbette iğrenç bir durum. Ama olmakta olan daha büyük bir şey var.

Britanya ve ABD neoliberalizmin öncülüğünü yapan iki gelişmiş kapitalist toplumdu. İngiltere’de 1979’da Margaret Thatcher’ın, ABD’de ise 1980’de Ronald Reagan’ın seçilmesinin ardından bu politikalar uygulandı. Şimdi her iki ülkede de 35 yıldan fazla süredir süren küreselleşmiş serbest pazar kapitalizminin birikerek gelen etkileri görülüyor.

Bu etkileri çok büyük oranda kuvvetlendiren şey ise, Marksist blog yazarı Micheal Roberts’ın Uzun Bunalım olarak adlandırdığı 2007-8’de başlayan kriz oldu. Bu yüzden siyasal sistemde bir karışıklığa tanık oluyoruz. Bir yandan, hangi partinin iktidarda olduğundan bağımsız olarak, siyaset giderek neoliberalizme sıkı bir şekilde bağlı iş dünyası seçkinlerinin egemenliğine daha fazla giriyor. Bunun belki de en açık örneği sekiz yıl önce Barack Obama’nın kazandığı seçim zaferiydi. Obama, gerçek bir değişimin umutlarının önünü açarken, var olan sisteme dokunmadı.

Diğer yandan ve bir sonuç olarak, şu veya bu şekilde neoliberal politikaların ve ekonomik durgunluğun kurbanları olan ve sayıları giderek artan yoksul insanlar ana akım siyasetten giderek uzaklaşmaya başladılar. Ancak hâlâ oy hakları olduğu için, onların hoşnutsuzluk ve öfkeleri tahripkâr siyasi etkiler yaratabildi.

Bizzat Trump, kendi başkanlık kampanyası ile Brexit arasındaki benzerliklere dikkat çekti. 23 Haziran’daki referandumda, düzenin tüm güçleri Britanya’yı Avrupa Birliği'nde tutmak için seferber oldular. Avrupa Birliği, City of London’ın (ç.n. - Londra'da finans kurumlarının olduğu bölge) Thatcher döneminde zenginleşmesi için yeniden biçimlendirilmesine izin verirken, neoliberalizmi Avrupa toplumuna pompalayan bir aygıt hâline geldi. Ancak AB’de kalma yanlısı büyük sermaye başarısız oldu, bunu da hak etmişlerdi. Referandum sonucuna dair yapılan tüm analizler, yoksulluk arttıkça AB’den ayrılma oyunun da arttığını gösteriyor.

Benzer bir şekilde ABD başkanlık seçimlerinde büyük sermayenin de dâhil olduğu düzen güçleri Hillary Clinton’ı desteklediler. Clinton'ı çılgınca desteklemiyor olabilirlerdi ancak onu Trump’a tercih ettiler. Cumhuriyetçi Parti liderliği ise Trump’ı yalnız bıraktı. Cumhuriyetçi Parti’nin daha önceki başkan adaylarından Trump’a oy veren tek kişi, 1996’da Clinton’ın ağır bir yenilgiye uğrattığı talihsiz Bob Dole idi.

Brexit örneğinde olduğu gibi büyük sermayenin aldığı tutum rasyoneldi. Trump kampanyasında, ABD emperyalizminin 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana inşa ettiği ve sürdürdüğü liberal, kapitalist uluslararası düzene karşı çıktı. Yani, Amerikan askeri gücünün desteklediği serbest ticarete ve sermayenin serbest dolaşımına karşı kampanya yürüttü. ABD ana sanayisinin gerilemesinden sorumlu tuttuğu bir dizi ticari serbestleştirmeyi kınadı. Bunu o kadar etkili bir şekilde yaptı ki, Hillary Clinton’ı daha önce desteklediği Trans Pasifik Ortaklığı ticaret anlaşmasına sahip çıkmaktan vazgeçmeye zorladı. Ancak Hillary’nin bu geri adımı, salı günü Trump’ın Amerika’nın orta batısındaki eski sanayi eyaletlerinde -Pennsylvania, Ohio, Michigan ve Wisconsin- başarı kazanmasını engellemedi.

Dolayısıyla burada seçmenlerin mevcut neoliberal kapitalist düzenin etkilerine karşı iki büyük isyanını görüyoruz. “Etkileri” kelimesini kullanıyor olmam önemli. Bunlar açıkça neoliberalizme karşı çıkan isyanlar değillerdi. ABD’de Bernie Sanders’ın seçim kampanyası, açıkça sosyalist olduğunu söyleyen bir adayın tam da Trump’ın üzerinde egemenlik kurduğu seçmenlere nasıl seslenebileceğini gösterdi. Maalesef Sanders, kendi kampanyasının Demokratik Parti’nın idari aygıtı tarafından bastırılmasından sonra Clinton’ı destekledi.

Bu seçim hezimetinin ardından ABD’deki sol, en sonunda gelişmesini engelleyen Demokratik Parti’den kurtulmayı başarabilecek mi? Sonuç olarak ortada üç soru var.

İlk olarak, bu eğilim sürebilir mi? Kesinlikle evet. Fransız faşist lider Marine Le Pen, önümüzdeki bahar yapılacak Fransız başkanlık seçimleri açısından da bir işaret olan Trump’ın seçilmesini kutladı.

İkincisi, Trump gerçekten ne gibi bir değişim yaratabilir? Bunu söylemek zor. Onu yaratan finansal spekülasyonun neoliberal çağıydı, o da bundan kopmayacaktır. Ancak seçmenleri onun büyük oranda karşılanamaz olan başkanlık kampanyası vaatlerini yerine getirmesini bekleyecektir. Bu durum onun yönetiminde büyük bir gerilim kaynağı olacak. Ancak en azından Brexit’in ardından Trump’ın seçilmesi, bu yıl liberal kapitalist düzende açılan ikinci gediği temsil ediyor. Krizleri yöneten ve diğer önde gelen kapitalist devletleri koordine eden ABD, bu düzenin kilit aktörüydü. Şimdi ise önceden tahmin edilemeyen bir unsur hâline geldi. Küstah, işlevsiz ve giderek daha da sevilmeyen bir güç olan AB, boşluğu doldurabilir mi? Sorunun cevabı içinde gizli. Daha geniş anlamda ABD ve Britanya’da siyasi sistem, sermayeye olan geleneksel tabiiyetinden kurtuluyor. Büyük sermaye ne Brexit’i ne de Trump’ı istemişti ve şimdi dehşetle bakakalıyorlar. Bu, büyük ihtimalle, devlet ve sermaye arasında yeni bir denge kurulmadan önce içinden geçilen geçici bir durum olacak. Ancak bu aynı zamanda muazzam bir istikrarsızlık kaynağı.

Üçüncüsü, biz ne yapacağız? Her şeyden önemlisi direneceğiz. İlk siyah başkanın ardından gelen bariz ırkçı, Batı toplumunu silip süpüren ırkçı dalgayı kuvvetlendirecektir. Burada İngiltere’de bizler, geniş bir birleşik bir kampanya olan Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk (Stand Up To Racism) kampanyasını inşa çabalarımızı ikiye katlamalıyız. Trump’ın Amerika’sında siyah, göçmen ve Müslüman topluluklar kuşatılmış gibi hissedecek. Black Lives Matter (Siyahların Hayatı Önemlidir) ve buna benzer hareketler daha da önem kazanacak. Ancak direniş yeterli değil, bir stratejiye de ihtiyacımız var. Trump’ın zaferi, popülist sağın neoliberalizmin ve krizin etkilerine karşı olan isyanı şekillendirmekteki başarısını gösteriyor. Devrimci sol nasıl daha iyi bir alternatif sunmaya başlayabilir? Önümüzde dönemde, ağır işler ve yaratıcı düşünce ihtiyacı bizleri bekliyor.

Alex Callinicos

(Socialist Worker'dan Onur Devrim çevirdi)

Bültene kayıt ol