Ülkem benim

14.09.2016 - 11:35
Sennur Baybuğa
Haberi paylaş

Evet, toplumsal cinnetimiz sessizce devam ediyor. Cinnet demekten başkaca bir yorum yapabilecek durumda değilim.

Adli yılın açıldığının ertesi günü adliyeye gittim, koridorlar bomboş, bomboş dediysek bomboş yani. Kimse yok, öyle durumda. Bir iki kaleme uğradım işim vardı, kalemlerde birer memur var, arkadaşlarınız nerede diye sordum, ‘adli tatilde çalıştık biz çoğu tatile gitti bayram sonu dönerler’ dedi kalanlar. Bir kısmı da yere bakarak bazı arkadaşlarının artık gelmeyeceğini söyledi, hiçbir şey sormadım zira tanısalar bile bir şey demek istemediklerini hemen anlıyorsun. Benim adliyeye gitmediğim zamanlarda duruşma salonlarından gözaltına alının hakimler olmuş -eskiden buna suni dengenin altüst oluşu der miydik ki biz- genelde karı koca olan hakimler alınmış, ben sadece bana aktarılan ayaküstü bilgileri veriyorum, emin değilim. Duruşmalarımıza kimlerin gireceğini henüz bilmiyorum, belki bilen arkadaşlarım vardır. Evvelce duruşma savcılığı yapan ve canımızı yakan bir kısım savcının artık ‘içerde’ olduğunu öğrendim, sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim. Hissisizim. Gözaltına alının bir hakimin ‘beni şubeye götürmeyin ne olur hemen tutuklayın’ dediğini öğrendim. Bir tane icra dairesinde iş yapmaya kalktım, on memurun oturup birinin önünde kuyruk olmasından endişeye düşüp bir an neden onlar oturuyor pardon diye höykürmemle, yanımdaki sakallı genç avukat, ‘yeni başladı tümü, eskileri aldılar buralardan’ dedi. Hiçbir şey sormadım, zira sorulmamasını istediğini, buna cevap veremeyeceğini anladım. Kapıda bana her seferinde hoş geldiniz diyen güvenlikçilerin artık benimle konuşmadığını fark ettim, sanırım benim girdiğim kapıdakiler yok artık emin değilim, selam veremedim, almak istemeyecekleri hissine kapıldım. Kantinler boştu, boş bir balkonda sigara içtim. Ve adliye koridorlarında yapabileceğim bir başka meslek var mı diye ciddiyetle düşündüm, henüz bilmiyorum.

Kızımın okul müdürünün görevinden alındığını öğrendim, iki çocuğu varmış, üzüldüm, kötü bir yönetici değildi,  gerisini bilemem. 12000 civarında ‘bölücü hocanın’ da işten atılacağını öğrendim. Hastanedeki görevinden alınan doktorlar aradı beni, yerlerine kim geçer bilmiyorum, soramadım. Görevlerinden atılan, biz kendilerinin solcu olduğunu sandığı, İslami bir cemaate mensup olmakla suçlanan hocaları gördüm. Bölümlerine gidip özel eşyalarının bile anılmasına izin verilmediğini okudum, ihbarcılık ve alçaklık zamanında olduğumuzu öğrendim, varlığından şu ya da bu nedenle rahatsız olunan herkesin, bir Alevi’nin bile cemaatçi diye ihbar edilebildiğini ve buna inananlar olduğunu öğrendim. Öğrencilerin koridorlarda alkışla uğurladığını gördüm çoğunu, özendim. Üniversitelerinden henüz atılmayan hala bir işleri olan akademisyenlerin hürriyetlerinden yoksun kalma korkusu dahil olmak üzere ağır bir korku ile öğretim yılına hazırlandığını öğrendim. Üniversiteleri dozerlerle yıkılıp kapatılmış binlerce öğrencinin nerede okuyacağının henüz belli olmadığını velilerinin kabus içinde uyuyamadığını öğrendim. Diyarbakır'da içlerinde milletvekillerinin olduğu elli kişinin süresiz açlık grevine girdiğini öğrendim ve bunun medyada haber olarak bile geçmediğini öğrendim. Herkesin buralardan gitmek istediğini ama vatan sevdasının tüm ölümlerin yarattığı hasretten daha baskın bir sevda olduğunu öğrendim. Hem vatanlarında birlikte yaşayamayan, nefes alamayan ama hem de birbirlerinden de ayrılamayan insanların ülkesinde olduğumu öğrendim. Onlarca yazarın, gazetecinin içeride olduğunu öğrendim.

Mazlum bir sessizlik içinde artık ne yapacağını bile kestiremeyen binlerce mağdur, binlerce muzaffer ve ama milyonlarca mutsuz milyonlarca ölü ruhun yaşadığı vatanıma geldiğimi biliyorum. Çok ağır zamanlardan geçiyoruz, büyük bir belayı atlattığımızı biliyorum ama bitmeli artık.

Biraz içsek, çakır keyif olsak, birbirimizin omzunda ağlasak düzelir mi her şey. Gerçekten yaşanmaz böyle sevgili ülkem. Hoş bulduk.

Sennur Baybuğa

(Bas Haber)

Bültene kayıt ol