Darbenin jeopolitiği

26.07.2016 - 08:59
Çağla Oflas
Haberi paylaş

Geçtiğimiz haftalarda Almanya Başbakanı Angela Merkel, “Kimse Avrupa’ya yarım yüzyıl daha barışın hâkim olacağına inanmamalı” dedi.

Dünyanın gelecek 50 yılının ne olacağını, küresel iklim değişikliği açısından kestirmek çok zor. Ancak kapitalizmin içinde bulunduğu krizin boyutlarının açacağı derin yaraları tahmin etmek, 15 Temmuz gecesi yaşadığımız kanlı darbe girişiminden sonra çok daha kolay hâle geldi. Darbe girişiminin ardındaki jeostratejik nedenleri anlamak, içinde bulunduğumuz zamanın getirileri konusunda bilgilenmek önemli. Bunun için ise biraz olayların dışına çıkıp büyük resme bakmak gerekiyor. Büyük resimde, Britanya’nın Brexit kararıyla AB ittifakının sarsılmasıyla birlikte diğerlerinin de aynı yolu takip etmesi sonucunda AB’nin çözülme ihtimali, Avrupa’da yeni bir paylaşım mücadelesinin başlangıcına işaret ediyor. ABD’deki başkanlık seçimlerinin sonuçları da önümüzdeki döneme ilişkin  yakıcı öneme sahip. Zira Rusya ile Çin’in 2012 yılından itibaren artarak devam eden askeri ve ekonomik ilişkileri, Rusya’nın Suriye’ye yerleşerek Akdeniz’e inmesi, soğuk savaşa dönemine dönüşün sinyallerini vermekte.

Tüm bu gelişmeler emekçi sınıflar açısından ekonomik krizlerin dışında, darbeler ve savaşlardan oluşan uzun bir istikrarsızlık döneminin habercisi. Aynı zamanda sınıf mücadelesinin daha da keskinleşeceğine işaret etmekte. 15 Temmuz gecesi yaşadığımız darbe girişimini ve darbeye karşı yaşanan büyük isyanı böyle okumakta fayda var.

ABD’nin sonsuz savaşı

2003 yılında ABD Irak’ı sözde demokrasi ve özgürlük için işgal ederken, Bush “sonsuza kadar sürecek bir savaş başlattıkları” sözlerini laf olsun diye söylememişti. Bush o zaman, ABD’nin 1989 Doğu Bloku'nun çözülme süreciyle birlikte oluşan çok kutuplu dünyada mutlak hegemonyasını yeniden tesis edinceye kadar sürecek bir savaştan bahsediyordu. Kuşkusuz bu savaşın en kritik merkezlerinden biri de Ortadoğu'ydu.

Tunus ve Mısır’da başlayan ve tüm Ortadoğu coğrafyasını kapsayan devrimler, emperyalizmin krizini derinleştirdi. Ortadoğu’da devrim, emperyalizmin yüz yılık çıkarlarının sarsılması anlamına geliyordu. Ortadoğu’da ipleri kaçırma tehlikesiyle karşı karşıya kalan emperyalist güçler, kanlı bir karşı devrim sürecinin de tetikleyicisi oldular. Libya’daki devrim Avrupa’nın müdahalesiyle çalındı. Rejim çözüldü ve Libya bölündü. Mısır’da Mursi iktidarı, AB ve ABD destekli kanlı bir darbeyle devrildi. Mısır ve Libya’ya müdahale, Afrika kıtası üzerinde hegemonyanın tesisi açısından önemli bir adımdı. Öte yandan Libya’daki büyük petrol rezervlerinin jeostratejik önemi dışında bir ödülü bulunduğunu belirtmekte fayda var. Suriye, devrimin Esad tarafından kanla bastırılması ve İŞİD’in karşı devrimi sonucunda çözüldü. Milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu. Karşı devrim sürecinde ve uluslarası müdahale nedeniyle on binlerce insan yaşamını kaybetti ve kaybetmekte.

Suriye: Stratejik bataklık

Bugün Suriye’ye sözde İŞİD’in bertaraf edilmesi amacıyla onlarca devlet müdahale ediyor. Suriye’yi bombalıyor. Suriye’nin yeniden şekillenme süreci aynı zamanda Ortadoğu’ya kimin hakim olacağına ilişkin büyük bir mücadeleyi kapsamakta. Milyonlarca insanın göçmesinde, binlercesinin göç yollarında yaşamını yitirmesinde, Rusya ve ABD gibi büyük emperyalist güçlerin dışında Türkiye ve İran gibi bölgede güç olmak isteyen alt emperyalist devletlerin de rolü var. Türkiye’nin Suriye’ye müdahale etmesinin önemli bir nedeni de Kürt sorunu. Suriye’nin çözülmesiyle birlikte Rojava'da yeni bir Kürt özerk bölgesinin kurulması ve bölgede Kürtlerin yeni hamleler gerçekleştirmesi, çözüm sürecinin de sona ererek savaşın yeniden başlamasına yol açtı. Bölgeye müdahale eden diğer güçlerle de ilişkilerinin bozulmasına neden oldu. Suriye’ye müdahale ve Kürtlere karşı savaş etrafında hükümetin “yerli ve milli” olarak adlandırdığı yeni bir koalisyon kuruldu. Bu koalisyonda Ergenekon, balyoz darbe girişimcileri, devlet ve hükümet uzlaştı. İncirlik üssü NATO kuvvetlerinin kullanımına açılırken, bölgedeki Kürt oluşumlarıyla ilişkiler bağlamında Rusya ile ilişkiler çözüldü. Bölgedeki diğer altemperyalist güç olan İran’la ilişkilere mesafe konuldu. Suriye sınırları güvenliği konusunda da sürekli ABD ile itilaflar yaşandı. Ahmet Davutoğlu döneminde Rus uçağının düşürülmesi ve sonradan NATO’nun şemsiyesine sığınılması, bu politikaların da zirve noktasıydı. Aynı zamanda Davutoğlu döneminin de bitiminin başlangıcıydı. Davutoğlu'nun görevden alınması, Suriye politikalarında yeni bir dönemin de başlangıcının habercisiydi.

Rekabet ve darbe

Çağımızın önemli devrimci marksistlerinden Alex Callinicos, “Ekonomik ve jeopolitik rekabetin kesiştiği noktada emperyalizmin ortaya çıktığını, büyük şirketler arasındaki rekabetin, ülkeler ve devletler arasındaki jeoopolitik hakimiyet kurma rekabetiyle birleştiğini” söyler.

15 Temmuz darbesi, egemen sınıf içinde yaşanan çatışmanın jeopolitik rekabetle kesiştiği noktada meydana geldi. Suriye’deki gelişmeler ve bununla bağlantılı Kürt illerinde sürdürülen savaş, 15 Temmuz darbe girişiminin ardında yatan en önemli faktörlerden biri. Ağustos ayında Erdoğan ile Putin arasında yapılacak görüşme, Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkiler açısından önemli bir dönüm noktası olacak. Görüşme öncesinde de özür ve tazminatın dışında Türkiye’nin Suriye politikalarının da masaya yatırılacağı konuşulmakta. Başbakan Binali Yıldırım, hükümetin İsrail, Mısır gibi Suriye politikalarında da değişime gideceğinin sinyallerini verdi. Böylesi kritik bir görüşme öncesinde darbe girişimin yapılması, zamanlaması açısından da manidar oldu. Hükümetin de darbenin ardında NATO’nun yer aldığını söylemesi, gelişmesi olası Türkiye-Rusya ilişkilerinin ABD’yi rahatsız ettiği ihtimalini güçlendiriyor. Tam da bu noktada Ümit Kıvanç’ın yazısında sorduğu “Şimdi bunlar hangileri? Kimin uçakları?” sorusu çok anlamlı.  

Acil barış için örgütleme

Egemen sınıf içindeki bölünme ve çatışmaların boyutu, işçi sınıfının bağımsız çıkarları etrafında örgütlenmesinin de gerekliliğini ortaya koyuyor. Elbette bu, darbeye karşı tavırsız kalmak, “bizi ilgilendirmez” demek anlamına gelmiyor. Emekçiler için giderek oteriterleşse de seçilmiş hükümete karşı yapılan darbeye karşı çıkmak konusunda anlaşmak gerekiyor. Çünkü darbe, OHAL, baskıcı dönemler olmak üzere emekçi sınıfların savaş ve ekonomik kriz karşısındaki tüm örgütlenme olanaklarını kötürüm hâle getiren bir saldırı olduğunu unutmamak gerekir.

15 Temmuz gecesi sokağa çıkan, canları pahasına darbeyi durduran kalabalıklar, darbeyi püskürtmenin dışında pek çok mücadelenin de olanaklı olduğunu gösterdiler.

Öte yandan Suriye’yedeki müdahaleye karşı uluslararsı barış hareketini inşa etmek, hem Kürt sorununun çözümü açısından hem de darbe tehdidinin ortadan kaldırılması açısından daha da yakıcı bir gündem hâline geldi. Sokağa çıkan, AKP’nin tabanını oluşturan emekçilerle yan yana durmak, sokağa çıkan kalabalıkları savaş karşıtı mücadeleye kazanmak için harekete geçmeliyiz. Aynı zamandaki dünyadaki hareketin bir parçası olarak, batıda kitlesel barış hareketi inşa etmenin yolu, AKP’nin tabanındaki emekçiler içinde örgütlenmekten geçiyor.

Öte yandan darbeye karşı canı pahasına mücadele edenleri yaftalayanlar; tankların önünde duran, kurşunlara hedef olan kalabalıklarla değil, kalabalıkların üzerine tanklarla ilerleyen, kitlelere ateş edenlerle empati kuranlara söyleyecek sözümüz, oynatacak kalemimiz yok. Darbelere karşı mücadele edenleri itibarsızlaşmaya çalışanlar, kitlelerin eylemiyle tarihin karanlık çöplüğünde yerlerini aldılar bile. Onlar artık bulundukları çukurda eşelenmeye devam edebilirler.

Biz işimize bakalım.

Çağla Oflas

[email protected]

Bültene kayıt ol