Dilimiz ve algılarımızın yazacağı satırlar

18.10.2016 - 13:17
Sennur Baybuğa
Haberi paylaş

Kendimi bildim bileli gözlük takıyorum. O kadar alışmamışım ki onsuz bir hayata, kimi zaman gözümde gözlüklerim var iken iyi görmek için aradığım bile oluyor, unutuyorum orada.

Dışarının benim gözlerimden iki tür görünüşü var, bir onlarsız bir de onlar varken. Hangisi gerçek dışarısı bilmiyorum ama doktorlar ve tıp gözümde o alet varken görünenin normal olduğunu söylüyor ben de böyle kabul ettim. Son aylarda yalnız, kitap ya da başka bir şey okurken, yıllardır benim yerime gören o camların okumaya yetmediğini ve esasen onlar olmadan daha iyi seçtiğimi fark ettim yazıları, demek ki tıbbın da bir diyalektiği var kendi içinde. Gözlük olmadan uzağı göremiyorum artık ve varken de okuyamıyorum. Bu tuhaflıklar karşısında görme ve yaşamın algılanması süreçlerinin de yaşa başa göre değişebildiğini fark ediyor insan. Hem de psikolojik değil sadece fiziksel hakikatiniz bile buna yol açabilir.

12 yaşına girmesine birkaç ay kalan kızım, okulunda bir şairin araştırılması ödevinde Nazım Hikmet'i seçmiş, on gündür evde Nazım çalışıyor, bugün de heyecanla sunumunu yapmaya gitti. Elbette öğrendiği yeni olan her şeyi önce bende sınar. Sonuçta ben onun çamaşırını yıkayan, yemeğini yapan arada kendi kendine kitap okuyan ama onun okudukları ile fazla ilgili gibi görünmeyen bir anneyim, anneler her şeyi de bilmemelidir işte, doğrusu budur, zira çocuk öğrenecek onu biz söylemeden. Mutfakta biber dolmasını doldururken ‘Nazım Hikmet’in akrabaları hep şairmiş, o kadar şiiri hangi ara yazmış’ diye geldi yanıma. Aklıma birden pirinç maydanoz, soğan arasında Nazım'ın oğlu Memed'e yazdığı şiir geldi, çok havalı biçimde okudum. Gözleri fal taşı gibi açık ‘neden böyle okuyorsun’ deyince de ‘biz Nazım'ın sesinden dinledik bu şiiri yıllar oldu, gizli gizli kasetlerini dinlerdik evde, yasaktı, sonra da saklardık, o böyle okuyordu aklımda kalmış’ dedim. Bir sesin, bir şiirin, bir şairin yasak olması halini o çocuğa anlatmak mümkün olabilir mi, internetten şairle ilgili neredeyse tüm bilgilere ulaşılan bu çağda. Nazım'ın mahpusluğu, bizim adada da ki askeri okuldan atılması ama cezaevi sonrası zorla askere alınmak istenmesindeki devlet aklının çocukta yarattığı manyak mı bunlar sorusu, bu kadar acının arasında verdiği binlerce eser. Yahya Kemal'le akrabalığı, Oktay Rıfat'ın kuzenliği ve bir dolu şey. Tüm bunları kız ile tekrar hatırlarken bir şeyi fark ettim; çocuk benim gördüğüm, yıllarca baktığım yerden değil, bana zamanında öğretilmiş ve yıllarca okuduğum bildiğim yerden değil, yemyeşil neşeli bir bahar penceresinden bir devrim şairini, şairinin de hak ettiği biçimde coşkun biçimde öğreniyor, nakşediyor ve aralarda Nazım'a yapılan tüm zulmün ne kadar aptalca ve akıldışı olduğunu görerek bana da akıldışı ve aptal bir neslin evladı olduğumu hatırlatıyor.

Yazarken kafamdaki bağlamı kaçırıyorum, tüm bunlar aklıma aslında, sabah okuduğum Türkiye’de iç savaş tehlikesi kaygısı taşıyan bir yazıdan dolayı geldi. Türkiye'de bir iç savaş tehlikesi var mı? Hayır yok, bu ara gözlüklerimiz biraz bulanık görüyor, evet biliyorum, yazılan çizilen her şeyi ve tarihimizi de kendi okumak istediğimiz ya da bize öğretilen gibi okuyoruz bunu da biliyorum. İşin bu yanı ile içimizde bir şiddet sevdasının ya da korkusunun oluştuğunu inkar edecek değilim ama dilin ve algısal dünyamızın sosyal hakikatle buluşmasının ya da buluşmamasının bizim elimizde kimi de bize rağmen başkaca olabileceğini de biliyorum. Toplumsal hayatın, özellikle barış sözcüğünün günlük siyasamızın militer bir kavramı haline geldiği bu dönemde de kullanılacak en son sözün iç savaş tehlikesi olduğunu söylemek istiyorum özcesi. Hem sabah akşam barış diye bağırdığımız ve hem de bizim savaşma korkusunu sürekli gündemimizde tuttuğumuz bu zamanların, kullandığımız kelimelerin tehlikesi ile bizi götüreceği yere dikkat etmek gerekiyor. Birbirimizle savaşmayacağız, komşu komşuyu öldürmeyecek bu ülkede. Olmadı, biber dolması yaparken çocuklarınıza bakın, fecaatinizi size gösterecektir.

Sennur Baybuğa

(Bas Haber)

Bültene kayıt ol