Ya barış ya da daha derin devlet

23.05.2016 - 08:18
Şeref Işıldak
Haberi paylaş

17-25 Aralık yolsuzluk ve hırsızlık operasyonları ve “MİT TIR'ları” sonrasında Ergenekon, gladyo, kontrgerilla gibi bilumum farklı isimlere sahip olan derin devlet ile AKP arasındaki imam nikahı, 7 Haziran seçimleri sonrasi Saray’da Deniz Baykal’ın eli ile resmi nikaha ve geçtiğimiz hafta meclisteki dokunulmazlık oylamaları ile de düğün törenine dönüştü.

AKP ve derin devlet, cephelerine her daim derin vurucu gücü olan MHP’yi ve son yıllarda derin devletin üvey evladı muamelesine maruz kalmış olan CHP’yi de alarak Kürtlere, azınlıklara ve demokrasi isteyen kesimlere karşı “yerli ve milli cephe”lerini tahkim-i ilan ettiler.

Son bir yıl içerisinde yaşanan bütün gelişmeler, 7 Haziran seçimlerinin bir dönüm noktası olarak tarihe geçtiğini göstermiş oldu. 1980 darbesi sonrası %10'a çıkarılan seçim barajını aşan HDP’nin yükselişini “yasal” yolladan durduramayınca, (Kılıçdaroğlu’nun sözleri ile “anayasaya aykırı ama evet oyu vereceğiz” diyerek) kendi yasalarını dahi hiçe sayarak, yasadışı yollara başvuruldu. Aslında yasadışı yollara başvuru, 7 Haziran seçimleri öncesi başlamıştı, Ağrı Diyadin’de yaşanan provokasyonlar, Erzurum’da HDP aracının içindeki sürücü ile yakılması, Mersin ve Adana’daki HDP bürolarına bombalı saldırılar, Kırşehir’de polis denetiminde ikinci bir Madımak Oteli girişimini sayilabilecek Gül Kitabevi’ni hedef alan saldırı, 7 Haziran seçimlerinden iki gün önceki Diyarbakır mitingini hedef alan bombalı saldırılar bugünlerin habercisi oldu. 7 Haziran seçimleri öncesi HDP’nin baraj altında kalabileceğini düşünen Erdoğan, bir televizyon programında seçimler sonrasına ilişkin olarak “devletin A, B ve C planları vardır” diyordu. O planların neler olduğunu aradan geçen bir yıllık süre hepimize gösterdi. 8 Haziran’dan itibaren düğmeye basan derin devlet, ilk olarak Kürtlerle beraber demokrasi ve daha fazla özgürlük talep eden, Kürt olmayan kesimlere mesaj verdi. Suruç Katliamı gerçekleşti. Adıyaman’da iki polisin şaibeli bir şekilde öldürülmesinin ardından 24 Temmuz’da Kandil ve gerilla alanlarına yönelik başlatılan hava saldırıları ile Kürtlere karşı yeniden bir topyekûn savaş konseptine girildi. 1 Kasım seçimlerine giderken, 7-9 Eylül tarihleri arasında yüzlerce HDP bürosuna yönelik ırkçı-faşist saldırılar düzenlendi, genel merkez dahil birçok yer yakılıp talan edildi. Suruç katliamı ardından gelen Ankara Garı katliamının, bile isteye ve göz göre göre gerçekleştiği ortaya çıktı. (Daha sonra ortaya çıkan belgelerde, emniyet görevlilerin canlı bomba saldırısı olabileceği konusunda uyarıldığı ama hiçbir önlem alınmadığı, saldırı alanında hiçbir emniyet görevlisinin olmadığı anlaşıldı.) "İstikrar ve barış" söylemi ile yürütülen, "biz iktidara gelmezsek beyaz toroslar dolaşır yine" diye toplumu tehdit edenler, bu terör kampanyası ile 1 Kasım seçimlerine girdi. HDP bütün terörize edilme girişimlerine rağmen yine barajı geçti ve meclise girdi. Yeniden tek başına iktidara gelen AKP, hemen ardından başta Cizre olmak üzere Kuzey Kürdistan’ın birçok bölgesinde sivilleri de hedef alan birçok savaş suçuna imza attı. Bütün baskılara rağmen barajı aşarak yeniden meclise giren HDP, derin devletin komutası altında bütün devlet erkanının ve partilerin bir araya gelmesine sebep oldu.

Türkiye Cumhuriyeti'nin üç ana kurucu öğelerinden olan İttihat ve Terakkiciler ve İslamcılar, Türk islamcı geleneklerini bozmadan ortak hareket ederek, üçüncü kurucu unsur olarak Kürtleri bir kez daha dışlamayı tercih ederek, 1925’ten bu yana devam edegelen siyasette buluştular. Dokunulmazlık oylamaları ile 5 milyondan fazla seçmeni ve aileleri ile birlikte tahminen 10 milyondan çok daha fazla olan insanı, meclis ortasında, “kakada kikikidi”ler eşliğinde, arsızca sırıtarak öteleyerek, parlamenter siyaset sahasının dışına itti. Açık ki, bundan sonraki süreçte mücadele artık daha çok meclis ağırlıklı değil, meclis dışında seyredecek. Tıpkı 1990’lı yıllarda olduğu gibi, ülke yönetiminde belirleyici güç parlamentoda kakara kikiri yapan, moda deyim ile düşük profilliler, kaba deyimi ile karaktersizlerden oluşan seçilmişler değil; atanmışlardan oluşan “eski Milli Güvenlik Konseyi-Kurulu” denilen klik olacak. Aslında bir süredir bu süreç böyle de devam ediyor. Derin devletin koçbaşı olan, onun sözcülüğünü yapan Erdoğan ise, bu süre zarfında “başkanlık” dayatması ile kendisini ve yakın çevresini sonsuz bir koruma altına almak için her hamleyi ileri sürecek ve deneyecektir. Yeni milli ve yerli Ergenekon ekibi içindeki dengeler dahilinde bunun hangi biçim (başkanlık, partili çumhurbaşkanlığı gibi) altında, ne kadar ve nasıl gerçekleşecebileceğini şimdiden kestirmek kolay değil. Ancak son dönemde Anayasa Mahkemesi tarafından alınan iki karar, bu ittifak içerisinde kimin borusunun daha güçlü öttüğünün de gösteren ipuçlarını verdi. Gazeteci Can Dündar-Erdem Gül ve gazeteci Mehmet Baransu’nun tutuksuz yargılanmaları konusundaki taleplerine AYM’nin verdiği iki farklı yanıta bakın. Bir tarafta, Erdoğan’ın “çocuk maması, çocuk bezi, makarna taşıyan TIR'lar” diyerek yalan söylediği “MİT TIR'ları”ndaki silah ve askeri mühimmatların görüntülerini haberleştirerek yayınlayan Dündar ve Gül var. Diğer tarafta ise Ergenekon, Balyoz darbe planlarına ilişkin belgeli haberlere imza atmış olan Barasu var. Dündar ve Gül dışarda iken, Baransu hâlâ içerde. Baransu’nun hâlâ içerde olmasının nedeni hakkında bilgi sahibi olmayanlar varsa, geçtiğimiz günlerde Haberdar.com sitesinde 10 yazılık bir yazı dizisi ile tüm süreç kısaca özetlenmişti. (Bu arada bir de Kuzey Kürdistan bölgesinde son altı ayda işlenen savaş suçlarının sorumluluğu zamanı gelince sırtına yüklenecek Davutoğlu var ki, o konuya şimdilik girmeyelim, o ana meselede kullanılıp atılmış ufak bir ayrıntı olarak duruyor şu an)

Velhasıl, kısacası ve sonuç olarak, derin devletin tecrübeli elemanları başta ABD ve AB olmak üzere uluslararası güçler tarafından artık haz edilmediklerini, istenmediklerini, bir süre önce üzerlerinin çizilmiş olmasından dolayı biliyorlardır muhakkak. Ancak Erdoğan’ı törpüleyen, uluslararası siyasete bir şekilde memleketi angaje edebilecek yönlendirici ve belirleyici güç hâlâ biziz mesajını vererek, muhtemeldir ki bir pazarlık süreci içerisindedirler. AKP ile bu Ergenekoncu kesimler arasındaki koalisyon kalıcı değildir, bir süre sonra mutlaka birisi diğerini götürecektir. Kimin kimi götüreceğini tahmin etmek çok da zor olmasa gerek. İktidardaki ikili güç karşısında ise HDP ile vücut bulmuş, savaşa karşı barışı talep eden bir kesim bulunmaktadır. Barışın sesini boğmak isteyenlere karşı güçlü ve geniş bir savaş karşıtı koalisyon kurulursa, istikrar ve barış adına 1 Kasım’da AKP’ye oy vermiş birçok kesim de bu sese kulak verecektir. Bunu gerçekleştirmek, muhtemelen şiddetlenecek bir savaş ortamında elbette kolay olmayacaktır, ancak mümkündür. HDP’nin alanlara çıkarak meşru, kitlesel kampanyaları da bunun önünü açabilecek imkan ve olanaklarını sunacaktır. Savaşın kazananı barışın kaybedeni olmaz. Zor da olsa barışta ısrar, tek makul çözüm olarak ortada durmaktadır.

S. Şeref Işıldak

Bültene kayıt ol