Sivil alanda savaş, başkanlık

17.10.2016 - 08:18
Hakan Tahmaz
Haberi paylaş

Savaş hız kazanıyor. Belediyelere kayyum atamaya, HDP milletvekillerini mahkemelere, yargı kararıyla zorla götürme hazırlığına sivil siyasetçilere gözaltı operasyonu eklendi. HDP ve DBP’ye dönük baskılar yoğunlaştı. İki yüzün üzerinde HDP veya DBP il ve ilçe yönetici gözaltına alındı. Hâkim kararıyla parti binaları arandı. Bu hafta içinde iki AK Parti yöneticisi silahlı saldırıyla öldürüldü.

PKK, belediyelere kayyum atanmasından hemen sonra kayyumları ve AK Parti yöneticilerini hedef ilan etti. İki hafta önce 13 televizyon ve 10 radyonun OHAL yetkisiyle bir kalemde kapatılması ve mallarına el konulması sonrasında bazı HDP milletvekillerinin gözaltına alınması beklenirken, HDP ve DBP yerel örgütlerine yönelik KCK operasyonlarına benzer operasyon başladı.

Dağdaki, ovadaki silahlı çatışmayla elde edilemeyen sonuç, silahsız sivil alanda yürütülecek savaşla elde edilmeye çalışılıyor. Kentlerin yıkımına, binlerce insanın iç göç yaşamasına ve ölümüne yol açan “hendek savaşından” sonra, sıranın sivil siyasete gelmiş olması fazlasıyla endişe verici ve geri dönülmesi zor bir yol. Bu yolda ve politikalarda ısrar edilmesi ve yaygınlaştırılması savaşın çok fazla uzamasına ve OHAL durumunun “normalleştirilmesine” hizmet edecek bir gelişme olacak.

Türkiye’nin Başika Kampı’nda bulunan askerini çekmemesi konusunda Bağdat hükümetiyle yaşanan gerilim, Lozan tartışması ve Fırat Kalkanı Operasyonu gibi konuları dikkate aldığımızda Ankara’nın Kürd sorununu çok fazla aşan bir hazırlık içine girdiği görülüyor.

Kamuoyunun unuttuğu başkanlık sistemi tartışmasının MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından gündeme taşınması bütün bu gelişmelerle birlikte ele almak gerekiyor. Süreci bu çerçevede değerlendirdiğimizde 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında devletin reorganize edilmesini bir tür yeni “milli kuruluş” olarak görenlerin esas muratlarının Kürd hareketini bu sürecin dışında bırakma gayretiyle debelendikleri çok rahat görülüyor.

Türkiye öncelikle uzun süredir gündeminde olan sistem tartışmasını hangi hedefe matuf sürdürüleceğine karar vermelidir. Başkanlık sistemi de dâhil olmak üzere hiçbir tartışmaya baştan ambargo konulamaz. Ancak insanlığın ulaştığı evrensel normlardan, özgürlüklerden ve demokratik muhtevadan geri bir konuma savrulmama temel prensibiyle hareket edildiğinde ülke ileriye doğru gitme imkânına kavuşabilir. Hükümet tarafından çok sıkça dillendirilen bu günkü fili durumu yasal bir çerçeveye kavuşturmak ise Türkiye’nin değil, AK Parti’nin derdine deva olur. Bunun da “ben yaparım olur” anlayışıyla kişiselleştirilerek yapılması mevcut sorunlardan daha büyük ve yeni sorunlara yol açma tehlikesi barındırıyor.

Başkanlık sistemi tartışmasının kalıcı, demokratik ve sorunlarımızı çözücü bir işlev görebilmesi için öncelikle savaşın, OHAL dönemin bitirilmesi, demokratik tartışma ortamının yaratılması maksadıyla mevcut yasalarda bazı iyileştirmelerin yapılması ve normalleşmenin sağlanması gerekiyor. Her meselenin ve konunun milli güvenlik sorunu olarak ele alındığı, her türlü barış/çözüm isteğinin ve çabasının fiilen suç kapsamına alındığı, muhalif medya kuruluşlarının kapatıldığı ve yoğun baskı altında olduğu, gazetecilerin tutuklandığı, Necmiye Alpay gibi dil bilimcinin, Aslı Erdoğan gibi bir edebiyatçının terör örgütü üyesi suçlamasıyla yüz yüze kalabildiği, içeride ve dışarıda savaşın sürdüğü koşullarda yürütülecek tartışmak ancak “üzüm yemek değil, bağcı dövmek” olur.

Bu bakımdan uzun bir süredir gündemde olan başkanlık sistemi tartışmasını parlamenter sistem,  özerklik/yerelleşme ve demokratikleşme ekseninde tartışılmasına ihtiyaç var. Her bir sistemin avantaj ve dezavantajlarının tartışılmasında akademi ve medya başta olmak üzere bütün toplumsal aktörler de ancak OHAL’ e son verildiğinde ve savaş durdurulduğunda etkin rol alabilirler. Bu sağlandığında ise Kürd sorununun müzakere zemini oluşur.

Hakan Tahmaz

(Bas Haber)

Bültene kayıt ol