Kurtarılamayan

31.05.2016 - 12:33
Sennur Baybuğa
Haberi paylaş

Yanı başında birlikte yıllarca siyaset yaptığı, kimi yaşı kendisinden büyük çoğunun eğitimi kendisinden kat kat fazla insanların, gölgesinden bile korkar hale gelerek, sokakların bu korku üzerinden sindirildiği tek adam mı yönetiyor bizi şimdi.

Kürdistan coğrafyasında, ayna gibi tam ortada duran tescilli ve 'aklanmış' katliam çetelerinin, karanlık yıkıntılı sokaklarda sinsice dolaştığı, ışığın önüne bir uzun adamı atıp hepimizi onunla oyaladığı ve ama bu oyalanma haline pek de hoşlanarak yine yarı Akdeniz yarı Arap toplumuna has o bilimsellik ve gerçekte olandan uzak duygusal 'siyasamız' nasıl bu hale geldi..

Dört aydır maaşlarını alamayan çoluğu çocuğu aç kalmış maden işçilerinin, bırakalım güvenli şartlarda çalışıp her yıl yüzlercesi ölmeden dikkatimizi bile çekmeyen çalışma koşullarını değiştirmeyi, çocuğumuza ekmek alacak paramızı verin diye kendini kapattıkları ve ölüm orucuna yattıkları madenlerin kapısını, bizim yetiştirdiğimiz gençler, devlet adına kapatmış, madencinin kendini kapattığı o deliğin çıkışını da devlet eliyle tedbirlemiş olduğu vicdanlar, artık siyasal bilinç diyecek sınırı çoktan geçtim zira -neden rahatı kaçmadan yaşayıp gidiyor bu ülkede. Küçük çocuklar okullarında öğretmenlerinin tecavüzüne uğrarken, otobüse binen gençlere muavinler tecavüze yeltenirken, devletin silahını kullanan polis, asker artık kendi çocuklarının annelerini sokaklarda kurşun yağmuruna tutarken, devletin koruması altında sözüm ona cezaevlerine gönderilen küçük erkek çocuklarına tecavüz edilip bunu haber yapan bir iki vicdan sahibi gazeteci cezaevlerine konurken ve bu mağdurların hiçbiri Kürd değilken, Kürdistan’da olan biten hiçbir şeyin aslında hiçbirimiz tarafından bilinmediği bu kanlı bıçaklı tecavüzler ülkesinde, sadece milli hamasetimizle açıklayamayacağımızın ortada olduğu bu 'insanlık dışı' insanı yaratmayı nasıl başardık. Hamurla bir şeye şekil vermeye çalışırsın şekil veremiyorsan ve zorlanıyorsan yapacağın tek şey hamuru baştan yoğurup o şey ne ise yeni baştan yapmaya başlamaktır, ne kadar uğraşırsan uğraş yeni bir şekle girmez elinde berbat ettiğin şey.

Sabah alışveriş yapmak için yaşadığım adanın çarşısına indim. Üçü 65 in üzerinde dört kadınla bir kahvede oturup biraz çay ve kahve içtim ve konuşmalarına katıldım. Çoğu doğma büyüme bu adalı, sosyal demokrat bir partide çalışan, emekli olmuş çocuklar büyütmüş, okutmuş tırnakları ojeli elleri bakımla, yaşamış görmüş geçirmiş denen ablalar. Eskinin adasını ve Rum arkadaşlarını anlatıyorlar, Eleniler, Stellalar, Annalar, Hristolar havada uçuşuyor isimler ve güzel anılar. Sonra, Rum kızlarının 'ahlaken' ne kadar gevşek olduğu, adanın aşağısındaki sokağın nasıl da o zamanlar 'genelev' gibi kullanıldığı anlatılmaya başlandı. Bir tanesinin kayınpederi adada memurmuş, karısı şehre iner, kocası akşam ben de geleceğim der, akşam koca şehre inmeyince kadın son vapurla adaya döner, huylanmıştır, kocasını adanın en tepesinde bulunan değirmende 'Rum' kadınla basar, kadını çırılçıplak halde saçlarından tutarak taa aşağıya çarşıya kadar sürükler ve teşhir eder. Böyle imiş, ben de ee diyorum kocaya ne yapmış, hiçbir şey, neden, kadın onu baştan çıkarmış. Ee diyorum karısına nikah sadakati borcu olan kadın mıymış, kadının nikahı Rum kadınla mıymış, hayır diyorlar ama haklısın da diyorlar. E peki diyorum Rum kadınları ve arkadaşlarınızı kovunca buralardan ya da onlar gidince kurtuldu mu adanızın namusu, neredeyse öyle oldu diyorlar. Sonra ülkenin başımızdakiler yüzünden ne kadar bozulduğunu konuşmaya başlıyorlar, yağan yağmurda her yanımı ıslatarak eve dönüyorum. Buralardan aslında insanlığımızı kovduk biz diye düşünerek ama namusumuzu kurtaramadık.

Sennur Baybuğa

(Bas Haber)

Bültene kayıt ol