Kilit

27.10.2016 - 10:34
Sennur Baybuğa
Haberi paylaş

Doğu ve güney sınırlarımızın ötesi kaynıyor, sınırlarımızın iç kısımları yanıyor, bizim mahallelere doğru geldikçe de çürüyen suyun içinde yemek için bir lokma balık aramaya devam ediyoruz.

Gerçek, bir yerden bakarken, bu iken, kilidi kapalı halde pas tutmuş siyasetin antipasının ne olacağını kestiremeden kimi olağanüstü bulduğum ama çokça da zorladığım bir heves ile hayata yarın için yine de neşe ile tutunmaya çalışıyoruz, çalışıyorum.

Git gide daha netleşen bir resim gibi memleket, savaşa girmeye ve belki de olası bir üçüncü emperyalist bölüşüm savaşından bir lokma kapmaya yemin hayalleri içmiş bir iktidar, burada yaşayan milyonları kendi içlerine hapsedip şehit olmaktan başka bir şey düşünemez hale getirmek için ülkeyi bu hale getirmiş bulunuyor. Burası kilitlendi, açamıyoruz, kimse açamıyor, açılamaz hale sokuluyor ve dışarıda, yaşanamaz hale soktuğumuz bu topraklara ek bir şeyler düşer mi diye ağzımızın suyu aka aka bakmaktayız ki toplumsal şizofrenimize ne kadar da denk düşüyor, zira bu ara insan hayal kurmaktan başkaca hiçbir iş yapamaz yaşamak için. Sadece çoklarca genç ölecek, birileri seçim kaybedecek, başka birileri seçim kazanacak, galipler mağlupları mağluplar galipleri, nefretleri ile masamıza takdim edecekler, biz ise günlük hayatımızı hangi hayalimizle birlikte geçirip akşam etsek diye bütün gün ruhumuzun peşinde ıslık çalacağız. Bu mu? Şimdilik bu. Zira edebilemiyoruz, zira aynısıyız onların hala biz, biziz.

İki aydır Bakırköy Cezaevi’nde tutuklu yazar Aslı Erdoğan'ın Frankfurt Kitap Fuarı için yazdığı mesajı okudum, memleketteki tüm edebiyatçılara yönelik hem bir çağrı ve hem de bir anımsatma içeriyor mesaj 'edebiyatçılar bütün diktatörleri yenmiştir.’ Yazı bütün savaşları hem kazanabilir ve hem de kaybedilebilir, okuyanın ve yazanın gücüne bağlı, kelimeler. Necmiye Alpay, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, adını sayamadığım onlarca gazeteci, edebiyatçı, yazar. Kim rast gelirse bir yerden 'içeride' Atilla Taş’ta içeride, twit atmak dışında hiç bir sahnesi olmayan bir genç popçu.

Bu düşünce tembeli, iş tembeli hakikat ve aslında oldukça da düş tembeli memleket halklarının kendine gelmesi ve lan biz ne yapıyoruz diyebilmesi için nasıl bir şok etkisine ihtiyaç duyduğumuzu ben bilmiyorum hala. Oturduğum yerden izlersem ve biraz da kenardan bakarsam zihnim açılır diye düşündüm ama oturduğum yerde, memleket 4 aydır OHAL ile yönetiliyorken ve hala hiçbir şey yokmuş gibi, cezaevlerinde -evet şubelerde değil sadece- işkence yokmuş gibi, haksız gözaltılar yokmuş gibi, bir gecede bir KHK ile tüm hayatları alt üst edilen sıradan vatandaşların bulunduğu bir ülkede yaşamıyormuşuz gibi, alıştığının peşinde 6 ay öncesinde siyaset yaptığını sanan bizlerin bu derin uykusunu izlemek de pek bir şey katmıyor doğrusu insana, öfkesini ve kırgınlığını büyütüyor o kadar.

20 yılı geçti avukatlık yapıyorum, memleketi izliyorum, gözaltında kayıplar, faili meçhul cinayetler, asit kuyuları, olmadı en hafifinden resmiyete 'büründürülmüş' işkenceler, bir sürü şeye tanıklık ettik bu ülkede biz. Ama ve mesela işkencenin ekranlar önünde tüm delilleri ile paylaşılıp halkın tümüne pay edilip oh be dedirtildiği bir zamanı hiç görmemiştim. Askeri rejimlerin bile işkence 'iddialarını' örtbas etmek ve herkesten gözlemek için gösterdiği çabayı tersine çevirerek mümkünse gözümüzün içine baka baka işkenceyi herkes için 'sistematik' ve 'kabul edilebilir' hale getirmeye çalışan bir adli, güvenlik sistemi ile karşı karşıyayız, hem de doksan dereceden.

Bu arada beceriksiz iktidar ve acze düşmüş devletimiz, erkanındaki nitelik düşmesi nedeni ile tecrübeli usta eski oyunculara duyduğu ihtiyaca binaen, Mehmet Ağar'lı, eski çete başlı, tescilli katilli, yatmış çıkmışlarını bize yeni yemek gibi ısıtıp önümüze lokma lokma koymakla meşgul ki, solculara yaptığı haksızlığı 'özeleştiri' mahiyetinde hepimize sunan Ağar'a ne kadar hürmet etsek azdır. Kadim devlet bahane buldu, kendine tekrar geliyor, biz ne yapacağız?

Sennur Baybuğa

(Bas Haber - 23.10.2016)

Bültene kayıt ol