İç sıkıntısı

06.09.2016 - 10:15
Sennur Baybuğa
Haberi paylaş

Aynı huzursuzluklardan muzdarip olmadığın insanlarla yan yana bulunmanın aslında kişisel bir işkence olduğunu anlamaya başlayalı bir hayli zaman oluyor.

Tam oturmamış bulunduğu için kafamda, hala öğrendiğim, bunca yıldır okuduğum kitapları benimle birlikte okuyan insanlarla aynı şeyleri düşünüp hissettiğimi zannedip duruyordum, küçük ya da büyük ayrılıkların çoğunun, kimi zaman okuduğumu yanlış anlamamdan kaynaklı olduğunu düşündüğüm de oldu. Kimi kendi sınıfsal pozisyonumu sorguladığım, kimi kendimden nefret ettiğim hatta. Kimi kişisel zaaflarımla durumu açıklamaya çalıştığım kimi de öykünerek ve benzemeye çalışarak durumdan kurtulmaya çalıştığım.

Kırk yaşını geçmiş bir kadınım ben, bir çocuk büyüten bir meslek icra eden. Boş olmayan zamanlarında okumaya çalışan kendini oyalamak için sadece tavandaki renklerin hareketlerini izleyip uyumakla yetinen. Hayatının büyükçe bölümü tüm insanlık alemi için duyduğu ergen acılarıyla geçmiş, bir çıkış yolu aramaya çalışmış, kimi birileri ile birlikte kimi yalnız bu acılarla baş etmenin yollarını aramış. Esasen coşkulu ve soru sormadan bir şeyin arkasına düşecek birisi olmasam bile, aynı kitapları okuduğunu düşündüğü insanların coşkusunda kendi melankolisini unutmaya çalışmış. Hep soyut bir halkı sevmiş ama insanla zor anlaşmış, adaletin peşine düşmüş ve kendisine karşı bile adil davranmamış. Barış demiş ama silahın konuşulduğu yerlerde yaşamış, çoğulculuk demiş ama otoriter yöneticilik yapmaktan utanmamış, düşünce hürriyetini savunurken farklı fikirlere sinirlenmiş, belki herkes kadar olmasa çoğu genç kadar çelişkileri ile bu yaşa gelmiş. Ayrımcılığa karşı dururken, ötekileştirilmiş toplulukların aslında ötekileştiren apolitik tutumlarını hoş görerek ve görmezden gelerek çelişkinin derinleşmesine hizmet etmiş bilerek, halklar derken aslında mağduriyetten çok popülizmin peşinde kimi zaman yürümüş, kimi zaman haksızlığı tanımlarken başka haksızlıkların da kapısını araladığını fark etmemiş. Hem bütün canlıları sevmiş ve hem de yakınında bulunan birçok canlıdan içinin taa derinliklerine kaçıp kendine kocaman bir mağara inşa etmiş birisi. Bir küçük burjuvanın önlenemez hezeyanlarının lanetini yaşadığını zanneden kaba proleter ahlaktan muzdarip bir tuhaflık.

Bugün Vedat Türkali'nin cenaze törenine gittim. Enerjisi ile beni kendine hayran bırakan ve içindeki ateşten bir parçaya sahip olmak için içimdeki tonlarca ormanı yakmayı göze alacağım görkemli yoldaş ve yazarımın cenaze merasimine. Hayatım boyunca bahçesine girerken bile ürktüğüm o caminin avlusunda oluşturulan protokolü uzaktan görürken ve coşkulu bir eylemin ruh halini yaşarcasına kendi fotoğraflarını çeken aynı kitapları okuduğumu hala düşündüğüm insanları izlerken hissettiğim bir şey vardı -düşündüğüm diyemeyecek kadar güvensizim artık- ben o kitapların tümünü ama tümünü unutmaya hazırım artık. 1919'un Samsun'unda doğmuş ama Kemalizm’in lanetine bulaşmamış, bu coğrafyayı içinde yaşayan tüm halkların dilleri ve dinlerinin tümü ile seven tümü ile var kabul eden bir komünistin cenazesinde, varlığını ve dostluğunu kalabalık karşısında ayrılacak gibi kullanmak.

Bu ülkede edinilmiş ne kadar kötü alışkanlık varsa hepsini taşıyan ruhlarımız, siyaset edişimiz ve düşünsel yol alışımızda bunlarla uğraşmayı ve benzerimizden başka bir şeye dönüşmek gerektiğini fark bile etmeyen algısal hatalarımız.

Asıl problemimizin ne olduğunu şu anda bilmiyorum bunun üzerine düşünüyorum; biraz daha tavandaki renkleri izleyerek içimde dans ettireceğim onları. Ama hissedişim de şu var ki, ben kırk yaşını geçmiş bir kadın olarak ve ömrünü o kitapları okuyarak geçirmiş ve geçirecek birisi olarak, aynı kitapları okuduğumu sandığım bu ülkenin çoğu okuru ile aynı kişi değilim. Barışın inşasının, özlediğim geleceğin inşasının, dostluğun ve dayanışmanın inşasının da çoğu bu arkadaşlarla olacağına artık inanmıyorum, eminim.

Sennur Baybuğa

(Bas Haber)

Bültene kayıt ol