Israrla barış açısını savunmak

05.09.2016 - 10:42
Hakan Tahmaz
Haberi paylaş

Türkiye, “normalleşmeye” en fazla ihtiyaç duyduğu süreçlerden birini yaşıyor. 15 Temmuz darbe belasından sıyrılmış olmanın toplumda açığa çıkardığı sinerji bir fırsatta dönüştürülemedi. İktidarı ile muhalefetiyle bu konuda ne kadar “becerikli” olduğumuz bir kez daha açığa çıktı. Sezar’ın hakkı Sezar’a en becerikli olanı hiç kuşkusuz iktidar partisidir.

Türkiye “normalleşmesinin” kapısını aralayacak, yegâne şey bizi boğmak üzere olan şiddet/savaş sarmalından bir an önce çıkmak olduğunun herkes farkında. Ancak şiddet/savaş sarmalından çıkmamak için büyük bir direnç gösteriliyor.

Önceki hafta yaşananlara baktığımızda bu direncin boyutunu ve sürüklediğimiz cehennemi daha iyi görebiliriz.  

Beklenmedik bir anda İçişleri Bakanlığı’nda görev değişimi yaşandı. Bunun nedeni üzerine kafa yormak yerine sonuçlarının ne olacağı üzerine kestirimde bulunmayı tercih ederim.

Oslo sürecinin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın yerine İdris Naim Şahin’in İçişleri Bakanı olması ne türde sonuçlar doğurduysa, Efkan Ala’nın yerine Süleyman Soylu’nun atanması da benzer sonuçlar üretecek. OHAL ile çoğalmaya başlayan güvenlikçi devlet pratiklerinin daha da artma ihtimali oldukça yüksek. Soylu’nun siyasal kişiliği ve düşünce yapısı buna uygun. Bu tercihin şiddet/savaş sarmalını güçlendirmek isteğiyle bir ilişkisi var. 

Bir başka gelişme 31 Ağustos 2016 tarihinde DTK, DBP, HDP, HDK ve KJA adına Diyarbakır’da yapılan açlık grevi açıklaması. Aslında bu açıklama ile şiddet/savaş sarmalından çıkış için bir kapı arayacağına ilişkin kamuoyunda düşükte olsa bir beklenti vardı. Bu düşük beklenti kendiliğinden oluşmadı. Bizzat açıklama yapan kurum temsilcilerinin basına verdiği demeçlerle oluştu. “1 Eylül öncesi sürece ilişkin tarihi ortak açıklama yapılacak” mealindeki ifadeler bu tür beklentilere yol açtı.

Açıklama, beklentinin aksine daha sert, zor ve çetin bir sürecin habercisi oldu. Türkiye’nin “normalleşmesinin” daha çok zamanımızı alacağını hatırlattı.

Açlık grevinin gerekçesi ve talebi normalleşmekten ne derece uzak olduğumuzu gösteriyor. Açıklama sahipleri 5 Haziran 2015 tarihinden bu yana Abdullah Öcalan ile hiçbir görüşme yaptırılmadığı bu nedenle de Öcalan’ın yaşamından endişe duyduklarını ilan ettiler. Anlaşılan 15 Temmuz darbe girişimi anında ve sonrasında yaşananlar bu endişeleri daha da artırmış. Açıklamada dile getirilen “hukuk çerçevesinde Öcalan ile görüşme yapılması” tek talebi durumun vahametini gösteriyor. Mevcut hukukun asgari koşullarının yerine getirilmesi talep ediliyor. Öcalan’a özgürlükten, siyasi bir heyetin görüşmesinden veya tecritin kaldırılmasından söz edilmiyor. Yasal çerçevede ailesinden, avukatlarında birilerinin veya hükümlü olması nedeniyle belirlenen vasisinin görüştürülmesi için dönüşümsüz ve süresiz açlık grevi başlatılacağı duyuruldu. Bu talep için gazetemiz dağıtıma girdiği 5 Eylül günü milletvekillerinden, belediye başkanlarından, parti ve sivil toplum örgütü yöneticilerinden oluşan 50 kişinin açlık grevine başlaması ihtimali dahi normalleşme arayışlarından uzaklaştığımızı gösteriyor.

Burada açlık grevi çaresizlik ve adanmışlığı akla getiriyor. Her ikisi de bu ülke yöneticileri ve biz yurttaşlar açısında fazlasıyla can sıkıcı ve acıtıcı bir durum. Kürd siyasetçilerin, yasalar uygulansın, Öcalan’dan bir ses duymak istiyoruz, kardeşiyle, avukatıyla görüştürülsün talebiyle açlık grevi yapmaları ülke yöneticileri için utanç verici olsa gerek. Açlık grevi eylemi ise üzerine söz edilemeyecek kadar korkunç.

Görüşü engellenen Abdullah Öcalan’ın, içinde bulunduğumuz şiddet/savaş sarmalından çıkışın ikiz anahtarından birini elinde bulunduran yegâne kişi olması özelliği ise bu savaşı sürdürme isteğini, barışta ısrar etmenin kutsallığını gösteriyor.

Görüş yasağında ısrar etmenin normalleşmenin önüne yeni bariyerler çekmek sonucu doğuracağı anlaşılan bu süreçte bize de ısrarla “barış açısını savunmak” düşüyor.  Barış açısı kavramı Necmiye Alpay ile ortak kitabımızın ismi. Kıbrıslı şair Neşe Yasin’in kullandığı bir kavramdır.

Necmiye Alpay’ı, Aslı Erdoğan’ı, gazetecileri “terör örgütü üyeliğinden” tutuklayan, barış talep eden akademisyenleri KHK ile işinden eden ve Kürd sorununda barış talep etmeyi suç kapsamına alan siyasetin,  normalleşmeyi engellemesine ve toplumda öfke birikmesine yol açan, şiddet/savaş sarmalına izin vermek için barış açısını savunmaktan şaşmamak gerekiyor.

Hakan Tahmaz

(Bas Haber)

Bültene kayıt ol