Ölü çocuk cumhuriyeti

21.01.2015 - 10:39
Mehmet Sezgin
Haberi paylaş

İçimde bir sıkıntı… Televizyonlar bağıran öfkeli adamların ve onları alkışlayanların sesleri yankılanıp duruyor beynimde… Hava soğuk, İstanbul yeterince kayıtsız, çok fazla büyük ve karışık… Deniz tüm huzursuzluğu ve huysuzluğuyla kabarıp duruyor… Ne havanın tadı var, ne kentin, ne de insanların… Lokantalarda, kafelerde esmer yüzlü Kürt garsonlar mahzunca bakıyor. Akıp giden hayat duyarsız ve sığ ve ne kadar da tehlikeli bir zevk düşkünlüğü içinde…

Sokaklarda üşüyerek dilenen Suriyeli Arap ve Kürt çocuklar, trafiğe aldırmadan oradan oraya koşan, yaramazlık yapan ve kendilerini göreni çaresizlikleriyle vuran çocuklar… Her kapıdan kovulan, modern kentlilerin “Kendi yoksullarımıza yetişemiyoruz, bir de bunlar çıktı” diye çemkirdikleri, AKP’nin de yalnızca sefil ve perişan görüntülerini kampanya afişlerinde ve billboardlarda gördüğü çocuklar… En alttakilerin çocukları…

İnsanın aklına birey ya da vatandaş olarak derin bir çaresizliği ve vicdanî rahatsızlığı getiren günah sembolleri… Şu dünyada bu çocuklara iyi gelecek ne yaptım diye dev gibi soruların şakladığı beyinlerde insana “Ben ne işe yararım ki?” dedirten sorular… Bir battaniye içinde titreyerek dilenen 6-7 yaşlarındaki çocuklardan sonra “yazmak insanlığın bir sorununa yanıt olmaz” dedirten çaresizlik…

Yıllarca süren müzakere, barış süreci, kanın durması ve anaların ağlamaması sözleri, bu sözlere giderek güvenini yitiren, bu sözlerden giderek nefret eden yığınla insan… En güzel yürek ve beyinlerin dar zamanlarda ağızlarından çıkan birer haykırış tanesinin, AKP’nin elinde yalanın adı haline gelmesi, sözcüklerle, sözler ve antlarla oynanması… AKP’nin bu topraklarda büyük kıymeti olan sözü ve söz vermeyi böylesine gözden düşürmesi…

Küçük Nihat’ı da vurdular… Herhangi bir şeye sahip olacak mülkiyet yaşını göremedi ama bir dosyası olacak, bir soruşturması ve “güvenlik nedeniyle” dosyasının sevk edileceği bir “Eskişehir”i onun da…

‘Şehit namirin’ dedik onun için de, ama yine de o, devrim için, halkımızın haklı davasına baş koyan ve bu savaşın kendi safını seçmiş bir tarafı olarak cephede çarpışıp düşen insanlardan değil, kahpece katledilen, küçücük elleri ve ayakları olan, oyuncaklara ve çizgi filmlere ilgisi olan bir çocuktu sadece…

Şu kirli dünyada en büyük günahı, belki okuldan kaçma, tırnaklarını kesmeme, hadi o da olmadı polise taş atma olsun Nihat’ın… Bir çocuğu öldürerek nasıl bir “2023, şanlı Türkiye ya da millî birlik ve beraberlik” düşlüyor karar vericiler, hükümet adamları?

Katledilen Enes Ata, Abdullah Duran, Xezal Beru, Uğur Kaymaz ve onlarcası gibi bir çocuğun öldürülmesinin ardından geride kalanların tek temenni olarak “ölen son çocuğumuz olsun” dediği bir ülke nasıl özgür olur?

Nihat’ın babası, 12 yaşındaki oğlunun daha önce de polis tarafından tehdit edildiğini söylüyor. Aklımda bugünlerde andığımız Hrant Dink’in İstanbul Vali Yardımcısı tarafından çağrılıp usulünce tehdit edilmesi var. Cizre Emniyet Müdürü’nün Hrant Dink’in katledilmesine ilişkin soruşturmadan ötürü aranması, ne bildik bir benzerlik! Çocuklardan katil yaratan sistem, çocukları katlediyor Cizre’de…

Bir çocuk için yaşından ve boyundan büyük ciddiyette polis tehditleri, uyarılar ve hayatı daha yaşamamış çocukların siyasî aktörler olabildiği Cizre’de Türklerin ve Kürtlerin umuduyla, geleceğiyle oynuyor bu devlet.

Ama İçişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı “endişeye mahal yok” diyor. Nazım’ın dediği gibi “kara yaraya tutulasıca”… Çocuklar dileniyor, aç yatıyor ve öldürülüyor bu ülkede. İşte hepsi bu kadar…

Mehmet Sezgin, Demokratik Modernite dergisi editörü

Bültene kayıt ol